Bir önceki yazımda Burak’ın Özyeğin Üniversitesinde katıldığı Oyun atölyesi programından ve yaptığı oyundan bahsetmiştim. Bu organizasyona katılan Merlin’in Kazanı yazarlarından Mahmut Saral’ın gözlemleri ve incelemeleri yer alan yazı Merlin’in Kazanı sitesinde yayınlandı.
Aşağıda yazının giriş ve Burak ile olan kısmını bulabilirsiniz. (İlk ilgisini çeken bizim elemanlar olmuş ve önceliği bizimkilere vermiş. Güzel haber 🙂 ) En aşağıda haberin linki bulunmaktadır.
Oyun Atölyesi
Geleceğin yapımcıları için Oyun Atölyesi
Yüz milyonlarca tutkulu oyuncuya hitap eden oyun sektörü, her geçen yıl daha da büyüyerek yoluna devam ediyor. Bu gelişen sektöre kayıtsız kalmak tabii ki mümkün değil. Son dönemde ülkemizde, özellikle üniversiteler aracılığıyla başlayan çalışmalar sevindirici. “Biz oyun yapamayız” ön yargısının yavaş yavaş ortadan kaybolduğu günümüzde, genç ve yetenekli beyinlere sağlanan destekler sayesinde bu piyasada bizim de söz sahibi olmamız büyük bir olasılık.
Geçtiğimiz günlerde Merlin’in Kazanı olarak Özyeğin Üniversitesi’ndeydik. Oyun Atölyesi başlığı altında düzenlenen eğitim programını yakından görme ve konu hakkında detaylı bilgi alma şansına eriştik. Prof. Dr. Tanju Erdem ile yaptığımız görüşmede, ikincisi düzenlenen bu organizasyonun devam edeceği müjdesini aldık. Birçok önemli projede yer alan ve Culpa Innata isimli 3 boyutlu macera oyununu da hazırlayan Erdem, ilerleyen yıllarda oyun geliştirmeyle ilgili bir Master programının da açılabileceğinden söz etti.
Öğretim görevlilerinden İsmail Arı ise, oluşan tablodan oldukça mutluydu. Yapılan çalışmalar hakkında bize sürekli bilgi veren Arı, ayrıca öğrencilerin ihtiyaç duyabileceği her türlü konu hakkında da sürekli iletişim halindeydi.
Nedir Oyun Atölyesi?
Oyun Atölyesi’nde, Türkiye’nin dört bir yanındaki liselerde eğitim gören öğrenciler bir araya getiriliyor. Bir haftalık kısa süre zarfında, oyun tarihi hakkında temel açıklamalar yapılıyor ve kullanılacak ekipmanlar hakkında bilgiler veriliyor. Geriye kalan son 1-2 günlük dilimde de öğrenciler, öğrendikleri bilgiler kapsamında istedikleri oyunları tasarlamaya çalışıyor. Genç arkadaşlarımız zaten konu hakkında bilgili. Çoğu daha önce bazı kodlama dilleriyle ilgilenmiş veya program yazmış. Bu eğitim süreci boyunca da yapılması gerekenler konusunda doğru yönlendirmelere tabii tutuluyorlar.
Atölyeye adım attığımda gerçekten sıcak bir ortam vardı. Sadece arkadaşlık anlamında değil, hava anlamında da fazlasıyla sıcaktı. Her yanda açık bilgisayarlar ve aynı zamanda çalışma stresinden bir süreliğine uzaklaşmak isteyen öğrenciler için oyun konsolları da hazır tutulmuştu. Hangi PC’ye baksam, ekranlardan kodlar akıyor, adeta fışkırıyordu. Ortama uyum sağladıktan sonra artık sıra, oyunlara göz atmaya ve her biri hakkında ufak ufak bilgiler almaya gelmişti.
Kimi arkadaşlarım kendilerini fazlasıyla uğraşlarına vermişti, öyle ki vakit kaybetmemek için deyim yerindeyse dış dünya ile bağlantılarını koparmışlardı. Bazıları ise, kolaylıkla dikkat çekiyordu. Ben de dikkatimi çeken ilk noktaya doğru hareket ettim. Ekranda iki adam, iki silah ve iki duvar duruyordu. Nedir bu arkadaşlar diye sordum, yanıtları da içtenlikle gelmeye başladı…
Disoriented Bulletstorm Revenge
Burak Suyunu ve Çağlar Özçetin tarafından hazırlanan bu oyun, iki askerin birbirlerine karşı üstünlük kurarak hayatta kalması üzerine kurulu. Biri sol, diğeri sağda yer almak üzere iki kişi, çevredeki bomba ve silahları ele geçirerek, karşısındaki rakibini öldürmeyi amaçlıyor. Oyunu klavye üzerinden iki kişi aynı anda oynayabiliyorsunuz. Ayrıca “ben bomba buldum, yaşasın” derken, bir tuzağa da kurban gidebiliyorsunuz. Bu gibi sürprizler de gayet hoş olmuş. Ateş etme mekanizması da güzel. Mermiye duvarlar aracılığıyla yön verebiliyorsunuz. Futboldaki “duvar pası” deyimini kullanırsam, anlatabilirim sanırım. Mermiye yön vermek için üst – alt zeminler ve duvarlar kullanılabiliyor.
Hoşuma giden bu oyun hakkında bazı tavsiyelerimi de arkadaşlarıma söylemeden edemedim (tabii ki tavsiye olarak). İlk tavsiyem, karakterlerin saklandığı duvarlar hakkındaydı. Eğer onlar hareket ederse, saklanmak için arkasına geçen kişiler de bir anda korunmasız pozisyona gelebilirdi. Bu da heyecanlı anlara yol açabilirdi. Bunu söyledikten kısa süre sonra yanıma geldiler ve “tamam, yaptık” dediler. Gerçekten de güzel olmuştu. İkinci önerim de oyuna hem hareketli duvar, hem de hareketsiz duvar olmak üzere iki mod tasarlamalarıydı. Eminim ki bu ve benzeri düşünceleri vakit buldukça deneyeceklerdir.
Kardeşimle her zaman gurur duymuşumdur. Fakat şimdi bir kat daha gurur duydum.
Geçtiğimiz günlerde ÖzYeğin Üniversitesi tarafından düzenlenen “Bilgisayar Oyunu Atölyesi” programına, ısrarlarım sonucunda ön başvuru yapmıştı. Kabul edilmesinin ardından 5 günlük bir eğitimden geçtiler.
Program Tanıtımı:
Bilgisayar Oyunu Atölyesi – II ödüllü öğretim üyeleri ve oyun geliştiricileriyle beraber geleceğin bilgisayar mühendislerine eşsiz bir deneyim yaşatacak şekilde kurgulandı.
Geleceğin bilgisayar mühendislerini keşfetmeyi amaçlayan tamamen ücretsiz bu program Özyeğin Üniversitesi Altunizade Kampüsünde gerçekleşecek ve İstanbul dışından programa katılacak öğrenciler, program boyunca Özyeğin Üniversitesi Öğrenci Konukevi’nde konaklayacaklar.
Atölye süresince Processing programının eğitimi verilmiş ve eğitimin sonucunda kendi oyunlarının tasarlanamsı istenmiş. Burak ve arkadaşı Çağlar Özçetin aşağıdaki linkteki oyunu yapmışlar. Kendilerinin Tebrik ediyorum. Başarılarının Devamını diliyorum.
Herşey bundan 2 sene önce Hurricane 50 model scooter almam ile başladı. Doğduğumdan beri yaşadığımız daireden, siteye taşınmıştık. Siteye giriş çıkışlar kontrollü oluyordu ve güvenlik görevlileri daha bizi tanımıyordu. Maksimum 55km yapan motorumla sitenin girişine geldim. Kafamda kaskımla güvenliğin olduğu camekana yanaştım ve bu motor bende olduğu sürece daha çok duyacağım o cümleyi duydum.
“Pizza mı getirdin? Hangi daiereye?”
Arkadaş. Şimdi verilecek tek cevap vardı. Hayır. Fakat bu seferde pizza değilde pide mi getirdin diyecekti? Kısa kestim. “Ben bu sitede oturuyorum”. Bu cevaba da yanıt olarak “Hade Len” olarak gelecekti. Fakat kimin nesiyim bilmedikleri için bişey demediler. Nerde oturduğumu sordualr ve geçiş izni verdiler.
Tamam bir kere bu şekilde bir muamele gördük ama daha dur.
Gözlük alacağım ve bu sebeple göz numaramı ölçtürmek istiyorum. SGK’lıyız ya para vermek istemiyorum. Sonuçta primimiz yatıyor. Sonuna kadar kullanacağım. Ama o zaman sistem tam oturmadığı için vizite kağıdı gerekli. Cuma günü, izinliyim ve vizite kağıdı almak için şirkete gidemiyorum. Başladım teker teker hastaneleri dolaşmaya ve vizite kağıdı olmadan muayne edecek yerlere. Afiyet Hastanesi, Anatolian Göz Hastanesi, Hospitalum, Medicana derken aklıma Dünya Göz Hastanesi geldi Altunizadedeki. Altımda motorumla gittim hastaneye. Otoparka girerken güvenlik durdurdu. “Otoparka girerken güvenlik mi durdurur arkadaş” dedim kendi kendime. Güvenlik:
“Pizza mı getirdin?” diye sordu. Tabi benim sinirim tepeme çıktı. Yok hastayım dedim, kafamı çene eksenimde 45 derece açıyla sağa çevirerek. Geçtim koydum mükemmel motorumu otoparkın en güzel yerine sonra girdim danışmaya. Ordada geçmiyormuş SGK sadece indirim yapıyorlarmış. Peh!
Ve işte Benim Pizzacı olmadığımı kanıtlayan olay 2 gün önce gerçekleşti. Ve bu benim için gurur verici bir olay. Pazartesi akşamı MaAile ablamlara yemeğe gitmeye karar verdik. Ben işten biraz geç geldiğim için Benzinlikten motorumu aldım ve ablamlara doğru yola çıktım. Apartmanın önüne motoruma koydum. Bagajdan aldığım meyve ve pastayı çıkardım. Motorumu kitledim ve o an apartmanın kapısındaki adamla göz göze geldik. Yavaştan hareket ederek adamın gitmesini bekledim. (Bu hareketimin adamı iyicene kıllandırdığını düşünüyorum) Bir elimde poşetler bir elimde kaskım kapıya doğru gittim. Adam içeri girdi ardından ben zile bastım ve kapı hemen açıldı. Adam bu sefer asansöre biniyordu. Ve nezaket gereği kapıyı bana tuttu. Günahını almıyım, hafiften küçümseyen gözlerle bana bakıyordu ve kaçıncı kata çıakcağımı sordu. 2 dedim nazikce 🙂 Bak şu tesadüfe. Adamda 2. kata çıkıyormuş. Her katta 2 daire olduğunu düşünürsek, ya bu adam kurye idi ya da ablamların karşı komşusuydu. Sanırım adamda benim için aynı şeyi düşünmüş. Ama karşı komşu olma ihtimalim olmadan 🙂
Asansör kapısı açıldı. Kalp atışlarım hızlandı. Bu sefer olmasın diye dua ediyordum ama bir yandan da elimde pizza olmadığı için şükrediyordum.
Asansör ikinci kata gelirken her iki dairenin kapısı açılmıştı ve muhabbet ediliyordu. Her iki dairedeki kişiler asansördeki 2 kişiden birinin kim olduğunu biliyordu fakat her ikiside ikinci kişi hakkında yorum yapamıyordu. Ablam benim olduğumu, karşı komşuda eşinin yani bizim tarihe geçecek cümleyi söyleyecek amcayı biliyordu. Fakat karşı komşu beni bilmiyordu, ablamlarda karşı komşudan bi haberdi.
Asansör kapısı açılırken heyecan doruğa çıkmıştı. Asansöre ikinci binen kişi olarak inme önceliği bana aitti ve hemen inerek ablamların tarafına döndüm ve vakit kaybetmeden ayakkabılarımı çıkarmaya çalıştım fakat geç kalmıştım… Olacakları hissetmiştim ama ne yazıkki yetişememiştim… Arkamdan gelen o ses… O korkutucu ses…
“Ne o? Hazır Gıdaya mı başladınız?”
(Bilgi : Ablamların 7 aylık bebeği var ve kendisinin hazır gıdaya başlamış olma ihtimalini sorguluyor kendileri)
İçimdeki o ses “Hayıııııııııııııııııııır!!!” diye hayırkırmak istiyor fakat hala ayakkabılarımı çıkarmaya çalışarak mesaj vermeye çalışıyodum. İlk başta şaşıran ablamlar ne diyeceklerini bilememiş, sonunda ben ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdikten sonra amcamın sessiz harflerle “Kurye değil mi?” sorusundan sonra kahkahayı koy vermişlerdir.
Evet itiraf ediyorum. “Pizzacıyım, Kuryeyim ve Hazır Gıdaya da başladım”
Al bu da Motorum. Tabi arkasında kutusu olanından 🙂