tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Ne İş Yapıyorum — Big Data ve Machine Learning — Bölüm 3

-Sabri uyan! Sanırım vakit geldi. Ekrandaki şu değerlere bir baksana.

Saat gece yarısı 03:44’tü. Yaklaşık 6 aydır, kuş uçmaz kervan geçmez bu yerde kalıyorlardı. Yasin, ilk geldiklerinde neden burada olduklarını anlayamıyordu. Tüm dünyadan uzak bir odada, bir şeylerin gerçekleşmesini bekliyorlardı. 3 hafta önce ilk belirtileri ortaya çıkmıştı ve son 1 haftadır bu belirtiler iyicene artmıştı. Ve sonunda saat 03:44’te bekledikleri olaylar gerçekleşti.

Yasin’in dürtmesiyle uyanan Sabri, siyah çerçeveli gözlüğünü taktı ve ekrana baktı. “Sonunda” dedi mırıldanarak. Hemen hazırlanıp eve dönmeleri gerekiyordu. “Ev”. Söylemesi bile garip geliyordu. Malum olaylar olmadan önce “Ev”i çok özlüyordu fakat artık anlamını yitirmişti. Sadece cümle içinde geçen bir kelimeydi Ev. Özne bile değildi. Dolaylı bir tümleçti.

Gerekli hazırlıkları yapıp hemen yola çıktılar. Yasin, “sabaha kadar bekle..” dediyse de, Sabri bunu duymamazlıktan gelerek helikopterin kapısını açıp, pervaneleri çalıştırdı. Yasin apar topar topladığı eşyalarla birlikte kendisini helikoptere attı ve kulaklıkları taktı.

Sabri derin bir nefes aldı. Helikopter havalanana kadar son 6 ay gözünün önünde film şeridi gibi geçmişti. İlk günden itibaren herkes aynı soruyu sormuştu. Neden bırakıp gitmişti, ne bu kadar önemli olabilirdi, orada ne yapacaktı ve ne yapıyordu, geri dönmeyi hiç mi düşünmüyordu. Helikopter havalanmaya başlarken gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. Gerçekten 6 ay boyunca ne yapmıştı ve şu anda neden bu şekilde davranıyordu. Helikopter havalandıktan 5 dk sonra, Sabri cebindeki kumandayı çıkardı ve kırmızı mı yoksa yeşil mi olduğuna emin olamadığı tuşa bastı.

Booooom!!!!

Yaptığım işleri abartarak anlatmayı çok severim. Abartmayı çıkarsak bu cümle yine doğru olur. Hatta yaptığım işleri de çıkaralım. Evet Anlatmayı çok severim. Sosyal çevremde iyi bir dinleyici olsam da, iş hayatında anlatmayı çok seven, bildiklerini paylaşan birisiyim. Hatta çok sevdiğim bir arkadaşım (Melih), bana Barış Özcan gibi bir kanal açıp insanlara bir şeyler anlatmam konusunda çok telkinde bulunsa da, ben bunu yapacak cesareti kendimde bulamamıştım ki hala bulamıyorum. Ben iyi yaptığımı düşündüğüm şeyi yapayım. Anlatacağım şeyleri yazarak anlatayım.

6 ay önce, önemli bir kariyer değişikliği yaparak TRT World’de Data & Insight Lead olarak göreve başladım. Bu değişiklik benim hayatımın tamamen değişmesine sebep oldu. Bugüne kadar hiç bilmediğim, hiç duymadığım, hiç görmediğim şeyleri öğrenme fırsatım olmuştu. Tabi sudan çıkmış balık gibiydim. Sanki yeni mezun olmuş bir mühendis gibiydim ve bunun sonucu olarak çok zorlandım.

Yazdıkça yazacaklarımı toparlayamayacığımı farkediyorum. Bu sebeple yazıyı bir kaç bölüme ayırmaya karar verdim. Birinci bölüm Yaptıklarım(ız) ve Yapmaya Çalıştıklarım(ız), ikinci bölüm Yapmak İstediklerim(iz), üçüncü bölüm Öğrendiklerim, ve son bölüm yaşadıklarım / duygularım olacak.

Yaptıklarım(ız) ve Yapmaya Çalıştıklarım(ız)
Yeni Medya. Aslında sorumlu olduğumuz her şey yeni medya ile ilgili. Peki nedir bu Yeni Medya? Yeni Medyayı anlamak için öncelikle yeni olmayan medya nedir onu bilmek gerekiyor.

Geleneksel Medya, günümüzde yaygın olarak kullanılan, gazete, dergi, televizyon gibi araçlarla tek yönlü iletişim kuran bir alandır. Herkese aynı içerik sunulur. Sadece ünlü olan kişilere yer verilir. (Zeki Müren espirisi) Televizyon hariç ulaşılması zordur. (Yakınınızda bakkal olmadığını varsayıyorum) Yapım aşaması uzundur ve yüksek maliyetlidir.

Yeni Medya, internetin birbirine bağladığı cihazlar ve sistemler arasında enformasyon akışının bireyin ve işletmelerin hayatında etki ettiği her noktayı inceleyen ve iletişimin çok yönlü olduğu bir alandır. Yeni medyada her şey kişiye özel tasarlanabilir. Ünlü olmanıza gerek yoktur, yeni medya da herkese yer vardır. Hatta özgün olursanız yeni medya ünlüsü bile olabilirisiniz. Bir mesaj ile herkese ulaşabilirsiniz. Maliyetler düşüktür ve kayıt düğmesine basmanız yeterlidir.

Aşağıda IDC konferansında yer verdiğim, Yeni Medya ve Geleneksel Medya arasındaki farkları anlatan slayta ulaşabilirsiniz.

Yeni medya, derya deniz. Sosyal medya hesapları, web-siteler, micro siteler… Nereye elimizi atsak veri akıyordu. Hatta öyle bir veri akıyordu ki, bu kadar veri ile ne yapacağımızı düşünmeden önce biz bu verileri nasıl tutacağız diye sorgulamaya başladık.

TRT World’de küçük ve çok harika bir ekibe sahibim. Ekibimde 3 kişi var. Yasin, Mehmet Emin ve Burak. Ekibimde olmasa da, tüm projelerde birlikte çalıştığımız Data Canavarı Berk de ekibin fahri üyesi. İkinci bir fahri üyemiz de Dijital ekibinden iletişim konusunda üstat Yavuz Selim. (2020 Edit: CRAWLERS)

TRT World’ün dijital hesaplarından akan milyonlarca veri var. Bu verilerin üzerine kurgulayacağımız projeler için öncelikle onları sürdürebilir bir şekilde elde etmemiz ve tutmamız gerekiyordu.

Bilgi İşlem ve Insight ekibi olarak, açık kaynak kodlu araçlar (open source tools) kullanarak bir veri akışı (data pipeline) oluşturduk. Bir cümle ile anlatmak ne kadar kolaymış. Ama yaparken gerçekten çok uğraştık. İşin ilginci, bu gibi projelerde en zor kısım kod yazmak değil bu işin mimarisi ve sürdürebilir bir şekilde çalışmasını sağlamaktır. Türkiye’de bir medya grubu bu işi daha önce yapmadığı için de her şeyi, kendimiz keşfedip yapmamız gerekti. Tekrar tekrar yazdığımız kodlar, altyapılar, tablolar, mimariler sonunda veri akışımızı ve üstüne kurduğumuz yapıyı kısmen tamamlamış olduk.

Sosyal Medya, web-siteler ve uygulamalar üzerinden akan veri, API kullanımı, scraping, vb. gibi yöntemlerle alınıp Kafka ile veri akışı sağlandıktan sonra, hem yapısal hem de yapısal olmayan yerlere kaydediliyor. Ardından bu verileri kullanılarak projelerimizi yapıyoruz. (Farkettiyseniz her şeyi çok detaylı anlatan ben, bu kısmı çok basit ve detaya girmeden anlattım. Hatta teknik terimleri kullanmaktan kaçındım. Bunun en büyük sebebi, bu bilginin “Fikri Mülkiyeti” olmasından kaynaklanıyor. Emeğe saygı, V1’e selam)

Şimdi geldik en heyecanlı kısma. TRT World’de bir çok projeye imza attık. Fakat bu projelerden 3 tanesi hem çok değerli hem de anlatması çok keyifli.

1- İçerik Potansiyel Tahmini

TRT World’deki 3. ayımda bir öğlen yemeği yerken “V1” ile karşılaştım. Hem yemek yiyor hem de muhabbet ediyorduk. Konudan konuya atlarken “Bir içeriğin ne kadar hit olacağını tahmin edebilseydik her şey daha kolay olurdu” minvalinde bir şey söyledi. Bu konuyu daha derinlemesine konuşmaya başladık ve perakendedeki ürünlerin attributelerini kullanarak tahmin edilmesine kadar geldik. Soru şuydu, bir içeriğin tüm bileşenlerini ayrı ayrı belirleyebilirsek ve bundan yola çıkarak geçmişteki içeriklerin etkileşimlerinden yola çıkarak bir model kurabilir miydik? Harika bir fikirdi. Ta ki, “V1” güzel fikir ama bunu siz yapamazsınız diyene kadar. Kafamdan kaynar sular döküldü. Bunu da yapamıyorsak, bizim orada ne işimiz vardı?

Kedi videoları her zaman çok izlenir. Fakat bir politik video her zaman çok yüksek etkileşim almayabilir. Soru şu: Bir kedi videosunun çok izlenmesindeki sebep her zaman kedi midir? Bir politikacının kedi ile tartıştığı bir video, sıradan bir kedi videosundan daha az mı izlenir? (Tabiki soru bu değil ama buna benziyor 🙂 )

Hemen ekibi topladım. Projeyi anlattım. Herkes çok heyecanlandı. Fakat nereden başlayacağımız ve nasıl yapacağımız konusunda hiç birimizin bir fikri yoktu. Daha doğrusu bu projeyi sürdürebilir bir şekilde kurgulamakta zorlanıyorduk. Önce amacımızı belirledik:

Bir editör, yeni bir içerik ürettiğinde, bu içeriğin alacağı etkileşimi 100 üzerinden tahmin edip, CMS’de (içerik yönetim sisteminde) bunu görmesini sağlayacak, yeni girilen her içeriğin sonucunu algoritmaya dahil ederek, kendini geliştiren bir model yazmak.

Bu amaç için proje adımlarmızı belirledik,

  1. Bugüne kadar yayınlanan tüm içeriklerin bileşenlerinin çıkarılması
  2. Bugüne kadar yayınlanan tüm içeriklerin etkileşimlerinin bulunması
  3. Bileşenler ve etkileşim kullanılarak tahmin algoritmasının geliştirilmesi
  4. Veri akışının oluşturularak, bu sistemin sürdürebilir bir şekilde çalışmasının sağlanması

İlk iş içeriklerin bileşenlerinin çıkarılmasını sağladık. İçerik Yönetim Sistemindeki her bir makaleyi ön işlem (pre-process), API ve son işlem (post-process) geçirerek parçalar ayırdık.

Ön ve son işlemler konusunda çok detaya girmeyeceğim. Metin madenciliği yapan kişilerin çokca bildiği, veri düzeltmelerin bol bol olduğu, her şeyin tamam olduğunu düşündüğüz an bir problem gördüğünüz, bir çok kural yazdığınız bir süreç. Hem zahmetli hem de yorucu bir süreçtir.

Makalede geçen ülkeler, şehirler, kurumlar, kişiler, önemli günler, önemli olaylar, ilgi alanları, konusu, resim olup olmaması, video olup olmaması, videonun süresi, vb. gibi bir çok kategoride bileşenlerine ayırdık.

Her bir içeriğin, bulunduğu mecraya göre, sayfa görüntülenme, etkileşimi, RT, FAV değerlerini topladık.

Çoğu kategorik olan bu bileşenleri modelleme sürecine giriştik. Bugüne kadar perakende sektöründe daha çok numerik değişkenlerle muhattap olmuştum. Bu sebeple kategorik değişkenlerin modellenmesi açıkçası biraz zorladı. Özellikle bu kategorik değişkenlerin Ordinal (sıralı) olmayışı, tamamen Nominal (atanmış) olması işleri daha da zorluyordu.

İki konu üzerine çok zaman harcadık. Dummy değişken oluşturulması ve Faktor Analizleri. (Yazar Notu: Yıl olmuş 2020 ve bunlar sizin için çok normal geliyor olabilir. Fakat 2016 yılında Türkiye’de bunları konuşan kişi sayısı emin olun çok azdı) Her bir kategorinin altında bir çok farklı alt başlık olduğu için ön işlem kısmında bunların çoğunu birleştirmiştik. Fakat yine de yüzlerce dummy değişkenimiz oluyordu. Faktör Analizleri ile en anlamlı olanları ile (yine 100 civarında) modelimizi kurmayı başardık.

İşin her aşaması zordu. Fakat en zoru, bu işin sürdürebilir bir şekilde çalışması ve ürüne dönüşmesiydi. Her yeni makale eklendiğinde, bileşenlerine ayrılması, tahmin yapılması, yazara sunulması, içerik yayınlandıktan sonra etkileşimlerin kaydedilmesi, modelin tekrardan buna göre çalışması ve bu sürecin problemsiz bir şekilde devam etmesi…

Peki bu proje ne işe yaradı daha doğrusu nerede niçin kullanılacak?

  1. Yazının başarı puanına göre, o yazı için ne kadar reklam harcanmasının hesaplanması
  2. Yazarların başarısının ölçülmesi
  3. Bileşen ve kategorik ölçüm sonuçlarına göre içerik önerisinin yapılması

2- Twitter’da Benzer Kişilerin Bulunması Algoritması

Twitter’ın bendeki yeri ayrıdır. Tüm sosyal medya araçları bir yana twitter bir yanadır. Çünkü Twitter API’sı tüm sosyal medya araçlarının API’lerini döver, ikiye böler, beşle çarpar. Hem kullanması kolaydır hem dokumantasyonu iyidir hem de diğerlerinin vermediği bir çok bilgiyi size sunar. Bu sebeple bir çok projemizin temelinde Twitter bulunuyor.

Bu proje ar-ge olarak başlayıp, ardından bir teze ve sonrasında farklı makalelere temel oluşturan, ufuk açıcı, öğretici, şaşırtıcı bir projedir. (V1 tarafından verilen bir görev neticesinde ortaya çıkmıştır. Fikir babası V1’dir.)

Öneri algoritmaları içinde çok popüler ve kimsenin dilinden düşürmediği iki örnek vardır. Birincisi Amazon’un kitap öneri sistemi. Ben de kaç sene sunumlarımda bu örneği vermişimdir. İkincisi Netflix’in öneri algoritması. Hadi bir üçüncüsü de benden olsun. Spotify’ın şarkı öneri sistemi. (Diğer ikisini sanki mahallenin muhtarı söyledi?)

Bu algoritmalar, sizin daha önceki alışveriş, izleme ve dinleme geçmişinize göre ya da oluşturduğunuz beğeni vb. listelerinize göre, benzer kullanıcıların aktiviteleriyle eşleştirip, bunu seven bunu da sever mantığıyla çalışır. Anlatırken ne kadar da kolay 🙂 Bir cümle anlatabildiğime inanamıyorum.

Twitter’da da sizin ilgilendiğiniz konulara ve o zamana kadar takip ettiğiniz kişilere göre, kimleri takip edebileceğinizi önerir. Farkettiyseniz, Amazon, Spotify, Netflix, Twitter ve diğer tüm araçlar, sizin hareketlerinize göre öneri veriyor. Bu öneriler size özel. Sizin hareketlerinize özel. Peki soru şu, ben şu 3 kitabı sevdiysem acaba hangi kitabı okusam çok severim sorusunun cevabını veriyor mu? (Bunu veren harika bir uygulama var. GoodReads’i kullanmıyorsanız tavsiye ederim. Yine kişiye özel listelere göre çözüm üretse de, farklı listeler oluşturarak başarabilirsiniz.) Ya da şu 3 şarkı benim hayatımın şarkısı, bu şarkıları döndüre döndüre dinliyorum. Bunun gibi seveceğim 3 şarkı daha olsa of ki ne of.

İşte biz bunu Twitter için yaptık. Biribine benzediğini düşündüğünüz N tane kişi girdiğinizde, size benzer M tane kullanıcı veren bir algoritma geliştirdik. Hatta test etmek için, TRT World’de çalışan 5 editörün kullanıcı adlarını girdik, bize diğer editörleri ve TRT World’de çalışsa ne güzel olur diyeceğiniz editör ihtimallerini verdi.

Bu algoritmanın detaylarını burada anlatmayı çok isterdim. Kullanıcıların aktiviteleri, takip ettikleri, takipçileri, içinde bulunduğu networkler, istatistikleri, vb. bir çok bilgi kullanılarak kurulan bu model sayesinde doğru kaynaklara ulaşmayı başardık. Peki bu ne işe yarayacak ki?

Bir aktivite düzenlediğimizi varsayalım. Veri Bilimi hakkında olsun. Bu aktiviteyi herkesi çağırmak yerine sadece ilgili olan kişileri çağırmak istiyorsunuz. Bunu yapabilmek için tek tek arama yapmanız gerekecek. Fakat bu algoritma sayesinde, veri bilimi ile ilgili yazan ya da ilgilenen bir çok kişiye 90sn gibi bir sürede ulaşabiliyorsunuz.

Tanzanya’da Politik haber yapan 5 kişiden yola çıkarak, 60 farklı kişi daha bulup bunların her gün tweetlerini çekiğinizi düşünün. Bu tweetleri anlık bir dahsboard üzerinde yayınlayarak, Tanzanya’nın politik haberlerini takip edebilirsiniz ve içerik üretme konusunda kaçırdığınız noktaları tek noktadan takip edebilirsiniz. Tüm ülkeler için bunu yapıp, Dünya Atlası üzerinde kişi başına atılan tweet sayısını da renklendirirseniz, son 1 saat içindeki tweetler sayesinde, Politik olarak dalgalanan ülkeleri rahatlıkla yakalayıp bir hikaye oluşturabilirsiniz. Bu sadece bir örnek. Biraz önce bahsettiğimiz örnekteki gibi, işe alım yapacağımız kişilerin belirlenmesinde de kullanabiliriz 😛

3- Referandum

2017 yılının en büyük olaylarından biri de Referandum’du. Türkiye, Anayasa değişikliği için referanduma gitti ve biz de ekip olarak bu tarihi olayı yakından takip ederek çeşitli projelere imza attık.

Birincisi, Twitter’da referandum için kullanılan hashtaglerin geçtiği tweetleri anlık olarak (Stream) çekip bunları Evet, Hayır ve Nötr olarak kategorize edip, yine anlık olarak dahsboardlarda yayınlamaktı.

İkinci proje biraz ilginç bir projeydi. Biliyorsunuz ki, her seçim sonrasında açılan sandıklarla ilgili büyük bir tartışma başlar. İlk başta açılan sandıktaki yüzdelerle sondaki yüzdeler neden farklı olduğu konuşulur. Bunun bir gizli bir oyun olduğundan falan bahsedilir. Biz de Referandum özelinde, yasak kalktığı ilk andan itibaren, anlık olarak AA tarafından gönderilen veriyi görselleştirdik. Sandıkların açılış yüzdeleri ve şehirlerdeki referanduma verilen oy değişimini aşağıdaki şekilde görebilirsiniz. Ortada oyun falan yok gençler rahat olun 🙂

Yapmak İstediklerim(iz) ve Yapamadıklarım(ız)

Yazının buraya kadar olan kısmı 2017 yılında yazıldı. Yani TRT World’den ayrılmadan önce. Buradan sonraki kısmı ise bugün yazıyorum. Aradan 3 sene geçmesine rağmen hala yapmak istediklerimiz aklımda.

Yukarıda yaptıklarımızın hepsinin bir amacı vardı. Bu amaçlara giden temel projelerdir. Haber Üreten Bir Araç yapmak istiyorduk. Yeni bir haberi yakalayacak, bu haberin kilit kelimelerini çıkaracak, bu kilit kelimelerinin üzerine bir metin yazacak ve bunu editörün önüne koyacak. Editör incelemeyi yaptıktan sonra yayınlayacak. Bu haberi yakalamak için, Twitter Network aracını geliştirmiştik. Bir sonraki aşamamız buydu

Her bir içeriğin, etkileşiminin tahmin edilmesini projesinin bir sonraki aşaması, hangi içeriğe ne kadar reklam verilmesinin otomatik karar verilmesiydi. İçeriklerin başarısının tahminin zaman ekseninde yapılması (yani bir içerik yayınlandıktan sonra tahminden sapmasının anlık olarak takip edilmesi) ve hangi içeriğe ne kadar reklam bütçesinin ayrılmasının optimize edilmesi olacaktı.

Bir diğer proje hedefimiz, Sosyal Medya üzerinden kişilerin yazdıkları metinlerden, saykometrik (Psychometric) profillerin çıkarılması ve bunların kategorize edilerek, hangi içerğin kime yönlendirilmesi gerektiğinin A/B testing ile karar verilmesiydi. 2016–2017 yıllarında Facebook — Cambridge Analytica skandalı ortaya çıkmıştı ve bizde bu konuda çalışmaya başlamıştık.

Bu projeleri anlatırken gerçekten çok güzel fakat, ilk 6 ayımda çok büyük bir ikilemle karşılaştım. Veri Bilimci ikilemi.

Veri Bilimci İkilemi. Bence günümüz piyasasında da yaşanan en büyük ikilemlerden biri de bu. Şöyle anlatayım. Sizden iyi bir veri bilimci tanımı yapmanızı istesem nasıl tanımlarsınız. En az 1 yazılım dilini bilsin, matematik, istatistik ve algoritmalar konusularına hakim olsun yeterli (mi acaba?) İşte günümüzde bu ikisini bilen insanlar kendini Veri Bilimci olarak tanımlıyor. Ama burada büyük bir eksiklik var. İş Bilgisi! (Domain Knowledge) Eğer yapılan iş hakkında hiç bir bilginiz yok ise, problemi çözmek için sadece algoritmalar ve programlama beceriniz sizin için yeterli olmayacaktır.

TRT World’de işe başladığımda, kendimi sudan çıkmış balık gibi hissediyordum. Tam 10 senelik sektör tecrübem vardı. 10 sene dile kolay. Çok iyi algoritma yazarım, kod bilgim var, veri akışı ile ilgili efsane tecrübelerim var, mimari desen benden sorulur ama “Geleneksel Medya, Yayın (Broadcasting), Sosyal Medya” problemleri hakkında hiç bir fikrim olmadığı için 100 olan gücüm otomatik olarak 50’ye düşmüş oldu. Bir çok makale okudum, AJ+ başarı hikayelerini inceledim, çeşitli danışman firmalarının çözümlerine baktım ama her şey havada kalıyordu. İşin içine girmeden, amiyane tabirle elinizi kirletmeden bu iş olmuyor, olmaz, olmayacak. Benim ne yaptığımı anlamam ve verimli bir şeyler ortaya çıkarmam 3 ay sürdü. Biliyorum 3 ay çok uzun bir süre. Bu kadar uzun sürmesinin sebeplerinden biri, Medya sektöründe yeni olmam, diğeri ise tamamen farklı bir kültüre adapte olup yepyeni şeyler öğrenmek oldu. 3 ay içinde o kadar çok şey öğrendim ve deneyimledim ki, sanırım hayatımdaki en öğretici zamanlar oldu.

Öğrendiklerim

2016–2017 senesi benim için çok öğretici geçmişti. San Francisco gezisi ve NRF konferansından sonra TRT World de eklenince, öğrendiklerim arşa değmişti. 2020 yılından baktığınız zaman, çok etkileyici olmasa da 2016 yılı için zamanın ilerisindeydi.

TRT World haberleşmesini Slack, proje yönetimlerini de Trello ve Jira üzerinden yapıyordu. O zamana kadar çalıştığım şirketlerde bu uygulamaları bu kadar verimli kullananın görmemiştim. Proje yönetiminde Agile (Çevik) yönetim hakimdi ve haftalık, günlük toplantılarla projeler dolu dizgin ilerliyordu. Açık kaynak kodlu geliştirmeye önem veriliyordu ve Github’ı ilk orada kullandım. Python’da proje geliştirme ve bu geliştirilen projenin devreye alınmasındaki aşamalar harika bir tecrübeydi.

O güne kadar PC kullanan ben, Mac kullandım. İlk 2 hafta gerçekten çok zordu fakat sonrasında çok memnun kaldım. Oyun oynamıyor, kod yazıyor ve Excelle hiç işim olmaz diyorsanız Mac harika bir cihaz. Fakat oyun ve excel sizin için önemliyse, Mac’den uzak durun. Diğer herşey için Mac.

Son olarak, TRT World’deki en farklı deneyimim iletişim oldu. İletişim dili İngilizce olan bir yerde çalışmamıştım. Direktörüm Riyad (Güney Afrika), diğer yönetici arkadaşlar Ned (GA), Mak (GA), Derrick (ABD) ve Hüseyin (Türk). Güney Afrika İngilizcesini anlamak gerçekten uzun sürdü. LAGli yaşıyordum. Hele ilk zamanlarda toplantılarda konuşulanları anlayamıyordum. Her hafta pazartesi günleri yapılan toplantıları pür dikkat dinliyordum fakat anlamam 5sn gecikmeli oluyordu. Herkes bir espriye güldükten 5 sn sonra gülüyordum. Fakat 2 aydan sonra artık alışmıştım. Güzel bir tecrübeydi.

Duygularım ve Son Söz

15 Temmuz sonrasında bana kapılarını açan, harika bir ekiple çalışma fırsatı veren, İstanbul’un en güzel manzaralı ofisine sahip, çok güzel insanlarla tanıştığım güzide yer TRT World.

Çok uzun bir serüven değildi. LC Waikiki benim doğduğum yerse, TRT World gençliğimi geçirdiğim yer olarak tarihe geçti. (Koton da gençliğimi elimden aldı 😀 10 yaş yaşlandım. O güzel ekibim olmasaydı 20 yaş yaşlanırdım) Start-up kültüründe çalışmak, büyüyen bir organizasyonun parçası olmak, Türkiye’de ilk defa yapılan işlere imza atmak benim için harika bir tecrübeydi.

TRT World’e girmeme vesile olan üstat Uğur T.’ye, V1’e, Riyad’a ayrı bir teşekkür etmek istiyorum.

Duvarlar, ofisler, bahçeler, manzaralar… Hepsi iyi ve güzel insanlarla anlamlı oluyor. Yıllar sonra tekrar birlikte çalıştığımız sevdiğim insan Abdurrahman Abi, cuma yoldaşları güzel insanlar Fatih Abi ve Mustafa Abi, renk körü olduğuma benden daha çok üzülen UX Magician Burak, Hüseyin başkan ve güzel ekibi, V1, V2 ve tabiki Datahon Fatihi Crawlers. Yasin, Yavuz, Berk, Mehmet Emin ve Burak. Sadece bu 5’li ile tanışmak bile TRT World’de çalışmam için yeterliydi.

Böylece, 3 yazıdan oluşan ve tamamlanması 3 sene süren yazı dizimize de burada nokta koyuyoruz. Umarım keyifli ve faydalı bir yazı olmuştur.

Sabri Suyunu

tarihinde yayınlandı 2 Yorum

LC Waikiki’ye Veda Ederken

Merhaba;

İçinizdeki ışığın evreni aydınlatmasının, varlığınızla gurur duyulup yokluğunuzun aranmasının ve baki kalan şu kubbede hoş bir seda bırakmanın tek bir şartı var:

“İnsan sevdiği işi yapmalı her ne olursa olsun.”

Veda etmeden önce, beni tanımayanlar için kendimi tanıtmak isterim. Daha tanışmadan vedalaştı demeyin arkamdan.

Google arama motoruna Sabri yazdığınızda aşağıdaki sonuçlar çıkar. İnternet üzerinde Sabri isminin verdiği zorluğa rağmen, ismimi her zaman çok sevmişimdir.

Sabri Kimdir

Ben Sabri Suyunu. 1984 yılında İstanbul’da doğdum. 2007 Yılı Kasım ayından beri LC Waikiki’de çalışıyorum. Sabah 06:30’da evden çıktığım ve 19:30’da eve gittiğim düşünüldüğünde, 24 saatimin 13 saatini bu ailede geçiriyorum. Yani %54. Ailemden, dostlarımdan, arkadaşlarımdan daha çok vakit ayırıyorum bu müesseseye. Yani hem ailem, hem dostum hem de en iyi arkadaşım oluyor LC Waikiki.

Ben LC Waikiki’de doğdum. Üniversiteden mezun olur olmaz LC Waikiki’de işe başladım. Bu süre zarfında, evlendim, askere gittim, araba aldım ve Allah’ın en büyük hediyesi olan bir çocuk sahibi oldum. Bunların hepsi olurken benim ailemin yanında LC Waikiki vardı. Başka şirkette ne oluyor bilmiyordum. Bilmeme de gerek yoktu. Mutluydum. Ama

Bugün ailemden ayrılıyorum.

Tamam her şey toz pembe değildi. Sıkıntılar yaşadım. Ama bağlılığımı kaybetmedim hiçbir zaman. Bağlılığım düştü ama toz kondurmadım LC Waikiki’ye. Herkese şirketimi anlatıyordum. Yaptığımız işleri, çalışma ortamını, değerlerimizi anlatıyordum. Vizyonumuzdan bahsediyordum. Şirkette işler iyi gitmese de anlatmaya devam ediyordum. 8 sene içerisinde 10’dan fazla pozisyon değiştirdim. 10’dan fazla yöneticiye de direkt bağlı olarak çalıştım. Bu süreç beni çok yordu ama çok da şey öğretti. Kimlerle çalışmadım ki, Osman Şentürk, Serkan Ulukaya, Cemil Yıldız, Erdem Çalışkan, Mesut Akyıldız, Hakan Uğur, vs. Sonra ben yönetici oldum. Uzman Yardımcısı olarak başladığım serüvende Müdür olarak görev aldım 2012 yılında. LC Waikiki’nin en genç müdürlerinden biri oldum. Benimle beraber 4 kişilik bir ekibim vardı 10 kişi olduk. Yeni bir mezun olarak girdiğim bu şirkette bir çok şey öğrenmiştim. Serkan Bey’den aldığım bayrağı daha ileriye taşımak için çalışmaya başladım.

Bayrağı biraz daha ileri taşımak için kolları sıvadım. Serkan Bey’i teknik olarak geçmemin imkanı yoktu. Elimden geleni yapacaktım. Ekibimle Otomatik Sevkiyat Sistemlerinde harika işler çıkaracaktık.  Yurtdışı açılımında en önde olacaktık. Farklı departmanlarla ortak bir çok başarılı proje yapacaktık. Departmanın rotasını optimizasyona çevirecektik. Tekstil perakendesinde bir ilk olan ve IBM’in iki organizasyonunda ve bir çok üniversitede başarısı hikayesi olarak anlatılan “Mağazalar Arası Transferin Optimizasyon ile Çözülmesi” projesini devreye alacaktık.

Bunların dışında, farklı yetkinlikler kullanmanın zamanı gelmişti. Bu veda yazısında teknik başarıları anlatmayacağım. Anlatsam zaten sayfalara sığmayacaktır. Bu sebeple geçmişe dönüp yaptığımız garip işlere bir bakalım. Evet, Bir yönetici olarak, bazı şeyleri olması gerektiğinden farklı yaptığım doğrudur. Bir duyuru maili, bir organizasyon, bir iş arama süreci, hep olması gerektiğinden farklı ilerledi benim yöneticiliğimde. İlk olarak Duyuru Maillerinden başlayalım. Daha önce yazdığım bir mail örneği bulunmaktaydı. Aşağıda da farklı duyuru maili örnekleri bulunmaktadır.

Merhaba;

Aşağıda bir şairin Allocation hakkında yazdığı şiir bulunmaktadır. Bu şiiri okuyup aşağıdaki soruyu tarafıma cevaplamanız istenmektedir. İlginiz için şimdiden teşekkür ederiz.

Şiir
Bir allocator yoktur ki açmamış olsun ekran-ı rezerve
Girer gece gündüz rezerve bakarak sadece geçmişe
Bulmuş “şu kadar haftaya tamamla” diye bir parametre
Doldurur tüm mağazaları elinden geldiğince

Şiirin çözümlemesi
Şair, yukarıdaki dizelerde bir allocatorun rezerve girerken yaptıklarını anlatmaya çalışmıştır. Allocatorların gece gündüz çalıştığını vurgulayan şair, rezervelerin sadece geçmişe bakılarak girdiğini iddaa etmiştir. Rezervelerin şu kadar haftaya tamamla diye bir parametre ile girildiğini ve mağazaların doldurulmaya çalışıldığından dem vurmuştur.

Soru:
Bir Allocator neden rezerve girerken “… haftaya tamamla” mantığına göre rezerve girmektedir? Bu bir ezber midir yoksa arkasında bir mantık var mıdır? Tam olarak bu şekilde rezerve girerken ne yapılmak istenmektedir? Detaylı olarak cevaplarınızı bekliyoruz.

Dikkat
Cevap veren kişiler arasında yapılacak çekilişte sürpriz bir hediye verilecektir. Cevabın doğruluğu bizim için önemli değildir. Cevpalar 3. Şahıslarla paylaşılırken isminiz gizli tutulacaktır.

Aaa rezil olurum yanlışsa” “Yazıyozda noluyo” “Çok biliyorsan kendin cevapla
Bugüne kadar söz verdiği çikolataları alsın önce” gibi düşünceleri aklınızdan çıkarın.
Aaa rezil olurum yanlışsa” –> Rezil olmayacaksınız, yanlış da olsa isminiz bizde gizli kalacaktır.
Yazıyozda noluyo” –> Yazıyosunuz ve biz sizin yazdığınız her şeyi değerlendiriyoruz. Şirkete katkınız oluyor
Çok biliyorsan kendin cevapla” –> Çok bilmiyorum. Öğrenmek için soruyorum. (Şaka şaka biliyorum ki cevabı ben)
Bugüne kadar söz verdiği çikolataları alsın önce” –> Bugüne kadar söz verip de almadığım çikolata mı varmış? (Evet var, borcum neyse öderim (ÖDEMEDİ))

Eğer bu maili, klasik cümlelerle yazsaydık, 40’a yakın kaliteli cevap alamazdık. Allocatorların içindeki şair ruhu ortaya çıkaramazdık. Bu cevaplardan bir kitapçık çıkarıp allocatorlara yollayamazdık.

Bu da bir diğer duyuru maili:

Merhaba Sevgili Şiir Severler;

Yo! Birazdan okuyacağınız şiirdeki gizli mesajımızda, sorularınıza dönüş için maksimum süre hedefimizi açıklamaktayız.
Analitik Sanat Ekibi

Dönüjem Ben Sana
Hey sen alokeytır!
Email at hadi yardır.
Doluluğun düşer rezerven onaylanmazsa,
En güzeli sen buyer grup kaydır!

Fena olmaz aslında onay doğru çalışsa…
Belki bi bildiği vardır, sistem ne de olsa (!)
Eğer olay hala çok karışıksa,
Şüphe etme sor bize elbet cevabı vardır!

Sorular sorular sorular…
Analitikçiler sırayla cevaplar.
Analiz edecek dönecek elbet sana,
Termini gör mısraların başında!

Artık mail ya da forumdan sorduğunuz sorulara cevabımızı hedef saatler içinde vereceğiz. So Check it out man!

Not: Şair, söz yazarı, bestekar Melih Çelik’e teşekkürlerimi sunarım 🙂

Beş saat kuralında o kadar başarılı olamadık belki ama yine de etkiliydi bence 🙂

Departman olarak, hep organizasyonların peşindeydik. Guitar Hero partylerinden Kelle Paçacılara kadar bir çok yere gitmiştik. Fakat, iş senelik departman bütçesini yemeye gelince asıl organizasyon orada ortaya çıktı. GOYDOY. Goy goy ve Doymak kelimelerinin birleşmesi ile ortaya çıkan GoyDoy, her sene 1 tane düzenlenen bir organizasyona dönüştü. Temelde, belirlenen bir muhitteki en lezzetli yemekleri ufak porsiyonlar şeklinde yemeye odaklanan aynı zamanda muhabbetin de dibine vuran bir organizasyondu. Birincisi 2013 yılında Sirkeci-Eminönünü-Beyazıt’ta, İkincisi ise 2014 yılında Beyoğlu-Taksim’de düzenlendi. www.goydoy.com adresinden aktivitelerimizi takip edebilirsiniz. Ya da google’a “eminiönde ne yenir” yazsanız hemen çıkar zaten 🙂

Biz hem goy goy yapan hem de en güzel yemekleri keşfetmek için sokak sokak dolaşan bir grubuz. Geziyoruz, yiyiyoruz, goy goyun dibine vuruyoruz.

GoyDoy 19 Nisan 2014 tarihinde ilk turu ile başlayacak. Amacımız önce İstanbul, sonra Türkiye ve en sonunda Dünya’daki lezzetleri keşfetmek.

Yediğimiz içtiğimiz bizim olacak ama yine de fikir sahibi olmanız için buradan hem gittiğimiz yerleri hem yediklerimizi hem de içtiklerimizi buradan yazacağız.

GoyDoy.com’dan bir yazı:

Türk Kahvesi – Şark Kahvesi – Beyazıt Kapalı Çarşı

Nuruosmaniye , Mercan ve Beyazıt arasında yer alan Kapalıçarşı 64 cadde ve sokağı , iki bedesteni , 16 hanı , 22 kapısı ve yaklaşık 3.600 dükkanı ile dünyanın en eski ve en büyük alışveriş merkezlerinden biridir. 45.000 metrekare kapalı alana sahip olup, içinde yaklaşık 20.000 kişi çalışmakta ve mevsimine göre günde 300 ile 500 Bin arasında ziyaretçi almaktadır.

Efsaneye göre, İstanbul’un altı birbirine bağlı dehlizlerle kaplıymış. Hatta bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bir yerinden de giriliyormuş ve tünel, denizin dibinden devam edip taaa Kınalıada’ya kadar gidiyormuş.

Tüneller Kapalıçarşı’nın altından da geçiyormuş tabii. Hatta şu an, Çarşı’nın gizli tutulan bir yerinden girilebiliyormuş bu tünellere… Buralarda yemek takımı üzerine çalışan gümüş kaplama atölyeleri varmış. Yerin dibindeki yere ruhsat verir mi belediye? Hepsi kaçakmış bunların… Çalışanlara da işe başladıkları gün, dehlizlerden kimseye bahsetmeyeceğine dair Kur’an’a el bastırılıp, yemin ettiriliyormuş.

kapali carsi

Tüneller çarşının altından başka yerlere doğru da gidiyormuş ama buraları kullanmak kesinkes yasakmış. Bir keresinde hazine meraklarından, üç-dört işçi çocuk ilerilere gitmeyi denemiş.

Dehlizler labirent gibiymiş. Çocuklardan sadece biri geri dönmeyi başarmış, diğerleri yollarını bulamayıp tünellerde kaybolmuş. Dönen çocuk da (Allah muhafaza) aklını oynatmış. Çünkü ileriki kısımlar, iskeletlerle, insan boyunda böceklerle, farelerle filan doluymuş. Bu çocuk bir daha hiç “yeryüzüne” çıkmamış. Bütün gün dehlizlerdeki atölyelerde filan dolaşıyormuş, kim ne verirse onu yiyip, gece de artık nerede sızarsa orada uyuyormuş. Arada da yine tünellerin ilerilerine gidip birkaç gün kayboluyomuş ortalıktan. Döndükten sonra hiç birşey yiyip içmeden gözlerini öyle bir noktaya dikip, bakıp duruyormuş günlerce.

GoyDoy ekibi olarak bu dehlizleri araştırmak ve gizli hazineleri bulmak için Kapalı Çarşı’ya gittik. Saatlerce aramamıza rağmen gizli girişi bulamadığımız için pek ilerleme kaydedemedik. Sonuç olarak o kadar çok yorulmuştuk ki – aslında programımızda olmamasına rağmen – bir soluklanmak adına Kapalı Çarşının merkezinde bulunan tarihi Şark Kahvesi’nde bulduk kendimizi. Buraya Kapalı Çarşı esnafı olan astronottoman’ın tavsiyesi üzerine gittik. Kalabalık olmamıza rağmen yer bulabildik. Türk Kahvelerimizi sipariş ettik. Yanında lokumu ile birlikte servis edilen kahvelerimizin siz diyin kırk ben diyim yüz kırk yıl hatırı vardı. Kahvenin yanında edilen dost sohbeti ile sade kahveler bile tatlanmıştı muhterem okuyucular.

sark_kahvesi

Siz siz olun yolunuz Kapalı Çarşı’ya düşerse Şark Kahvesi’nde bir Türk Kahvesi için. Söylentilere göre dehlizlerden dönen çocuk ayda bir defa bu kahveye gelirmiş. Sadece bir Türk Kahvesi söyler, soğuyana kadar gözünü ayırmadan kahveye bakar, sonra tek dikişte içip hesap ödemeden gidermiş ve bir anda gözden kaybolurmuş. Belki bir gün siz de bu genci görebilirsiniz.

Adres: Yaglikcilar Cad. 134 Isbank yani Kapalicarsi / iSTANBUL

Telefon: +90 212 512 11 44

Web: http://www.sarkkahvesi.com/

Departmanda 1.5 senemi tamamlamıştım. Kadromu genişletmek istediğim için, şirket içine ilan açmayı planlıyordum. Daha önce şirket içine açtığım ilanlardan dolayı ağzım yanmıştı ve yoğurdu üfleyerek yiyordum. Dışarıdan çok sevimli bir departmandık, çok güzel işler yapıyorduk, sevenimiz çoktu ama ne zaman şirket içine bir ilan açsak, 5’ten fazla başvuru olmuyordu. Evet yanlış duymadınız. 5. Bu sebeple, bu sayıyı arttırmak için internette araştırma yaptım. Şirket içi pozisyon ilanlarının çok klasik olduğuna karar verdim. Sonuç olarak, farklı ve ilgi çekici bir ilan yayınlamaya karar verdim. İnsan Kaynakları bunu kabul etmedi. Ben de onlara ilanı yayınlamalarını söyledim. İlan yayınlandıktan sonra, gelen ilan mailini forwardlayarak aşağıdaki çalışmayı yolladım herkese:

İş Analitiği ve İş Geliştirme Uzman Yardımcısı ilanımız şirket içinde yayınlandı. İlanımıza başvurmadan önce bu departmanda çalışmak için uygun olup olmadığınızı test edebilirsiniz. (Büyütmek için üstüne tıklayınız)

uygunluk testi

Buna rağmen başvuru sayısı 5’i geçti mi? Tabiki hayır 🙂

Şirket içinde gerekli talebi bulamayınca, yeni bir proje tetiklendi. Bugünkü adı ProFashionals olan fakat bizim deyimimizle “Back to School” (Aman ne yaratıcı bir isim 🙂 ) olan proje. Üniversitelerin Endüstri Mühendisliği bilim dallarının lisans bitirme projelerine destek olma kararı aldık. Şirketimizin de desteği ile 6 üniversite ile görüştük ve aynı sene bir çoğu ile proje yaptık. Sene sonunda çok güzel bir organizasyonla da noktayı koyduk.  Burada bu organizasyon hakkında detaylara bakabilirsiniz.

Son olarak, Departmanımızın tek sayılık dergisinden bahsetmek istiyorum. Sadece 1 sayı çıktı ama dolu doluydu. Bu dergi ile kendimizi anlatmak istedik. Ne iş yaptığımızı, neylerle uğraştığımızı kendi tarzımızla anlatmak istedik. Aslında sosyal insanlar olduğumuzu göstermek istedik. Aşağıda bu dergimizin giriş kapağı bulunmaktadır.

dergi

Evet bunlar yaptıklarımızdan birkaç örnek. Bir de yapmak isteyip de yapamadıklarımız var. Neler mi?

  1. “Bir toplantıda yapmak isteyip de yapamadıklarınız” konulu video
  2. İş Analitiği departmanı oyuncuları ile LC Waikiki reklam çekimi
  3. İş Analitiği ve İş Geliştirme Departmanı için MANGA
  4. Piknik (Pardon sonunda yaptık di mi onu 🙂 )
  5. Edirne’ye ciğer yemeye gitme
  6. Kağıt bardaklardan Speed Stacks yarışması (Bu hep aklımdaydı ama kimsenin haberi yoktur)
  7. Ekip olarak şirkette Counter Strike oynamak (Son 1 haftadır internet cafede oynarak kısmen yaptık bunu da)
  8. Lasertag, paintball, go kart (Departmanın hepsi gelsin diye beklersen olmuyormuş bu işler 🙂 )

Eveeeet. Bu uzun yazıyı da bitirmenin zamanı geldi. Bugün bu güzel şirketten ayrılıyorum. Bazen aklıma gelirdi. Acaba ben LC waikiki’den ayrılabilir miyim diye. Bağlılığım o kadar yüksekti ki, hayal etmekte zorlanırdım. Çevremdeki insanlar benim LC Waikiki’den hiçbir zaman ayrılamayacağımı söylerdi. Ama işte ben de gidiyorum.

Ben şirketimi seviyorum. Seviyorum, çünkü görüşüm, dinim, ırkım ne olursa olsun bana saygı duyuluyor. Seviyorum, çünkü bana bugüne kadar bir çok şey öğretti ve öğretmeye devam ediyor. Seviyorum, çünkü evime ekmek götürmeme aracı oluyor. Seviyorum, çünkü bir amaç uğruna çalışıyorum. Bugün ben kızgın ya da dargın ayrılmıyorum. Bugün ben üzgün ayrılıyorum. İnsan sevdiğinden hiç mutlu şekilde ayrılır mı?

Başta Sn. Mustafa Küçük olmak üzere, bugüne kadar bana emeği geçen tüm yöneticilerime; Birlikte çalıştığım tüm birimlerin yöneticilerine ve ekiplerine teşekkür ederim.

Bir yönetici, başarılı olmak için bir çok özelliğe ihtiyaç vardır. Objektif olmak, analitik düşünme, ifade yeteneği, ikna yeteneği, vs. Fakat, bu yetkinliklerden çok daha önemli olan bir şey varsa o da iyi bir ekibe sahip olmaktır.

LC Waikiki’de sahip olduğum en değerli şeylerden biri olan, beni ben yapan, beni başarılara sürükleyen, çalıştığım süre boyunca her zaman beni destekleyen, sevgili ekibim İş Analitiği ve İş Geliştirme Ekibine çok teşekkür etmek istiyorum. İyi ki varsınız, iyi ki benim ekibimsiniz.

Buradan tüm çalışma arkadaşlarıma ayrı ayrı ismen teşekkür etmek isterdim. Yazmaya başladım. Fakat o kadar uzun bir liste oldu ki, tamamlayamadım. Korktum birilerini atlarım diye. O yüzden siz özel insanlar, kusuruma bakmayın.

Sevgili LC Waikiki! Bugüne kadar bana kattığın her şey için teşekkür ederim. Benim ailem oldun. Kardeşim oldun. Arkadaşım oldun. En iyi arkadaşım oldun Waikiki. Tekrar Görüşmek Üzere. Allah’a emanet ol.

Sabri Bey ne yapıyorsunuz?
Bunu, bunu alın dışarıya
Alalım. Alalım sizi dışarıya. Sizi dışarı alalım

Beni benimle bırakmak istemeyenler için gelsin:
E-Mail: sabrisuyunu[at]gmail[dot]com
Web Sitesi: http://suyunu.com/
Twitter: https://twitter.com/suyunu
Facebook: https://www.facebook.com/suyunu
Instagram: https://instagram.com/suyunu/
Pinterest: https://www.pinterest.com/suyunu

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Allocation – Sezon İçi Yönetim Nedir?

Aşağıda okuyacağınız yazı, LC Waikiki İş Analitiği ve İş Geliştirme Departmanı tarafından çıkarılan Analything adlı bültenden alınmıştır. Yazı benim tarafımdan kaleme alındığı için burada yayınlıyorum. Bu yazıda Allocation nedir, Allocator ne iş yapar anlatmaya çalıştım. Şirket içinde yayınlanan halinde bazı değişiklikler yaptım.

Not: Google üzerinden web siteme gelen kişileri incelediğimde Allocation ve Allocator kelimelerinde artış olduğunu gördüm. Bu yazının Allocation alanında çalışacak kişilere ön bir bilgi vermesi dileğiyle. Keyifli okumalar dilerim.

Sezon içi yönetim (Allocation) gerçekten zor mu? Ali, Veli, Pelin

Giyim Perakendesinde bir döngü bulunur. Eğer uzak doğuda üretim yaptırıyorsanız bu döngü çok daha aşikardır. Hele hızlı moda denilen sektörün lideriyseniz bunu bilmemek imkansızdır. Bu şirkette herkesin bildiği döngü şu şekildedir.

grafik

Satışa sunulmadan 9-12 Ay kadar öncesinden hangi ürünlerin ne kadar üretileceği belirlenir. 6-9 ay öncesinden üretim siparişleri verilir. 0-3 ay öncesinden ürünler lojistik merkezine gelir. İşte o ürünler o merkez depoya gelir ya, sezon için yönetim denilen süreç başlar.

Sezon içi yönetim (Allocation). 3 kelime. Bu 3 kelime ne kadar zor olabilir. Ürünler merkez depoya geliyor ve mağazaya yollanıyor. “Ürün burada, mağaza şurada, planda ortada. E hadi yollasana” demek o kadar da kolay değil.

Aslında her şey 12 ay önce başlıyor. Yani planlama sürecinde. Her bir ürünü ilgili mağazalara planlıyoruz ve bu plana göre üretim yaptırıyoruz. Buna rağmen neden halen ürünleri mağazalara yollamada sıkıntı yaşıyoruz? Bu sorunun bir tane cevabı yok. Bir çok cevabı mümkün. Mesela, Planlamanın 1 sene öncesinden yapılması, Mağaza gruplamasının yeterli olmaması, üreticiden ürünün zamanında gelmemesi, ürünün planlandığı haftalarda hava şartlarının beklenenin dışında gerçekleşmesi, ekonomik durumlar, inspectiona takılma, beklenen satışların gerçekleşmemesi, kapasiteden fazla ürün planlanması, vs. Bunun gibi birçok neden sayılabilir. Eğer her şey harika olsaydı ve saydığımız ve sayamadığımız sebepler beklendiği ve istenildiği gibi olsaydı sezon içi yönetim o kadar da zor olmazdı.

analitik

Ürün merkeze geldikten sonraki süreci biraz daha detaylı inceleyelim ve biraz da matematik ile süsleyelim. Ürün merkez depomuza geldikten sonra inspection ve depolama aşamalarından geçiyor. Sonrasında ürünler rezerveye hazır hale gelir ki sezon içi yönetim (allocation) buradan itibaren başlar.

Ali (Allocator’ın kısaltması olarak kullanılacaktır) pazartesi günü sabahın köründe şirkete gelmiştir. Coşkun Abi’den tost mu yoksa kapıdaki simitçiden açma mı alayım ikileminde kaldıktan sonra Veli’nin (Diğer Allocator) aldığı simide ortak olurum diyerek X-Ray cihazından geçmiş ve kartını evde unutmadığına şükrederek sırıtarak merdivenlerden çıkmaya başlamıştır. Ali masasına ulaştığında o gün yapılacak işlerin listesini çıkarmak için defterinin beyaz bir sayfasını açmış ve yazmaya başlamıştır.

  1. Trading Toplantısına katılınacak
  2. Projeksiyon yapılarak mağaza ihtiyaçları belirlenecek
  3. İlk Sevkiyatlar yapılacak
  4. Haftasonu satışı desteklenecek
  5. Transferler çalışılacak
  6. Veli’nin simidi yenecekti ama bunu bire yazmalıydım aslında
istihbarat

Kahvaltısını beleşe getirmenin ve Trading toplantısı ile güne başlamanın verdiği mutlulukla raporlarını çekmeye ve güncellemeye başlar. Veli simidinin yarısının yendiğini görünce küplere biner ama küpler hala dönmektedir ve o lap diye düşer. Pelin (Planner’ın kısaltması olarak kullanılacaktır) durumu fark etmiş ve arkadaşlara acele etmesini söyleyerek trading toplantısının yapılacağı odaya geçmiştir.

Trading toplantısı her zamanki gibi çok heyecanlı geçmektedir. Ürünler bir birleriyle yarıştırılmakta ve en iyi satandan en kötü satana göre sıralanmaktadır. Ali bir en iyi ürüne bir de en kötü ürüne bakarak haftasonu yaptığı mağaza ziyareti gözlemlerini katılımcılara aktarmaktadır. Toplantıda sonuç olarak bir strateji belirlenir ve ilk sevkiyat, rpt planları üç aşağı beş yukarı karar verilmiştir.

Ali masasına döndükten sonra Pelin ile tekrar bir araya gelerek spesifik olarak hangi ürünün bu hafta ilk sevkiyatının yapılacağını, hangi ürünlerin rpt yapılması gerektiğini, transfer ve iade planlarını konuşur ve iş planını günceller.

Önce mağazalarının durumunu incelemek için dönmeyi bırakmış olan Kapasite raporunu kullanarak projeksiyonunu yapar. Mağazaların ihtiyaçlarını belirler. Bu ihtiyaçları karşılamak için 2 + 2 seçeneği vardır. İlk Sevkiyat, RPT (2) yaparak ihtiyacı karşılamak veya Trasnfer, İade yaparak (2) ihtiyacı şekillendirmek.

yuksel

O anda üzücü bir haber alır. Yere düşen Veli hastaneye kaldırılmıştır. Tek başına kalmıştır. LC Waikiki’de tek bir allocator kalmıştır. O da Ali. (One man, one allocator, one destiny – dan lafontaine)

Elleri terlemesine rağmen sakinliğini korumaya çalışmaktadır. İlk olarak İlk Sevkiyat ve RPT yapmayı tercih eder. Hesaplamaya başlar.

Ürün yollayacak 1 Lojistik Depo ve ürünü alacak 400 Mağaza var. An itibari ile 4.000 farklı ürün var. Beden detayında düşünürsek 25.000 SKU anlamına geliyor. Bunlardan bir kısmı ilk sevkiyat bir kısmı ile de Replenishment yapacağım. Bunu yaparken aynı zamanda mağazaları patlatmamam gerekiyor. Yani dolulukları da göz önünde bulundurmam lazım. Tabi unutmadan kısıtlı stoklarıda en iyi satacak mağazalara yollamam lazım. Ya en zor olanı da koli bazında yollama kararı. Yok M bedeni satmış XL satmamış ve stok şişme yaşamasın ama satış kaybı da olmasın. İlk sevkiyatta kaç koli yollayacağım, Replenishmentta nasıl tahmin yapacağım. Mağazaların bir de alım limiti var. Veliiiiiiii, Allah seni bildiği gibi yapsın!
Şimdi bir ara verelim ve Ali’nin akıl hastanesine kaldırılmasına sebep olan problemi inceleyelim.

allocation

Ürün detayında sevkiyat yaptığımızı düşünürsek 400 Mağaza ve 4.000 ürüne rezerve girmemiz gerekiyor. Yani 400 x 4.000 = 1.600.000 tane karar verilmesi gerekiyor. Bu kararı verirken üç önemli hususu göz önünde bulundurması gerekiyor. Mağazaların alım limiti; her bir mağazanın bir limiti yani toplamda 400 kısıt bulunmakta. Grup ve Kategori dolulukları; 22 Grup için 22 x 400 = 8.800 kısıt, Grup – Kategori için 22 x 10 x 400 = 88.000 kısıt bulunmakta. Bunların dışında replenishment yaparken koli yollama kararını vermesi için her birini beden detayında incelemesi gerekiyor.

Eğer bu kararı SKU detayında vermesi gerekseydi (beden detayında rezerve girseydi), 400 x 25.000 = 10.000.000 tane karar olacaktı. Diğer kısıtlar aynı şekilde olacaktı.
Sonuç olarak, 1.600.000 ya da 10.000.000 farklı kararı verirken birbirine bağlı 400, 8.800 ve 88.000 kısıtı gözetmesi gerekecekti.

Sonuç olarak, merkez depo(lar)dan, mağaza(lar)a, çeşitli kısıtları ve değişkenleri (hava durumu, ürün karışımı, haftanın günü, vs.) göz önünde bulundurarak, ürünleri yollama kararını verme işine allocation (sezon içi yönetim) denir. Allocation zurnanın zırt dediği yerdir. Tasarım, planlama, üretim, inbound lojistik, inspection, depolama yapılmış ve son adım olan ürünler mağazalara yollanacaktır. Yani en son adımdır allocation. Bu karar ne kadar doğru verilirse ürünler o kadar iyi satışa dönüşecektir. Ne kadar kötü olursa, hem satan ürün engellenecek hem de iade maliyeti ortaya çıkacak ya da indirim yapılacaktır.

Kolay gibi görünse de aslında Merchandising’in en zor kısmıdır Allocation. Şimdiden tüm allocatorlara ve allocator adaylarına kolay gelsin 🙂

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Durumsal Liderlik Hakkında Özlü Bir Yazı

7 seneye yakın süredir çalışmakta olduğum bu güzel şirkette çeşitli eğitimler aldım. Hem teknik konularda hem de davranışsal konularda Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen kişileri ile tanışma fırsatı bulum. Şirketime bana sunduğu bu imkanlardan dolayı ne kadar teşekkür etsem azdır.

Bu eğitimlerden bazıları gerçekten çok etkiliydi. O kadar etkiliydi ki eğitimden çıkar çıkmaz öğrendiklerimi uygulamış ve çok pozitif geri dönüşler almıştım. Bu eğitimler, Sühan Bey’in verdiği Yönetim Yetkinliklerini Geliştirme Eğitimi, Nilhan Hanım’ın verdiği Atılganlık Eğitimi, Erdem Bey’in önderliğinde yaptığımız ve şirket dışında gerçekleştirilen tüm günlük uygulamalı eğitimler (Summitlerdeki eğitimler) ve son olarak da Bülent Bey’in verdiği Durumsal Liderlik (Çok Boyutlu Liderlik Eğitimi).

Durumsal Liderlik etkili bir liderlik sağlayarak, zaman içinde, performanslarının en üst düzeyine ulaşabilmeleri için, insanları geliştirme sürecidir. Kişinin belli bir amaç ya da görevdeki gelişim düzeyi (çeşitli yeterlilik ve bağlılık birleşimleri) ile liderin sağladığı liderlik stili (çeşitli direktif verici ve destekleyici davranış birleşimleri) arasındaki ilişkiye dayalıdır. Gelişim düzeyi kişiden kişiye, amaçtan amaca, görevden göreve değiştiğinden en iyi olarak tanımlanabilecek bir liderlik stili yoktur. Durumsal Liderlik bir ortaklık modelidir. Kişinin gelişim düzeyi, yeterliliği ve bağlılığına göre doğru liderlik stilini uygulama sanatıdır. (Çok Boyutlu Liderlik II – Makale – Blanchard)

Bu yazımda, jenerasyon arasındaki farklar, geleneksel Türk aile yapısı ve durumsal liderlikten bahsedeceğim. Durumsal Liderliğin sadece iş hayatında değil, hayatımızın tüm alanında kullanabileceğini anlatmaya çalışacağım.

X, Y, Z, Baby Boomer ve Sessiz Kuşak. Son zamanlarda jenerasyonlar arası iletişim konusunda bol bol makale okuyorum. Babamın benimle iletişim kurmakta yaşadığı zorluğu ben bugünlerde kardeşimle iletişim kurarken yaşıyorum. Babam BB jenerasyonun bir üyesi, Ben Y jenerasyonun ilk üyelerinden, kardeşim ise Y jenerasyonunun son üyelerinden biri. BB tarafından yetiştirilmiş olduğum için ve çevremdeki X jenerasyonu popülasyonu çokluğundan dolayı kendimi her zaman bir X jenerasyonu olarak görmüşümdür.

Ben (X), kurallara uyumlu, aidiyet duygusu güçlü, otoriteye saygılı, sadık, çalışkanlığa önem veren biriyim. İş yaşamımda çalışma saatlerine uyumlu olup iş motivasyonum yüksektir. Yaşamak için çalışırım. Teknolojiyi yakından takip ederim ama arada koptuğum olur.

Babam (BB), Teknoloji yaygın olmadığı için çoğu zaman işlerini kendi kendine yapmak zorunda kalmıştır. İş sadakati yüksektir. Çalışmak için yaşamıştır. En vurucu olan ise, önce çocuklarına daha sonra ise anne ve babalarına bakmışlardır. Sadakat ve kanaatkarlık duyguları yüksektir.

Kardeşim (Y), bağımsız olmayı seviyor (Bugünlerde trenle avrupayı dolaşıyor) Zaman kısıtlaması (gelecekte mesai saatleri) hoşuna gitmiyor. İş saatinden çok işe odaklanmayı seviyor. Önemli olan işin yapılıp yapılmayacağı olarak bakıyor olaylara. Örgütsel bağlılığı az, yani gelecekte çok iş değiştireceğini düşünüyorum. En büyük farkımız, sadece yaşamını sürdürebilmek için değil, daha rahat para harcamak için iş hayatında olmak istiyor. Bir de hemen yönetici olmak istiyor(lar)

Z jenerasyonunda olan yiğenime hiç değinmiyorum bile. Aile içinde bulunan bu 3 kuşakta yaşanan iletişim krizi gün geçtikçe daha da artıyor. Bunun bir sebebi de Türklerin geleneksel bir yapıda olmasından kaynaklanıyor. Bu geleneksel yapının engellediği açık iletişimden dolayı insanlar hep birbirleriyle kaçak dövüşen iletişimi tercih etmektedirler. Bunu biraz daha somutlaştırabiliriz. Babalar genelde oğullarıyla direkt konuşmayı çok uygun bulmazlar. Genelde annesi üzerinde konuşurlar. Anne bu durumda hem babayı hem de çocuğunu idare etmeye çalışmaktadır. Arada kalan kişi anne olur. İki tarafı da üzmek istemeyen anne, söylenenleri sansürleyerek ulaştırır. Bu da iletişim kalitesini düşürür. (Ama kavgaların önüne geçer) Bir diğer örnek ise kişilere hatalarını doğru zamanda söylenmemesidir. Ebeveynler bir hatayı gördüklerinde, iş yaşamındaki gibi 24 saat sonra geri bildirim vermezler. Çocuğun bir hata yapmasını da ha beklerler. Bu hatanın ardından bir önceki hata ve bunun gibi bir demet çocuğun önünde belirir. Bir çok hata yaptığını gören çocuk cevap veremez. Bu saatten sonra sadece itaat eder. Hatalarını öğrenir ama nasıl telafi edeceğini hiçbir zaman öğrenemez.

Aile içinde bulunan diğer bir problem ise, ebeveynlerin çocuklarına bir şey öğretirken genelde geleneksel yöntemleri kullanmasıdır. Evde bir işin yapılması istendiği zaman, çok fazla detay verilmez ve kendi kendine öğrenmesi beklenir. Diğer bir deyişle yüzme bilmediği halde açık sulara atarlar. Debelenip kendi kendine yüzmeyi öğrenmesini beklerler. Eğer boğulursa kendileri için bir fırsat doğmuş ve ebeveyne muhtaç olmuş olur. Öğrenmek için ona sorması gerekecektir ya da Ebeveyn çocuğuna kızmak için fırsat bulmuş olacaktır. Eğer o işi yaparsa ve başarırsa, kendinden bir parça olan bu çocuk kendini gururlandırmış olacak bu da büyük bir haz verecektir. Her iki durumda karlı olan ebeveyndir ve çocuk zarar görecektir.

Geleneksel aile yapısında bulunan iletişim kazaları, jenerasyon farklılıkları ve iş yaptırmaktaki deneysel yaklaşımların sonucunda, problemler ortaya çıkmaktadır. Aslında iş hayatına baktığımız zaman her bir departmanı aile olarak görebiliriz. Geleneksel Türk ailesinde görünen bu problemlerin, iş yaşantısındaki çoğu departmanda da yaşandığı aşikardır.

Durumsal Liderlik Eğitimi, hem iletişim kazalarının önüne geçmekte, hem jenerasyonlar arası iletişimi kolaylaştırmakta hem de iş yaptırmadaki deneyselliği ortadan kaldırmak için harika bir disiplindir. Bu eğitimi aldıktan sonra kişileri suya atıp boğulmalarını izlemek yerine onlara kolluk ve simit vererek köpekbalıklarının arasında sağ kalma mücadelelerini izlemek daha keyifli oluyor (:) Köpek balıkları çırpınmayan insanlara daha az saldırdığı bilinen bir gerçektir.) Şaka bir yana, durumsal liderlik sayesinde herkese aynı liderlik stilini uygulamaktan kurtularak, kişilerin hem motivasyonunu, hem özgüveninini hem bağlılığını (Özellikle Y jenerasyonunda olmayan bir şey) arttırarak iş bilgisini geliştirebilirsiniz. Aslında en büyük problemin kişilerin yetkinliğine göre doğru liderlik stili uygulamamamızdan kaynaklandığını görebiliriz.

Bu eğitimi aldığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Umarım tüm liderler bu problemleri anlar, özümser ve doğru tekniklerle bunlar çözebilirler.

Not: Bu yazı yazılırken http://www.acikbilim.com/2013/09/dosyalar/nesiller-ayriliyor-x-y-ve-z-nesilleri.html adlı siteden alıntılar yapılmıştır.

tarihinde yayınlandı 6 Yorum

Kullanıcı, Yazılım Uzmanı, İş Analisti, İş Zekası Uzmanı ve İş Analitiği Uzmanı

Son zamanlarda popüler olan ve önümüzdeki 5 yıl daha bu popülerliğini devam ettirecek olan meslekler var. 2012’nin Gözde Meslekleri adlı yazımda popüler olan Veri Madenciliği Uzmanı ve İş analisti 2014 yılında popülerliğini devam ettiriyor. Bunlara ek olarak Türkiye’de son dönemde öne çıkan İş Zekası Uzmanlığı da ön sıralarda yerini almış durumda. Daha önceki birkaç yazımda bu mesleklerin ne iş yaptığını yazmaya çalışmıştım. (1, 2, 3) Bugünkü yazımda size bu mesleklerin ne iş yaptığını farklı bir bakış açısından anlatmaya çalışacağım.

son_kullanici

Bu arkadaşımızın adı Son Kullanıcı (End-User) Kendisi herhangi bir şirkette bir paket programı kullanarak işlerini halletmektedir. Bu bir yazılım programı (SAS, Oracle Retail, LOGO, Netsis, Link, vs.) olabileceği gibi şirketlerin kendi in-house yazdıkları yazılımlarda olabilir. (bknz. LC Waikiki) Muhasebe, İnsan Kaynakları, Planlama, Lojistik vb. süreçlerde çalışmaktadır. Çalıştığı süreçle ilgili olan program modülüne girmekte ve işlerini yapmaktadır.

yazilim_uzmani

Bu arkadaşımızın adı BT Yazılım Uzmanı (IT Software Developer) Bu örneğimizde, kendisi herhangi bir şirkette bir yazılım paketini geliştirmekten sorumludur. Özellikle açık kaynak kodlu yazılım kullanan ve kendi yazılımını kendi yapan şirketlerde bolca bulunur. Asosyal oldukları ve eğlenmeyi bilmediklerine dair söylentiler vardır. Bunların tam aksine hem çok eğlenceli hem de çok sosyal insanlardır.
Son Kullanıcı ve BT Yazılım Uzmanı iş dışında çok iyi arkadaş olmalarına rağmen, konu iş olduğunda hiç çekilmez olurlar. Birinin beyaz dediğine diğer siyah der. İkisi de birbirlerinin işinin çok kolay olduğunu söyler durur.
Son Kullanıcı: Yazılım Uzmanı ne yapıyor ki? Akşama kadar internete girip, yarım saatte bir düğme ekliyorlar. Word’de yazı yazmak ile yaptıkları iş arasında ne fark var ki allasen? Bir günlük işi Bir hafta demiyorlar mı? Full yatış!
BT Yazılım Uzmanı: Adamların hem ekranlarını yap, hem sistemlerini hem yaptıkları işi bil, sonra bıdı bıdı konuşsunlar. Bu kadar ekran, alt yapı olduktan sonra onların işini ben de yaparım. O ekranları paintte yapmıyoruz biz.

yazilimci_kullanici

Bu iki arkadaş yüz yıllardır bir birleri ile anlaşamamışlardır. Şirkette her iki departmanda farklı katlarda bulunmasının nedeni de birbirlerine ulaşamaması içindir. Hatta ve hatta çoğu BT departmanın kapısında kartlı giriş sistemi vardır. Her ne kadar karizmatik görünsün diye yapılmış olduğu düşünülse de asıl sebebi Son Kullanıcı adlı kişilerin içeri girmesinin engellenmesidir.

is_analisti

Bu savaşa bir dur demek, iki tarafın arasında elçi görevi görmek, dekoderlik yapmak için yeni bir pozisyon oluşturulmuştur. Bu savaşı bitiren beyaz atlı şövalyemiz, İş Analistidir. Kendisi, arada kalmışların kahramanı, hem fakirliği hem zenginliği görmüş, BT Yazılım Uzmanının çekilmez hareketlerini, Son Kullanıcın kaprislerini yaşamış sindirmiş ve benimsemiştir. Hem BT’deki hem Son Kullanıcıdaki düşünme yetisine sahiptir. Değişik bir karakterdir İş Analisti. Bu arkadaşımız iletişim gücü yüksek ve analitik yönü gelişmiştir. Yani resmin tamamını görebilen ve gelecekteki ihtiyaçları tahmin edebilen bir yapıdadır. Pratik zekası yüksek, matematik ile arası da iyidir hani. Yazmayı seven, öğrenmeyi seven, düşündüklerini rahat anlatabilen biridir kerata.

yazilimci_kullanici_is_analisti

Kullanıcılarla, yazılım uzmanlarının arasını düzelttik. Artık çok iyi bir şekilde anlaşabiliyorlar. Kullanıcı istiyor, yazılım uzmanı hallediyor. Fakat Kullanıcının dertleri bitmiyor. Ekranlara birçok bilginin gelmesini istiyor. Her şey ekranda olsun, bütün verileri ekrana basalım diyorlar. Yazılım Uzmanları da rahat durmuyor bu arada. İş analistinden gelen analizlerdeki verileri bulabilecekleri veri altyapının olmadığından dert yanıyorlar. İlişkisel veri tabanları iyi hoş da, datamartlar, warehouse sistemleri yok ki özetlenmiş veriden yapalım bazı sistemleri.

is_zekasi

İşte karşınızda ikinci beyaz atlı prensimiz. İş Zekası Uzmanı. Bu arkadaşımız Türkiye’ye yakın zamanda geldi. Yurtdışında doğdu. Gerçi doğum tarihine baktığımızda çok genç olduğunu görmekteyiz.
Daha önce yazdığım yazıda iş zekası hakkındaki şu satılar çok manidardır. “Rekabet dünyasında, çalışanların ve yöneticilerin daha verimli işlere zaman ayırabilmesini sağlayan sistemlerdir. Türkiye henüz olayın ehemmiyetini kavrayamamış olsa da personelin ve zamanın tasarruflu kullanılmaması sonucu elde edilen zararları azaltmaya yönelik raporlama, analizleme, görüntüleme, geliştirme konularında yardımcı olurlar.”
Görevleri ikiye ayrılmaktadır; BT’ye hizmet edenler, kullanıcıya hizmet edenler.
BT’ye hizmet edenler, Veriambarları ve OLAP alt yapılarını oluştururlar. Mimarlara benzerler. Eğer doğru yapıları kurmazlarsa verimsiz sistemler inşa ederler. Türk Müteahhit olarak da düşünebilirsiniz. Kullanıcıya hizmet edenler, veriyi süreçlerin daha verimli olması için geliştirme amaçlı kullananlardır. Yani kullanıcıların raporlama ihtiyaçlarını karşılarlar. Konu hakkında iş bilgisine sahiptirler ve bu bilgi ile teknik bilgiyi harmanlayıp, kullanıcılara sunarlar. Hem alt yapı hem, rapor hem de iş bilgisine sahip oldukları için zor bulunur hint kumaşları gibidirler. Bir iş zekası uzmanının yetişmesi seneler almaktadır.

yazilimci_kullanici_is_analisti_is_zekasi

Ve işte son kahramanımız geliyor. Biliyorsunuz, konserlerde en son sırada en iyi şarkıcılar çıkar. Bizim kahramanımızda en iyi olduğu iddiasındadır. Hem beyaz hem de unicorn bir ata binmektedir. (Unicorn zaten tek boynuzlu efsanevi at demektir. Bir daha at yazmana gerek yoktu)

is_analitigi

Analitik kelimesinin bir kaç anlamı bulunmaktadır. İlk anlamı, parça ile bütün arasındaki ilişkiyi çözmek ve özüne inmektir. Diğer anlamı ise verinin içindeki anlamlı deseni keşfetme sanatıdır.
Peki İş analitiği nedir?
Deloitte’ye göre; İş Analitiği, veri yönetimi ve ticari bilgi ve performans raporlaması (BI) gibi temel konuların yanı sıra tahminsel modelleme, optimizasyon ve simülasyon gibi sofistike konuları kapsamaktadır. Somut verilere ve bilgiye dayalı bir şekilde karar verilebilmesini sağlayan İş Analitiği, firmanızın performansını detaylı bir şekilde anlamanızı ve geleceğe yönelik neler yapılabileceğini belirlemenizi sağlayarak rekabet avantajı elde etmenize yardımcı olacaktır.
İş Analitiği, en uygun yöntem biliminden yola çıkarak son teknolojileri kullanan akıllı sistemler kurarak, iş süreçlerini en etkin ve en verimli hale getirmeyi amaçlamaktadır. Bunu yaparken, Optimizasyon, simülasyon gibi mühendislik çözümlerini kullanırken, veri analitiği ve veri madenciliği kullanarak verinin içindeki anlamlı deseni keşfetmektedir. Sektör hakkındaki bilgi ve tecrübesi sayesinde entegre ve iş hedeflerine uygun çözümler üretmektedirler.
Ve işte bulmacamızın son parçası da eklendiğine göre yazımızı da bitirebiliriz.

İş Tanımları

Tüm sorularınızı İletişim linkine tıklayarak tarafıma ulaştırabilirsiniz. Kalın sağlıcakla.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Kurumsallık Hakkında

Bu yazımda profesyonel bir çalışan ile Kurumsallık üzerine yaptığımız yazışmayı yayınlayacağım. Keyifli okumalar.

Bana gelen ilk e-mail:

Sabri Bey merhabalar,
Mezun olduğum günden beri (hatta öncesinden) kurduğum bir hayal kurumsal bir şirkette çalışmaktı. Şu anda, bu hayalime ulaşabilmek adına girdiğim Türkiye’nin en büyük mühendislik firmalarından birinde çalışıyorum.

Zaman geçtikçe, benim aradığım kurumsallık kavramının Türkiye için biraz ütopik olduğunu görmeye başladım. Yani çalışanlarının -kişisel gelişimine- ama sadece yaptığı işle ilgili değil, biryandan mesleği ile ilgili farklı programlar öğrenmesine aracı olunurken bir yandan etkili iletişimdir vs. sosyal becerilerini geliştirebileceği, personel mutluluk anketleriyle çalışanlarının mutluluğunun belirli aralıklarla kontrol edildiği, insanların birbirine gerçekten saygı duyduğu bir şirket sizce var mı? Yoksa “The best companies to work for” listelerindeki firmaların ortak özelliklerinden olan bahsettiğim bu kıstasları Türkiye’de / Türk şirketlerinde aramak ütopik bir kavram mı? Karşıma az evvel Lc Waikiki inşaat mühendisi ilanı çıkınca ilgimi çekti, araştırmaya başladım ve size ulaştım. Sizin gibi sosyal ve girişimci birine ulaşınca da tecrübelerinize dayanarak bunları sormak istedim.
Cevabınızı merakla bekler, iyi günler dilerim.
Vakit ayırdığınız için teşekkürler.

Benim Cevabım:

Merhaba XXX Bey,
Öğrenciler mezun olduktan sonra önlerinde bir kaç seçenek bulunmaktadır. Bunlar askere gitmek, yüksek lisans yapmak, iş hayatına atılmak, vs. İş Hayatına atılanların da önünde bir kaç seçenek vardır. Kendi işini yapmak, Kurumsal bir firmada uzman ya da uzman yardımcısı olmak, daha küçük bir firmada yönetici olarak çalışmak. Siz bu seçeneklerde kurumsal bir firmaya girerek kariyerinize başlamışsınız. Öncelikle kariyerinizde başarılar dilerim.

Kurumsallık içi çok zor dolan bir kavram. Hele patron ve aile şirketlerinin cirit attığı Türkiye’de içi yanlış doldurulan bir kavram. Kurumsallık kimine göre harika kimine göre ise işlerin yavaşlamasına sebep olan bir kavram. Her halukarda özellikle büyük şirketlerde kurumsallığın getirdiği avantajlar yadsınamaz. Sizin de belirttiğiniz gibi,
– Kişisel gelişime önem verilmesi
– Farklı alanlarda yetkinlik gelişimi
– Sosyal becerilerde gelişme
– Personel mutluluğuna önem verilmesi
– Saygı, sevgi

Bir şirkette çalışmak istemenin en önemli maddelerinden birkaç tanesi. Bu maddelere baktığımda hepsinin ortak özelliği ve çıkış noktasının şu olduğunu düşünüyorum. Çalışanına değer veren ve onu dinleyen firma. Kurumsal olsun ya da olmasın, eğer bir firma çalışanını dinliyor, ona değer veriyorsa, isteklerini bir kenara atmıyor ve gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyorsa, o firmada uzun seneler çalışırsın. Kurumsal firmalar bunu daha çok ve daha profesyonelce yaptığını kabul ediyorum. Bu sebeple kurumsallığın bu değerleri içerdiğini de düşünüyorum.

Şöyle düşünmek lazım. Siz bir eğitim almak istiyorsunuz. Bunu şirketinizde hangi departmana ya da kişiye söylemeniz gerekiyor. Kurumsal firmalarda öncelikle bunu kendi birim yöneticinizle paylaşırsınız. Kendisi bunu değerlendirir, uygun ise teknik bir eğitim ise Teknik Yetkinlik departmanına, davranışsal ise davranışsal eğitim departmanına, bu kadar detaylı değilse direkt eğitim departmanına başvurur. Ardından bu eğitim ile ilgili bir araştırma yapılır ve alternatifler sizin yöneticilerinize sunulur. Eğitim fiyatı ve size olan katkısı değerlendirildikten sonra eğitim gerçekleşir. Şu anda çalıştığım firmada işler bu şekilde mi yürüyor. Aynen bu şekilde profesyonelce ve başarıyla yönetiliyor. Bugüne kadar eğitim almak isteyen ve isteği reddedilen bir personel bilmiyorum diyebilirim.

Bunun dışında Saygı ve sevgi kelimeleri biraz daha şirketten kişiye inmiş durumdadır. Kişi yöneticisinden ve iş arkadaşlarından dolayı şirketini sevebilir ya da şirketinden nefret edebilir. Bu sebeple çalışma ortamı kritik bir önem taşımaktadır. Buna ek olarak şirketinizin sahibi ya da CEO’sunun vizyonu ve şirketin misyonu sizin şirketinize olan bağlığınızı arttırır ya da azaltır. Bunu yaşamadan bilemeyeceğiniz için sadece tavsiyelere göre hareket edebilirisiniz. Ben 7. yılımı yakında bitireceğim LC Waikiki‘nin en çok etkilendiğim özelliği bu diyebilirim.

Sonuç olarak toparlamak gerekirse, istekleriniz çok ekstra şeyler değil. Her çalışanın istediği şeyler. LC Waikiki bunu başarıyla yapıyor. Turkcell gibi şirketlerin de bunları çok güzel bir şekilde yönettiğini duyuyorum. Çalışma hayatınızda başarılar dilerim.
Saygılarımla
Sabri Suyunu

İkinci e-mail

Sabri Bey merhaba,
Öncelikle içten mailinizden ve tam olarak aradığım cevapları bana sunduğunuzdan dolayı çok teşekkür ederim.
Son bir kaç haftadır okuduğum makaleler ve incelediğim anketlerde, listelere giren firmaların ortak özelliklerinin, sektörleri ne olursa olsun –başarı odaklı kurumsallık– olduğunu görüyorum. Bu -başarı odaklı kurumsallık- olarak tanımladığım kavramı biraz irdeleyince altından sizin de bahsettiğiniz gibi -insana saygı- kavramının çıktığını gördüm. Sosyal yetenekleri neredeyse mühendisliğini dahi bastıracak birisi olduğum için ‘bu olgunun algoritmik bir mantığı var mı acaba?’ sorusunu kendime sorarak bir araştırmanın içine girdim ve kendi yorumlarıma sizin gibi tecrübeli insanların fikirlerini katarak bir cevap elde etmeye çalışıyorum.

Tarihe mâl olmuş bir söz vardır , “İnsanı yücelt ki devlet yücelsin.” (Şeyh Edebali) Öyle düşünmeye başladım ki bu bakış açısını sizin CEO ya da patron vizyonu olarak bahsettiğiniz kavram üzerinden biraz daha küçük kapsamda düşünerek -Çalışanını yücelt ki şirket yücelsin- formuna sokan şirketler bugün hızla büyüyorlar. Sizin mailinizden sonra şunun farkına vardım ki, benim yanlış yaklaştığım nokta; bu kavramı -şirket iş hacminde- aramakmış. Çünkü dediğiniz gibi insana saygı duymayan (saygı duymayan demekten ziyade, çalışanına söz hakkı verip onun düşünce ve isteklerine göre bir yapı geliştiremeyen desem daha yerinde bir kullanım olmuş olacaktır.) şirket ne kadar büyük olursa olsun orada özellikle İK alanında sirkülasyon çok hızlı olacaktır. Ancak küçük olup da bahsettiğimiz yapıyı oluşturan şirketlerde bu sirkülasyon tam tersine dönecektir. (-Ki şimdi bu az çalışanlı şirketlerin böyle bir listeye nasıl girebildiğini daha iyi anlıyorum bkz: http://cenews.com/article/9354/2013-best-firms-to-work-for )

Sizlerin tecrübesini dinleyerek yolumu ve yönümü daha iyi seçmeye çalışacağım. Yalnız kafamda başka bir soru daha var; dediğiniz gibi -doğru- olanı bulmak için mümkün olduğu kadar araştırma yapıp denemekten başka bir çarem yok. Ancak şöyle bir korkum var; en iyiyi bulmak uğruna gerçekleştirdiğim bu denemelerimin sayısının artması ve dışarıdan -göçebe bir mühendis / göçebe bir çalışan- olarak gözükmek. Evet, kariyerimin daha çok başlarındayım ama ileride özgeçmişimi inceleyen bir yetkilinin bu kişi falanca şirket değiştirmiş diyebilecek olması beni biraz tedirginleştiriyor. Sizce bu düşüncem doğru bir düşünce mi? Yoksa sonucu ne olursa olsun mutlu olacağım yeri / dream job tabir edilen işimi buluncaya kadar aramaya devam etmeli miyim? (Bu arada şunu belirtmek istiyorum, şimdiki çalıştığım iş arkadaşlarımdan ve onlarla olan diyaloğumdan çok çok memnunum. Aradığım şeyi bulamamama neden olan şey tamamen şirketin insanına verdiği(vermediği) söz hakkından kaynaklanıyor. Yani mutlu muyum değil miyim diye neden kimse bana sormuyor dediğimde, “sen mühendissin, İK değil” cevabını duymak beni çok rahatsız ediyor, bu da içinde bulunduğum ekipten ne kadar memnun olsam da asıl arkada aramaya devam etmekte olduğum şeyi takip etmem için beni devam ettiriyor.)

Biraz uzun ve karışık bir mail oldu ancak müsait olduğunuzda cevaplarsanız çok sevinirim.
Saygılarımla,

Ve benim cevabım:

Merhaba XXX Bey,
Biraz geç dönüş yaptığım için kusura bakmayın. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, çok güzel bir yazışma oluyor. Kurumsallık ve çalışan motivasyonu hakkında nokta atışı tespitleriniz var. İnsana saygı gerçekten başarının en büyük anahtarlarından bir tanesi. İçi wa Zen, Zen wa içi (Bir bütündür, bütün birdir) felsefesinin de altında yatan buna benzer bir düşünce. Bir şirketi bütün olarak düşünürsek, onu oluşturan parçalarda sistemler ve insanlardır. Sistemleri de insanların yaptığını düşünürsek şirketlerin en küçük parçacığı yani atomları insanlardır. Şirketler bu atomları kararlı hale getirmek için ne kadar çabalar, motivasyonlarını ve ekip ruhunu ne kadar iyi aşılarsa, şirket o kadar başarılı olur.

Şirketler çalışanı dinleme konusunda gelişme evresi geçiriyor çoğu zaman. Bu evrimin başlaması için, öncelikle şirketin başındaki kişinin bunu başlatması gerekiyor. Çünkü bu tek bir kişi ya da departmanın yapacağı iş değil, bir şirket kültürüdür. Ve Şirket kültürleri departman ayırt etmeksizin uygulanır. Bu bazen sancılı olur bazen de başarısız olur. Her ne olursa olsun, çalışanın kendini değerli hissetmesi faydayı maksimize etmek için en kolay yoldur.

Motivasyon ve Efor adlı iki değişkenimiz, Ali ve Veli diye de 2 çalışanımız olsun. Değişkenlerimizi 1 ile 10 arasında puanlandıralım. Sonuç olarak ” Motivasyon X Efor ” denklemini kullanarak “Kaliteli İş”e ulaşmaya çalışalım. Ali 8 motivasyon ile 2 saat çalışıyorken, Veli 2 motivasyon ile 5 saat çalışıyor. Ali = 8 x 2 = 16 puanlık bir iş ortaya çıkarmışken, Veli 2 x 5 = 10 puanlık bir iş çıkarıyor. Ali daha az çalışmasına rağmen, yüksek motivasyonu ile çok daha başarılı işler ortaya koyuyor.

Kişilerin şirketine olan bağlılığı, motivasyonu ile doğru orantılı olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar motivasyon daha değişken olsa da ortalama değeri bağlılık değerine çok yakın çıkar. Çalışanların şirkete olan bağlılığını da ölçmek çok kolaydır. Örneğin, bir çalışma arkadaşına şu soruyu sorabilir ya da kendin cevap verebilirsin. Şirketimiz zor günler geçiriyor. 3 ay boyunca maaşlarımızı ödeyemeyecek fakat sonrasında ödemelerimizi gerçekleştirecek. Bu durumda şirkette kalmaya devam mı edersin yoksa hemen iş aramaya mı başlarsın.

Son olarak, kısa sürelerde iş değiştirmenin etkileri nelerdir. Mezun olduktan sonra hala aynı şirkette çalışan bir kişi olarak doğru cevabı ben veremeyebilirim. Aslında iş değiştirmek için sebebiniz çok açık. En iyiyi bulmak. Ama iş değiştirmeden önce “en iyiyi” gerçekten doğru tanımlamanız gerekiyor. Gittiğiniz yer daha iyi olmasına rağmen hala mükemmeli aramak size zarar verebilir. Bunu değerlendirirken hem teknik hem de davranışsal gözlemlemenizi tavsiye ederim. Sadece mutlu olmak için, mühendislik yeteneklerinizi daha az kullanacağınız bir yere gitmek sizi daha mutsuz yapabilir.
Tekrar görüşmek üzere.
Saygılarımla
Sabri Suyunu

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Sona Yaklaşırken – Eski Yazı

İçinizdeki ışığın evreni aydınlatmasının, varlığınızla gurur duyulup yokluğunuzun aranmasının ve baki kalan şu kubbede hoş bir seda bırakmanın tek bir şartı var:

“İnsan sevdiği işi yapmalı her ne olursa olsun.”

05.11.2007 tarihinden beri görev yaptığım işimden ayrılmama sayılı günler kaldı. Bu süreçte değişik görevler aldım. Sistem Analisti olarak göreve başladım ardından Sistem Geliştirme Departmanı kurulmasıyla oraya geçtim. Sistem Geliştirme Uzmanı olarak bir süre görev yaptım. Bu departmanın dağılmasıyla AR-GE departmanı kuruldu ve orada AR-GE Uzmanı olarak görev aldım. AR-GE’nin de dağılmasıyla Raporlama Uzmanı oldum. Sancılı bir dönemin ardından, Allocation departmanına geçici bir süre ile Allocator oldum. 6 aya yakın bu görevde kaldıktan sonra Allocation Sistem Analisti oldum. Bu görev çok kısa sürdü ve Planlama Sistem Analisti görevine getirildim. Fakat bu da diğer görevler gibi ömrünü tükettikten sonra Karma Sistem Analisti oldum.

Görev değişikliklerini saydığımızda 7 farklı görevde bulunmuşum. Her ne kadar bu görevlerin ismi birbirine çok benzesede farklı departmanalara hizmet verdiğiniz için yaptığınız işler değişiyor. Görev değişiklileri boyunca, 5 farklı müdür ile çalışma fırsatım oldu. Her birinin gelişimimde farklı katkıları olmasına rağmen birkaç ismi zikretmeden geçemeyeceğim.

Serkan Ulukaya: Serkan Abi demek istiyorum çünkü kendisi bana gerçekten ağabeylik yapmıştır. İş konusunda boşa düştüğüm anlarda, yaptığı yönlendirmelerle boşluğu doldurmuş ve en çok yakındığım konulardan biri olan iş tatmininde büyük yardımları olmuştur. Kendisine idari olarak bağlanmam biraz daha öncelerde olsaydı belki çok daha güzel işler çıkarabilirdik. Kimbilir.

Uğur Tılıkoğlu: Kendisi ile geçmişte kesiştiğimiz noktaları keşfettiğimde kendisi ile aynı kafadan olduğumuzu zaten anlamıştım. Yaptığı ince espiriler ile zaten zekasını belli ediyordu. Bilgi İşlemde yazılımcı olan bu arkadaş, pratik zekası çok gelişmiş olup, canınız sıkıldığınızda sizi kısa zamanda kolayca güldürebilir.

Suat Çilingir: Dışardan baktığınızda çok ciddi görünmesine rağmen (ciddi kelimesi yanlış anlaşılmasın) aslında muhabbeti çok hoş bir insandır. Son zamanlarda daha çok çalışma fırsatımız olduğu için mutluyum. Çünkü Tema’da unutmayacağım insanlar arasında. (Sacit beni hatırlamadın mı?)

Cemil Yıldız: Tema tarihindeki gelmiş geçmiş en zeki insanlardan biri desem sanırım abartmış olmam. Gerek yazılım bilgisi, gerek istatistik gerekse de kreatif düşüncesi ile tam bir görev adamı. Onunla çalışmak gerçekten benim gelişimime çok katkısı olmuştur. Ama ne yazık ki benim acemi dönemime geldiği için kendisinden çok fazla faydalanamadım.

Yunus Emre Koç: Şirkete ilk geldiğimde karşı masamda oturan, ve kendisinin 30 yaşında olduğunu sandığım, fakat benden sadece 2 yaş büyük olduğunu öğrendiğim şahsiyet. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi kendisiyle. Aynı dönem askerlik yapacağız. Tertip.

Ökkeş Emin Balçiçek: Kendisi Tema’daki ilk öğretmenim olup, gelişimimde çok büyük katkıları vardır. SQL’i kendisinden öğrenmiş olup, boynuz gibi kulağı geçmeye çalışsam da başarılı olamamışımdır.

Not: Bu yazı 23.08.2010 tarihinde yazılmıştır. Ben askere gitmeden 2 hafta kadar önce. LC Waikiki’den eski ismi ile Tema’dan askerlik için ayrıldığım günlerde. Neden yayınlamamışım bilmiyorum. Belki sevdiğim kişileri doğru kelimelerle anlatamadığımı düşündüğüm içindir, belki ayrılacağım için mutsuzumdur, belki de askerlik psikolojisi ya da sadece unutmuşumdur. Hala LC Waikiki’de çalışıyorum 🙂 Bu yazıdan dolayı şirketten ayrıldığım düşünülmesin 🙂

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Benzin İstasyonu Projeleri – Eski Yazı

İş tecrübeme yazmasam da, Enerji sektöründe daha doğrusu bu işin sahası kabul edilen Benzin İstasyonunda hatırı sayılır bir tecrübem vardır. Bir benzin istasyonunda yapabileceğiniz tüm işleri yaptım diyebilirim. Sıralayacak olursak, Cam Silme, Yağ Görevlisi, Yıkamacı, Pompacı, Market görevlisi, Muhasebeci ve Müdür. Tüm aşamalardan geçtiğim bu sektörde aklımda her zaman olan bazı projeler var. Bunlar gelişmeye açık projeler ve kendi işimden vakit bulsam kişisel gelişim olarak bir uygulama alanı olarak kullanmak istiyorum. Ama iş gücümün tamamını çalıştığım işim aldığı için düşünemiyorum bile.

İşte projelerim.

  1. Günlük, Haftalık, Aylık, Yıllık olarak, Tutar, Litre ve Araba bazında tahminin yapılması
  2. Market satışlarının tahminin yapılması
  3. Market kritik stoklarında uyarıların verilmesi
  4. Market satış kaybı hesabı
  5. Market satışlarının tahmin modelinin kurulması
  6. Tahminler ile Tanker yollama zamanları
  7. Çalışan rotasyon işlemleri
  8. Promosyon simulasyonları
  9. Müşteri profillerinin belirlenmesi
  10. Satışların müşteri profillerine göre oranlanması
  11. Fiyat aralıklarına göre satışlar
  12. Müşteri memnuniyet programları. (plaka ve ya royality card ile en çok gelen müşterilerin tesbiti)

Tabi ki ilk uygulama olarak Aksa Petrol A.Ş‘ye yapmak istiyorum. Bakalım zaman bulabilirsem ne güzel olur. Bu analizleri kullanırken, Tahminlemede, Zaman Serilerini Ve Çok Katmanlı Ağları kullanmayı düşünüyorum. Profil gruplamalarında, en yakın komşu yaklaşımı ve sezgisel yöntemler kullanılabilir.

Not: Bu yazıyı 01.07.2010 tarihinde yazmışım. Aradan tam 3.5 sene geçmiş 🙂 O zamandan bu zamana yaptığım iş içerik olarak değişmedi ve ne güzel ki yaptığım işi seviyorum 🙂 Bu arada Aksa Petrol tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı. O yüzden projelerde başka bahara kaldı 🙂

tarihinde yayınlandı 5 Yorum

İşe Nasıl Girdim? LC Waikiki Maceram

Çok çalışıyorum, çok yoruluyorum, öldüm, bittim gibi cümleler duymayacaksınız bu yazımda. Bu yazımda şu anda çalıştığım şirkete nasıl girdiğimin hikayesini bulacaksınız.

2007 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra önümde 2 yol vardı. 1 üniversitede kalarak akademisyen olmak, 2 iş hayatına girip çalışmak. Ben ikisini birden yapmayı tercih ettim. Hem yüksek lisans yapıyor hem de çalışıyordum. Tabi bu uzun sürmedi. Zaman geçtikçe işlerin temposundan dolayı okula gidemedim ve en sonunda da kaydımı sildiler 🙂

2007 yılı benim için dönüm noktası niteliğindedir. Yeni mezun olan bir kişinin öz güveni ile caka satmaktaydım. Şirketlerin benim için sıraya girdiğini düşünür ve acaba hangisini seçmem gerektiğini bulamazdım. İlk iş görüşmemde şefkat tokatını yanağımda biraz hissetmiştim ama bunu yine hayra yormuş ve “onların kaybettiğini” söylemiştim.

Günlerden bir gün üniversiteden bir arkadaşım bana LC Waikiki adlı firmada çalışmak isteyip istemediğimi sordu. “Peh” dedim. “Bu saatten sonra mağazalarda ürün mü satacağım” ya da “Üretim ile ilgilenmiyorum” gibi çok amatörce cevaplar verdim. Arkadaşım en azından bir iş görüşmesi ayarlayabileceğini söyledi. Ben, sırada bekleyen bu şirketi de görmeliyim diyerek görüşmeye gittim. Bir iş görüşmesinde yapılmaması gerekenler listesinde ilk 5 sıradaki her şeyi yaptım diyebilirim. Salaş bir kıyafet giydim, CV’mi bile yanıma almadım ve bunun gibi garip davranışlar. Altı üstü pantolon üreten bir firma ile görüşecektim. Ne gerek vardı? Sonunda tabi görüşmeye giremedim. Çünkü arkadaşım beni uyardı ve eve gidip biraz çalışıp gelmemi istedi.

Ben o kapıdan bir defa girmiştim ve adamların üretim yapmadığını görmüştüm. Koca binada bırak üretimi depo bile yoktu. Peki bu kadar adama bu binada ne yapıyorlardı? Sanırım bu şirketi biraz daha yakından tanımam gerekiyordu. Eve gittim. İnternette kısa bir araştırma yaptım. Güzel bir kuruluş hikayesi, yüksek cirolar, pazar liderliği… O anda bir aydınlanma yaşadım. Bir şirket bunları başarabiliyorsa, demek ki arkasında çok büyük bir mimari ve operasyon olmalıdır. (Arkadaşım bu aydınlanmayı yaşamak için internete mi girmen gerekiyordu?) Bir sonraki görüşmeyi 1 hafta sonraya ayarlamıştı arkadaşım. Sadece 1 hafta. Hemen hazırlıklara başladım (Tabi tabi) İş görüşmesinde kiminle karşılaşırsam karşılaşayım onu etkilemeliydim. İnternette etkili CV diye aratmaya başladım. İlham aldığım yerler oldu. Ve sonra şu CV’yi hazırladım. http://suyunu.com/CV/ Bu CV’yi ufak kişiye özel CD’lere yazdım. Sonunda görüşme günü geldi çattı. Kimle görüşeceğimi bilmiyordum ve sormak da aklıma gelmemişti. Analayacağınız amatörlük diz boyuydu 🙂 Zamanında gelmiştim ve çok kısa bir beklemenin ardındna görüşme yapılacak odaya girdim. Odada 2 kişi vardı. Biri açık tenli hafif yapılı, diğeri esmer ve zayıfçaydı. Sonrasında bir kişi daha geldi ve 3 kişi oldular. Şansıma görüştüğümüz odada projektör vardı ve CD’mi takıp kendimi anlatmaya başladım. Gayet rahat bir tavır sergiliyordum ta ki Lisans projemi açıp anlatmamı isteyinceye kadar. Şaşırdım ama şakınlığımı gizleyerek projeyi açıp anlatmaya başladım. Tam detaylandırmadan kapatacakken, “Exponential Smoothing nedir?” sorusu geldi. Haydaaa dedim ne oluyor. Anlattım. Konuyu kapatmaya çalışırken “Regresyon Nedir? Nasıl bir uygulama yaptın?” sorusu geldi. Teknik terimlerle anlattım ve karşılıklı modelleri tartışmaya başladık. 5-10 dakikanın ardından görüşmenin bitiş zamanı gelmişti. Herkesi selamladım ve arabaya binip eve geldim. 2 hafta sonra üniversiteye E-60 ile giderken telefonum çaldı. Açtım ve görüşmenin olumlu geçtiğini ve şu maaş ile kabul edersem önümüzdeki hafta başlayacağımı söylediler. Hemen kabul ettim. İkiletmedim. Hani sırada bir sürü şirket vardı? Hani herkes beni almak için bekliyordu? Hayırlısı dedim iç sesime.
05.11.2007 tarihinde Sistem Analisti olarak işe başlamıştım. İşe ilk başladığım günü hatırlıyorum. Çalıştığım ofis Bilgi İşlem departmanın içindeydi. Ofisin içindeki Bilgi İşlem yazısı o kadar afilli gelmişti ki hayallerim gerçek olmuştu.

Dunning Kruger

İşe ilk başladığımda hala öz güvenim çok yüksekti. Her şeyi ben biliyordum ve şirketi kurtarmak için kollarımı sıvamıştım. Ama tavuğun bacağı hiç de öyle değildi. (ya da hindinin miydi) Her geçen gün şok üzerine şok yaşıyordum. “Adamlar yapmış abi“, “Vay be“, “Sisteme bak“, “Bu da mı gol değil” gibi tepkilerle her gün yeni bir şey öğreniyordum. Gün geçmiyordu ki yeni bir şey öğrenmeyeyim. Özellikle Tahmin konusunda kendimi uzman gören ben, tahminin sadece çok ufak bir kısmını bildiğimi görüyordum. Yöneticilerimin ve çalışma arkadaşlarımın hepsi ayrı bir derya idi, ne zaman bir şey sorsam cevap alıyor ve gelişimime katkı sağlıyorlardı.
Tam bir Dunning-Kruger Efect örneğiydim

Bugün LC Waikiki‘ye başlayalı neredeyse 7 sene oldu. Yüzlerce insanı tanıdım, onlarca yönetici ile çalışma fırsatım oldu. Şu anda Türkiye’nin en donanımlı 9 kişiden oluşan Analitik ekibini yönetmekteyim. LC Waikiki bugün 20 ülkede 450’nin üzerinde mağazasıyla Türkiye’nin gururu olurken, 2023’te Avrupa’nın en başarılı üç giyim perakendecisinden biri olmayı hedefliyor. Ben bu hedefi başaracağımıza inanıyorum. Çünkü LC Waikiki çalışanlarına değer veriyor, çünkü LC Waikiki müşterisine değer veriyor, ülkesini seviyor, teknolojiyi kullanıyor, inovasyondan vazgeçmiyor.
LC Waikiki! Seni seviyorum 🙂

Not: İş görüşmesindeki kişilerin kim olduğunu işe girince öğrendim. Biri Genel Müdür Yardımcısı, diğer ikisi Sistem Geliştirme Yöneticisi. Bu bilgiyi görüşme öncesinde bilseydim o kadar rahat olamazdım sanırım 🙂 Değerli Eski Yöneticilerim Osman Bey, Serkan Bey ve Cemil Bey’e selamlarımı iletiyorum. İyi ki beni işe almışsınız, iyi ki bu ailedeyim.

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Sen de mi Brütüs vs. Gitme Kal Bu Şehirde

Sabah sabah şirketten sevdiğim bir kişinin istifa haberini alarak güne başladım. Neden istifa ettiği konusunda yöneticisiyle konuştuk ve bu nedenlerin hiç de mantıksız olmadığına karar verdik. Sonra masama geldim ve kafamı dağıtmak için hem biraz müzik dinleyeyim hem de bir kaç blog okuyayım dedim. Yazının sonunda bulunan Ludovico Einaudi‘nin Royal Albert Hall‘de verdiği konserin ikinci kısmını açtım ve gözüme ilk ilişen blog linkine tıkladım.

blog_oku

Şok şok şok. Çipet pet pet cibili cibili

Bazen öyle zamanlar olur ki, denk gelir, tevafuk olur, tesadüf olur ve şaşırırsınız. Vay be dersiniz. Tıkladığım yazı tam da sabahki olay üzerineydi. Yazı 1 seneden daha önce yayınlanmıştı ama işte karşımdaydı.

MIS Journal sitesini bilmeyenler için kısaca tanıtalım. MIS (Management Information System) yani Yönetim Bilişim Sistemleri, “insan, teknoloji, sistem teorisi ve bilgi yönetimi alanlarını bir araya getiren akademik bir alandır. Yöneticilerin karar vermesini kolaylaştırmak için, değişik yerlerdeki bilgilerin toparlanarak, bütün halinde sunmak, Yönetim Bilişim Sistemleri’nin en önemli görevlerinden biridir.” (Viki)

Murat Girgin ve Koray Kocabaş bu blogda, Bilgi sistemleri, bilgi teknolojileri, bilişim, crm, datamining, ik, inovasyon, iş hayatı, iş zekası, karar destek sistemleri, kariyer, sosyal ağlar ve daha bir çok konu hakkında yazılar yayınlıyorlar. Geçtiğimiz günlerde IBM tarafından düzenlenen “Çözümler Zirvesi 2013″te Murat Bey’le tanışma fırsatı buldum. Öğlen yemeğini kokteyl masalarında yemeye çalışırken aynı kokteyl masasında buluştuk ve kısa ama hoş bir sohbet etme fırsatımız oldu. Aynı sektörde aynı işleri yapan insanlar gerçekten konuşacak çok fazla şeyi oluyor. Yakın zamanda kendisiyle tekrardan konuşmak dileğiyle.

Konumuza geri dönecek olursak, MIS Journal sitesinde işten ayrılma nedenleri ile ilgili çok güzel bir yazı yayınlanmış ve ben bunu gelecekte bir gün okurum diye FAV’a atmışım. Bugün sabahki olaylardan sonra rastlantı eseri bu linke tıkladım ve okudum. Buyurun siz de okuyun.

ŞİRKETLER YETENEKLİ ÇALIŞANLARINI NEDEN ELİNDE TUTAMIYOR?

Linkedin’in benimle paylaştığı bilgilere göre 380′in üzerindeki bağlantımdan 119 tanesi geçen yıl pozisyon değiştirmiş. Yani neredeyse bağlantılarımın üçte biri. Dostum Cihan Salim’in söylediğine göre yaklaşık 1.000 bağlantısı içinde değişen pozisyon sayısı 300, yani benimkine benzer bir oran. Başka kaynaklardan da benzer raporlar gelmeye devam ediyor. İşin detayına girdiğinizde bunların çoğunun da pozisyondan öte iş değişikliği olduğunu görüyorsunuz
Bu durum, bana geçtiğimiz günlerde Fortune Türkiye yazarı Kerem Özdemir’in Facebook’ta paylaştığı Forbes makalesini anımsattı. Forbes, şirketlerin deneyimli çalışanları neden elinde tutamadığına dair 10 maddeyi alt alta sıralamış. Çoğu uzman çalışanın gerek ekonomik koşullar, gerek artan rekabet baskısına bağlı olarak gündeme gelen transferler nedeniyle kendini sık sık karar noktasında bulduğu şu günlerde, çalışanların şirketle bağının kopmasına neden bu 10 maddeyi biz de sizlerle paylaşalım istedik.
Hatta dayanamadık, dibine iki tane de biz ekledik.

1. Yoğun şirket içi bürokrasi
Genellikle çalışanların şirketten ayrılmasının en büyük sebebi gibi görünse de, çoğu zaman altta yatan daha büyük sebeplere kılıf olarak öne sürülür. Çoğu çalışan iş ortamındaki bazı kuralları anlamsız bulabilir. Ama bu kurallar nitelikli ve kıdemli çalışanların da şikayet etmeye başladığı bir noktaya gelmişse, kuralların uygulanışında çoğunluğun sesi yitirilmiş ve empati kaybolmuş demektir. Yetenekli insanları belli kurallar çerçevesinde dümdüz ilerlemeye zorlarsanız sizden çabuk sıkılırlar.

2. Yeteneğe uygun heyecan verici projelerin üretilememesi
Bütün şirketlerin yoluna devam etmesi için sürekli döndürmesi gereken çarklar vardır. Böyle döngülerin içinde olan şirketler de çoğu zaman parlak çalışanlarına “Seni koyduğumuz yerden memnun musun, şu anda yapmak istediğin gerçekten bu mu” diye sormazlar. İnsan kaynakları ve şirket yöneticileri sürekli başka işlere gömülü kalırlar, “Mutlaka konuşmalıyız” sohbetleri “Konuştuğumuz iyi oldu” sohbetlerine dönüşür. Oysa şirketinizdeki yetenekli çalışanların ilgilendiği şey çoğu zaman güç veya para değildir. Yaptıkları işi değiştirecek, çevrelerini değiştirecek, gerekirse dünyayı değiştirecek büyük bir şeylerin parçası olmak isterler. Genellikle kendilerini dinleyecek kimseyi de bulamazlar.

3. Üstünkörü performans değerlendirmeleri
Performans değerlendirmesi konusunun ne kadar çok şirket tarafından göz ardı edildiğini bilseniz şaşırırsınız. Çoğu zaman bu süreç doldurulan birkaç form ve birkaç saatlik üstünkörü görüşmeyle geçiştirilir. Bu da yetenekli çalışanlarda şirketteki geleceğiyle ve uzun dönemli planlarıyla ilgilenilmediği hissi doğurur.

4. Kariyer gelişimi konusunun göz ardı edilmesi
Patronlara bir sır verelim; çoğu çalışanınızın bundan 5 yıl sonra ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yok. Bizim deneyimlerimize göre çalışanların yalnızca yüzde 5′inin bu soruya verecek bir cevabı var. Bununla birlikte tüm çalışanlarınızın bu konuyu konuşmak istediğinden emin olabilirsiniz. Buna üstün yetenekli çalışanlarınız da dahil. Bu konuyu dikkate alırsanız, organizasyonunuzun gelişimi için önemli bir fırsat yaratabilirsiniz. İyi şirketler, dönemsel performans değerlendirmelerinin yanı sıra çalışanlarına gelecekte nasıl bir yol izlemek istediklerini de sorarlar. Yetenekli çalışanlarınıza gelecek için iyi bir yol haritası sunabilirseniz, sizinle kalmaları kolaylaşacaktır.

5. Stratejik önceliklerin sürekli değişmesi
Şirketlerin çalışanlarına yeni projeler kurgulayabilmek için gereken araçları sağlayarak hayallerini gerçekleştirebilecekleri bir “kum havuzu” oluşturmaya çalışmaları takdir edilesi bir davranıştır. Ancak bu noktada stratejik önceliklerin sürekli değişmesi çalışanların canını sıkar. Onlardan iyi bir şeyler ortaya koymasını bekliyorsanız, gerekli araçları sağlamanız ve iyi bir şeyler ortaya koyabilmeleri için gereken fırsatı vermeniz gerekir.

6. İlgi eksikliği veya sürekli vaaza tabi tutulma
Yetenekli çalışanlarınızın yürüttüğü projeleri “dokunulmaz” olarak görmek ideal bir yaklaşım değildir. Tabii bu gidip çalışana işinin ne olduğunu veya nasıl yapması gerektiğini söylemeyi de gerektirmez. Yetenekli çalışanlar yaptıkları işten sorumlu olduklarını bilmek isterler ve yaptıkları projelerden dolayı sorumlu tutulmayı dert etmezler. Bu nedenle bu kişilerle düzenli temas aralıkları oluşturun. Sizi dinleyeceklerdir, önerilerinizi ve tavsiyelerinizi dikkate alacaklardır. Tabii onlara vaaz vermeye çalışmadığınız sürece.

7. Üstün yeteneklerin sıradan yeteneklerle çevrelenmesi
Üstün yetenekli çalışanlarınızın etrafındaki kişilerin profili nedir? Çoğu yetenekli çalışan, şirketten ayrılırken verdikleri mülakatlarda birlikte çalıştıkları insanların kendilerini nasıl pasifize ettiğinden bahseder. İyi çalışanlardan iyi verim almak için, onları iyi çalışanlarla bir araya getirmeniz gerekir.

8. Vizyon eksikliği
Bu biraz klişe olabilir ama, şirketinizin geleceğinde insanı heyecanlandıran bir şeyler var mı? Hangi stratejilerle ilerleyeceksiniz? Birlikte çalıştığınız insanlardan nasıl bir vizyon katmasını bekliyorsunuz? Onlardan fikir alıyor musunuz? Cevabınız hayır ise hemen bu işi düzeltmeye bakın. Hem de hemen.

9. Açık fikirli olmamak
İyi çalışanlar fikirlerini paylaşır ve seslerinin duyulmasını ister. Ancak birçok şirket bu fikirlerin karşısında olan vizyon ve stratejilere sahiptir, üstüne de fikrini söyleyeni takım oyuncusu olmamakla itham eder. Farklı seslerin şirketten ayrılmasına izin verirseniz, birbirine sürekli evet diyen bir grup insanlar baş başa kalırsınız. Diğerlerinin fikirlerini mutlaka dinlemeli ve önerilerin iyi taraflarını bir araya getirmeyi bilmelisiniz.

10. Patron faktörü
Eğer aynı yönetim grubuna bağlı olan çalışanlar birbiri ardına işi bırakıyorsa bilin ki bu tesadüf değildir. Bizden çoğu zaman kafası bozulmuş satış personeliyle, mühendisle veya diğer çalışanlarla konuşmamızı isterler ama kimse onları deliye döndüren yöneticiyle konuşmamızı beklemez. Bu konuda yöneticinin fikrini değiştirmek üzerine yapılan çalışmaların başarı oranı yüzde 33 civarında kalıyor. Böye bir durumda yöneticiye yeni bir yer bulmak veya sorun yaşayan nitelikli çalışanların başka bir yönetici altına alınmasını sağlamak en uygun çözüm.
Hadi buna ben de Türkiye’de sık karşılaştığım iki örneği ekleyeyim de eksik kalmasın.

11. Yönetim tarafından vizyona uygun kaynak ve destek sağlanmaması
Bazı durumlarda yetenekli çalışanlar vizyon sahibi olduğu halde bu vizyonu hayata geçirecek araçlardan yoksun bırakılırlar. Yöneticinin yüksek nitelikli taleplerine karşılık sunduğu araç ve imkanlar bu vizyonun rekabetçi bir ortamda hayata geçmesini zorlayıcı bir hal alır. Çalışan eline tutuşturulan bir yıldız tornavida eşliğinde altıgen somun sökmeye gönderilir. İş patinaja girer, çalışan boşa kürek çektiğini düşünür. Bunun sonrasında da ya 12. maddeye sürüklenir, ya da kısa zaman içinde başka iş bulur ve gider.

12. Görev tanımı sınırlarının kaybolması
Elindeki imkanlar dahilinde hedeflerini gerçekleştirmekte zorlanan çalışan, yeterince meraklı ve sabırlıysa eksik olan kısımları yeni yetenekler geliştirerek kapatma yoluna gider. Ancak yeni geliştirdiği yetenekler profesyonel iş tecrübesinin bir parçası olmadığı için uygulamadaki vizyonu sınırlı kalır, bu süreçlere ayırdığı zaman nedeniyle asıl işine yönelik konsantrasyonu azalır. 7. maddeye bakar, iç geçirir ve gider.

Yazının orjinal Forbes yayını
MIS Journal’daki alıntıladığım yazı
BTnet sitesindeki yazı

[youtube]http://www.youtube.com/watch?v=X1DRDcGlSsE[/youtube]
Part2’nin tamamı için