tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Gidecek Daha Çok Yolumuz Var (Atipik KML)

Geçtiğimiz sene bu zamanlardı. 2020 senesinin Kasım ayı. Ben koronadan yeni kurtulmuştum ve ne yazık ki annem ile babama bulaştırmıştım. İkisi de atlatmıştı koronayı. Ama babam kendini hala yorgun hissediyordu. Yorgunluğu geçmediği için akciğer filmi çektirmek için Verem Savaş Polikiliniğe gitmiş. Çekmemişler. Babam da eve dönerken arkadaşının polikiliniğine uğramış ve bir kan tahlili yaptırmış. Bu kan tahlili üzerinden tam 1 sene geçti. Uzun bir sene. Bizim için de uzun, babam için daha uzun bir sene.

Babam arkadaşının polikiniğindeki sonuçlarının daha detaylı teşhis edilmesi için daha büyük hastanelere gitti. Kan tahlilleri, ultrasonlar ve en son olarak genetik incelemeler. Babamın ismini hiç bilmediği testler yapıldı ve sonrasında teşhis koyuldu. KML.

Kronik Miyelojenik Lösemi (KML) veya Kronik Granülositik Lösemi olarak da bilinir. Her yaşta görülebilse de genellikle orta yaştan sonra görülen kan ve kemik iliğinin yavaş seyirli kanseridir. Kronik miyeloid lösemi (KML) lösemilerin yaklaşık dörtte biridir ve her100.000 kişiden 1–2’sinde hastalık görülür. Akut lösemilere oranla genellikle daha az ciddidir.

Akyuvarlar veya lökositler olarak da adlandırılan beyaz kan hücreleri granülosit, lenfosit ve monosit adı verilen hücrelerden oluşur. KML özellikle granülositlerin artışı ile seyreden bir kan kanseridir. Bu granülositler anormal yapıda olup sağlıklı akyuvarlar gibi davranmazlar. Bunlara lösemik hücreler denir. Granülositlerin yanı sıra trombosit dediğimiz, kanın pıhtılaşmasını sağlayan hücreler de kanda artabilir. Lösemik hücreler sağlıklı beyaz hücrelere yer kalmayacak şekilde kemik iliği ve kanda artar. Normal beyaz kan hücrelerinin sayısı en fazla 10.000 /mm3 civarında iken bu hastalarda 100.000’leri geçer. Böylece hastalık belirtileri ortaya çıkar. Bu hücreler diğer dokularda , özellikle dalakta da artarlar ve en sık görülen bulgu dalak büyümesidir. (https://www.losemilenfomamiyelom.org/TR,25/kronik-miyeloid-losemi-kml.html)

Ultrasonda babamın dalağının büyüdüğü görülmüştü. Ve beyaz kan hücre sayısı da 30.000/mm3’ü aşmıştı. Telaş yapmaya gerek yoktu. KML’nin akıllı bir ilacı vardı. Herhangi bir yan etkisi olmayan bu ilaç sayesinde tedavi kontrol altına alınabiliyordu. Doktor bizi telkin etti ve tedaviyi belirlemek için iliğin incelenmesine karar verdi. Lokal anestezi yapılarak ilik alındı ve BCR-ABL ile FISH’in de olduğu bir çok genetik test yapıldı. Bu hastalığa sahip insanların %95 normal KML süreci geçirdiği için korkulacak bir şey olmadığını söyledi.

Sonuçların çıkmasını 1 aydan fazla bekledik. Hastalık süresince insanı en çok beklemek yoruyormuş. Mesela hastanedeyken kan tahlili yapıyorsunuz, 2 saat içinde sonuç çıkacağı bilgisi geldikten sonra hastanenin içinde 2 saat bekliyorsunuz. Beklerken dakikalar çok daha yavaş geçiyor.

Vücudumuzdaki normal hücreler 23 çift kromozom içerirler. KML’li hastaların çoğunda, 22. kromozomda kalıtsal olmayan (nesilden nesile geçmeyen) yapısal bir genetik anormallik ortaya çıkar. Bu değişmiş olan 22. kromozoma “Philadelphia kromozomu” denir. Kan hücrelerinde Philadelphia kromozomunun neden ve nasıl oluştuğu çok iyi bilinmemektedir ancak hücrelerdeki kontrolsüz artıştan ve yaşam sürelerinin uzamasından sorumlu bulunmuştur. (https://www.losemilenfomamiyelom.org/TR,25/kronik-miyeloid-losemi-kml.html)

Geliştirilen bu akıllı ilaç sayesinde, anormallik oluşturan 22. kromozon kontrol altına alınıyordu. Bu sayede ilik, doğru miktarda hücre üretiyor ve vücut sağlıklı bir şekilde devam edebiliyordu.

Atipik kelimesini daha önce hiç duydunuz mu? Ben hiç duymamıştım. Atipik, tipik ve sıradan olmayan demekmiş. Eş anlamlısı münferit. Daha önce benzerine rastlanmamış. Bir insan için bunu kullandığınız zaman belki bir iltifat sayılabilir. Fakat bir hastalık için kullandığınızda bu çok da iyi bir şey değildir. Bir hastalığın atipik olması demek, yeterince genel olmadığı anlamına gelir. İstatistiksel bir şekilde olaya yaklaştığınızda ise, gözlem sayısının yetersiz olduğunu anlayabilirsiniz. Fakat daha da önemlisi, “tam olarak bilinememekle birlikte bazı hastalarda bu kromozom olmaksızın da KML ortaya çıkabilmektedir. Bu hastalar Philadelphia kromozomu pozitif olan hastalara göre tedaviye daha az cevap vermektedirler.”

Evet, genetik sonuçlara göre babam Atipik KML hastasıydı ve modern tıpta ilaç ile tedavisi bulunmamaktaydı. Bu aşamada kronik ve akut kelimelerinin ne anlama geldiğini bilmekte fayda var.

Tıp bilimlerinde akut terimi ya “hızlı başlayan” ya da “kısa süreli” hastalıkları, bazen de her iki durumu birden tanımlamak için kullanır. Bu sıfat pek çok hastalığın tanımının bir parçasıdır ve bu yüzden bu hastalıkların isimlerinde yer alır.

Kronik ise akut teriminin tam karşıtıdır ve uzun süre devam eden durumları tanımlamak için kullanılır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Akut)

Kronik uzun süre devam eden durumları ifade ediyor. Peki uzun ne demek? 1 sene uzun bir süre midir? Ya da 10 sene? Ya da 30 sene? Nedir uzun?

Bu aşamada insan kendine şu soruyu soruyor? Teşhis gerçekten doğru mu? Farklı testler yapılsa ya da farklı bir hastaneye gidilse farklı bir bulgu olabilir mi? Ya da yeni bir makale ya da araştırma sonucunda yeni bir sonuç olabilir mi dünyanın herhangi bir yerinde. Ve araştırmaya başlıyor insan. Bu süreçteki en önemli etmen ise, hastaneye ve doktora olan güven. Ne yazık ki, teşhis koyan hastaneye olan güvenimiz yaşanan tatsız olaylar sonrasında bizi farklı arayışlara götürdü ve Ankara’ya yola çıktık. Yahya Kemal gerçekten Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü mü sevmiştir? Biz giderken de sevmedik dönerken de sevmedik ama sevmemiz de gerekmiyordu. Tek bir amacımız vardı. Babamın hayırlısıyla tekrar sağlığına kavuşması.

Ankara’da bu konunun ehli bir doktor ile görüştük. Tekrar testler yapıldı. Bize anlattı. Bize çözüm yolları sundu. Çözüm yollarını yapmazsak ne olacağını anlattı. Ve bize kronik olan sürenin ne kadar olduğunu söyledi. 37 ay. Daha doğrusu medyanı 37 ay olduğunu söyledi. Yani 3 sene. Uzun mu? Bilmiyorum.

Babam, net bir insandır. Doğruyu söylemeyi sever. Önce sizin anlamanızı ister. Eğer anlamazsanız üzülür. Sonrasında bu doğruyu size söyler. Üzülseniz de söyler. Bana, eşine, kardeşlerine, kardeşlerime, akrabalarına, arkadaşlarına… Yanlışa yanlış, doğruya doğru demiştir her zaman. Seven çok sever, sevmeyen hiç sevmez bu sebeple. Seveni çoktur. Sevmeyenler de kendi bilirler.

Ankara’ya gidip gelmeye başladık. Önceki test sonuçları incelendi. Emin olmak için tekrar testler yapıldı. Tedavi uzun ve sancılı bir süreçti. Laboratuvar hatası olmaması gerekiyordu. Sonuçlar yine aynıydı. Atipik KML. Akıllı ilaç çözüm üretmiyordu. Peki var mıydı bu hastalığın çözümü? Evet vardı. İsmi kolay, anlatması kolay, fakat uygulaması zor bir süreç olan, (kemik) ilik nakli.

Kemik iliği nakli, hasarlı veya hastalıklı kemik iliğini değiştirmek için vücuda sağlıklı kan yapan kök hücreleri yerleştiren bir prosedürdür. Kemik iliğinin çalışmadığı ya da yeterli miktarda sağlıklı kan hücresi üretemediği durumlarda, kemik iliği nakli gerekir. Kemik iliği nakilleri, otolog ve allojenik olmak üzere iki çeşittir. İnsanın kendi vücudundan hücrelerin kullanıldığı nakillere otolog, bir vericiden ya da donörden hücre alınan nakillere allojenik nakil denir. Bu yazıda sizler için her iki tip naklin nasıl gerçekleştirildiği derlenmiştir. (https://www.medicalpark.com.tr/ilik-nakli-nasil-yapilir/hg-2335)

Ankara’ya gitmiştik. Ben, babam ve Burak. Test sonuçlarını konuşmaya ve yol haritamızı öğrenmek için. Doktorlarımızdan bir tanesi, ilik naklinin ne olduğunu, sürecin nasıl olacağını ve riskleri anlattı. Ankara’dan İstanbul’a dönüş hiç bu kadar uzun ve zor olmamıştı.

Babamın hastalığından dolayı, otolog nakil olmayacağı, uygun bir donör bulunarak nakil olması gerektiği söylendi. Uygun donör için ilk olarak kardeşlere bakılıyor. Fakat kardeşlerin de sağlıklı olması gerekiyor. Amcam babamdan 10 yaş büyüktü. Kendisinden almak zor olacaktı ama ilk seçenek olarak ondan örnek alınarak incelendi. Ne yazık ki istenen uyum bulunamadı. Ardından Türkiye’deki kök hücre bankasına, sonrasında da Dünya’daki kök hücre bankalarına bakıldı. Ne yazık ki uzun bir süre uyumlu bir ilik bulunamadı. Mayıs 2021 ile Eylül 2021 arasındaki süreç bekleme ile geçti. Kontrollü bekleme demek daha doğru olacaktır.

Babam 15 günde bir tam kan sayımı, beyaz kan hücresi, kırmızı kan hücresi gibi değerlerin olduğu genel bir kan tahlil yaptırıyordu. Sonuçları doktorumuza atıyorduk. Doktorumuz riskli bir durum olursa bize haber veriyordu. Mayıs 2021’den itibaren beyaz kan hücrelerindeki değerler lineer olarak artış gösteriyordu. Çok hızlı yükselmiyordu ve risk teşklik edecek bir durum hiç olmadı. Fakat yükseliyordu ve vücudun ürettiği bir kan hücresini yok etmenin alternatif tıpta ne yazık ki bir yolu yoktu.

Hastalığımız devasız değildi. Ama devası kolay da değildi. Zor bir süreç bizi bekliyordu. Bekleme aşamasında, alternatif çözümler var mı diye araştırmaya başlıyorsunuz. İlk olarak alternatif tıpta bunun bir çözümü var mı diye bakıyorsunuz. İnternette arıyorsunuz, çevrenizde bu konu hakkında uzman kişilere danışıyorsunuz. Fakat günün sonunda şunu öğreniyorsunuz. Kanser sadece bir hastalık ismi. 100’ün üzerinde kanser türü var. Ve alternatif tıpta kanser türüne göre bir çözüm bulabilecek bir uzmana biz rastlamadık. Daha açık anlatmak gerekirse, KML hastalığında beyaz kan hücre sayısında artış gerçekleşir. Bu değer artmaya çalışır fakat vücut fazlasını yok ederek ürik asite dönüştürür. Nötropeni durumunda ise beyaz kan hücresi sayısında azalma meydana gelir. Bu iki durum birbirinin zıttıdır. Bu sebeple, kan tahlili ve diğer tetkikler olmadan, bir kanser hastasının alternatif tıptaki uygulamaları kullanması riskli olabilir. Bu durumda bizim tecrübemiz ve tavsiyemiz, güvendiğiniz doktorunuzun asla sözünden çıkmamak olacaktır.

Fakat yine de, çevremizde tavsiye edilen çareleri deneyimlemeye karar verdik. İlk olarak bir Fitoloji uzmanı ile görüştük. Fitoloji ne demek? Kısaca Bitki Bilimi demek. Vücudun eksiklerine fazlalarına göre, kişiye özel beslenme programı ile iyileştirme yöntemi olarak açıklayabiliriz. Randevu aldık ve gittik. Fakat görüştüğümüz kişinin, babamın hastalığı hakkında bir fikri olmadığı için ne söyledikleri bizi ikna etti ne de tedavi yöntemi bize yeterli geldi.

Ardından yine bir tavsiye üzerine doğa üstü güçleri olan (bu biraz abartı bir betimleme ama bu şekilde tasvir ediliyordu adam) bir kişiden randevu alıp görüşmeye gittik. Hayatımdaki en ilginç tecrübelerden biriydi. Babamın elini tutarak, kaç yaşında olduğunu, kaç yaşında düştüğünü, yakın zamanda mide kanaması geçirdiğini vb. tespitlerde bulundu. Bunları babamın elini tutarak söyledi. Hatta, babamın kalın bağırsağında yırtık olduğunu ve bu sebepten vücudunda bir arıza olduğunu da belirtti. Fakat babamın hastalığı ile ilgili hiç bir tespitte bulunmadı. 2 sebepten bu kişinin doğruları söylemediğini düşündük. Birincisi, görüşme sonrasında bir çok karışım formülleri verdi. Formülleri incelediğimde, kan değerlerini yükseltecek karışımlar olduğunu gördüm. Bu da hastalık hakkında hiç bir fikri olmadan verildiğinin kanıtıydı. İkincisi ise yukarıda söylediğim gibi, babamın hastalığını anlayamaması. 16 yaşında düştüğünü, 2 sene önce tavukttan zehirlenip mide kanaması geçirdiğini, şu anda bağırsağında yırtık olduğunu söyleyen (bilen demiyorum çünkü bir kısmı yaşanmamış şeyler) kişi, babamın güncel hastalığını bilmemesi şaşırtıcıydı. En şaşırtıcı detay ise, babamın elini tutarak, kolestrolünün 227, trombositinin 165 olduğunu söylemesiydi. Babamın kolestrolü 130, trombositi ise 300 civarındaydı. Hem bir insan nasıl eliyle bunları ölçebilir ki?

Şimdi şunu düşünebilirsiniz. Okumuş insanlarsınız, nasıl böyle insanlara gidebilirsiniz? İnsan çaresiz olunca, tedavinin, devanın nerede olduğunu bilemiyorum. İlik nakli olmak bir çözüm fakat, bu çözümden önce acaba başka bir çözüm var mı diye insan araştırıyor.

Bu görüşmeden sonra, alternatif tıp yöntemlerini araştırmayı bıraktık. Söylediği karışımları uygulamadık. Bizim gitme amacımız, bizim hastalığımız hakkında bilgi sahibi ise ve bu hastalıkla ilgili daha önceden bir tecrübesi var ise ve bize açıklayarak anlatırsa, biz de bu anlattıklarını araştırıp doğrularsak uygulamayı düşünebilirdik. Doktorumuzun söylediği çok önemli bir cümle vardı.

Alternatif tıp yöntemleri ile modern tıp yöntemlerinin aynı anda uygulanmasını doğru bulmuyoruz. Biz hücreleri yok etmeye çalışırken, siz yeni hücre oluşturmaya çalışırsanız, tedavinin hiç bir anlamı kalmaz.

Ekim ayının ilk günleri, doktorumuzdan bir telefon geldi. Türkiye’de ve dünyada babam için uygun bir ilik yoktu. Bu cümleyi duyduğumda tüm yolların kapandığını düşündüm. Bunu babama nasıl söyleyeceğimi bilemedim ama yine de söyledim. Kabul etti. Bir hafta sonra doktoru tekrar aradım ve son çare olarak, çocukları olarak biz donör olup olmayacağımızı sordum. İhtimallerin düşük olduğu fakat deneyebileceğimizi söyledi. İhtimallerin düşük olmasının nedeni de şundan kaynaklanıyor. Çocuk, anne ve babanın genetiğini taşır. İlik naklinde, %80 ve üzerinde bir uyum olması gerekir. Anne ve babanın genetiğini taşıyan çocuğun da, %50 uyumlu olması beklenir. Bu sebeple ihtimal düşük olduğu ortaya çıkar. %80 ve üzeri uyum ise çok düşük bir ihtimaldir.

Biz yine de, küçük de olsa bir ihtimal olduğu için, ben, kardeşim ve ablam Ankara’ya kan örneği vermeye gittik. (18 Ekim 2021) Sonuçlar 2 hafta içinde çıktı. Kasım başında Ben ve kardeşimin %70 + 2.5 antijen, ablamın ise %60 uyumlu olduğu ortaya çıktı. Tam bu esnada, Avrupa’da bir donörün de %80 + 1 antijen uyumlu olduğu tespit edildi. Doktorumuza nasıl ilerleyeceğimizi sorduk. Yurtdışından ilik nakli için toplama yapılması ve getirilmesi uzun süren bir işlem olduğunu, ilik yetersiz kaldığında ya da tedavi devam ederken ihtiyaç olduğunda tekrar toplama işleminin risk teşkil ettiği için, aynı zamanda 2.5 antijen uyumunun da önemli odluğu için, benim ya da kardeşimin donör olmasının uygun olacağına kanaat getirildi. Kardeşimin hem yaşının daha genç olması gem de daha sağlıklı olmasından dolayı donör olarak seçildi. Sonrasında herşey çok hızlı gelişti.

Babam 15 Kasım 2021 tarihinde Ankara’ya geldi ve yatışı gerçekleşti. 1 hafta sonra kardeşim hastaneye yattı ve ilik toplanmaya başlandı. 1 Aralık 2021 tarihinde ilik nakli gerçekleşti. İlik naklinden sonra 30 gün hastanede kalındı. Yanında hep annem vardı. Tüm bu zorlu süreçte hep yanındaydı. 1 Ocak tarihinde taburcu oldu ve o vakitten itibaren Ankara’da yaşıyorlar ve tedavi devam ediyor.

İlik naklinin nasıl gerçekleştiğini, sürecin nasıl olduğunu, neler yaşadığımızı anlatıp anlatmamaya karar vermedim. Yazmak doğru mu yanlış mı emin değilim. Süreç zor, uzun, yorucu ve çok sabır istiyor. Eğer babam ve annem yazmama izin verirse ilik nakil operasyonlarının günlüğünü de sizinle paylaşacağım.

Son söz olarak, bugüne kadar yanımızda olan, bizi destekleyen, dua eden, arayıp soran herkese çok teşekkür ederiz. Babam iyileşecek ve tekrar sağlıklı bir şekilde aramıza dönecek. Daha çok yolumuz var beraber gezeceğimiz. Daha çok zamanımız var beraber geçireceğimiz.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Korona Günlüğü — Covid 19 Belirtileri

23.10.2020 tarihinde Covid 19 pozitif çıkmam vesilesi ile tuttuğum günlüğün detaylarını bulabilirsiniz. Herkesde belirtileri farklı olsa da, karşılaştırmalı olarak durumunuzu test edebilirsiniz. Zor bir hastalık. Yaklanan herkese Allah’dan şifa dilerim.

Bu yazıdaki belirtiler, kullanılan ilaçlar ve tedaviler bana özeldir. Hiç biri tavsiye niteliği taşımamaktadır. Sadece bilgi amaçlı yazılmıştır

Covid 19 Belirtileri günlük değişimi

21 Ekim 2020 Çarşamba (-1)

Saat 23:00

Başım çok ağrıyor. Haftalık migren ağrısı, sanırım bugüne denk geldi. Sadece başım da değil. Sırtım, omuzlarım, gözüm. Gözüm yerinden fırlayacak gibi zonkluyor. Kafamın yarısını kessem anca rahatlayacak gibiyim. Bir tane avmigran içip uyumaya çalışayım. 1–2 saate geçer sanırım.

Saat 00:00

Geçmiyor. Her gözümü kapattığımda kabuslar başlıyor. Sanki içinden hiç çıkamadığım bir labirent gibi. Freddy’nin kabusu peşimi bırakmıyor. Bir tane dicloflam içsem belki vücudum yumuşar. Bu etkili olmalı artık?

22 Ekim 2020 Perşembe (0)

Saat 02:00

Uyku tutmuyor. Gözlerimi kapatamıyorum. Sırt ağrısı dayanılmaz bir seviyede. Soğuk soğuk terliyorum ardından bir üşüme geliyor ve titriyorum. Sıcak duş alıyorum ama sıcak etki etmiyor. Yanmıyor sanki vücudum. Üşümem geçmiyor. Egzersiz yapıyorum gecenin bu vaktinde belki yorulurum uykum gelir. Ama fayda vermiyor. Karanlık bir odada sadece oturuyorum. Baş ağrısı azalmıyor. Sırtım zonkluyor.

Saat 04:00

5 saat oldu ağrı kesici alalı. Yeni bir ağrı kesici içiyorum. Dayanılmaz ağrılarım biraz azalsın istiyorum artık. Hastaneye gidip bir iğne yaptırmayı düşünüyorum. Fakat baş ağrısı için hiç hastaneye gitmedim. Keşke gitseydim belki her şey daha farklı olurdu.

Saat 06:00

İlaçlar etki göstermeye başlıyor. Uykum geliyor. Sonunda ağrılarım biraz azalıyor. Uyuyorum.

Saat 12:00

Çok yorgunum. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Sadece yatmak istiyorum. Dünyanın yükü sanki benim omuzlarımda. Daha önce hiç bu şekilde bir migren geçirmemiştim. Akşam olsun istiyorum. Uyumak ve ertesi güne daha dinç uyanmak istiyorum.

Saat 18:00

Hafif bir öksürük peydah oluyor. Kuru bir öksürük. Konuşurken oluyor. Rahatsız ediyor. Acaba demeye başlıyorum. Yoksa ağrılarım migrenden dolayı değil miydi?

Saat 20:00

Zehra’dan ateşimi ölçmesini istiyorum. 38 çıkıyor. Korkuyorum. Bir üşüme ve titreme başlıyor. Isınmak için yorganın altına giriyorum. Isınamıyorum. Kendime geliyorum. Sonra Medipol hastanesine gidiyorum. Muayene, Akciğer tomografisi ve Covid19 testi oluyorum. Akciğer filmi temiz çıkıyor. Fakat belirtiler açık.

Saat 22:00

Eve geliyorum. Ne olur ne olmaz Zehra ve AKS ile izole oluyoruz. Ayrı odalara taşınıyoruz. Çok yorgun ve bitkin hissediyorum. Öksürük artmaya başlıyor. Gece üşüyorum. Ateşim bir çıkıyor bir iniyor. Uyuyorum.

23 Ekim 2020 Cuma (1)

Saat 06:00

Uyanıyorum. Göğsümde bir ağrı var. Derin nefes almaya çalışıyorum. Alabiliyorum. Arada kendimi test ediyorum. Alamazsam bir sıkıntı var diyeceğim. Cam kenarına gidiyorum. Derin nefes alıyorum. Baş ağrım olmadığı için şükrediyorum.

Saat 16:00

Telefon çalıyor. Sağlık ekipleri Covid 19 test sonuçlarımın pozitif olduğunu söylüyor. Şaşırmıyorum. Üzülüyorum ve kendime kızıyorum. Nasıl ve nereden kaptığımı düşünmeye çalışıyorum. Bulamıyorum. Telefondaki kişi temasta olduğum kişileri soruyor. Söylüyorum. Ailemdeki herkesi karantinaya aldırıyorum. (istemeden) Herkesi tehlikeye attığımı düşünerek tekrar kızıyorum kendime.

Saat 18:00

İlaç getiriyorlar. Yapmam gerekenleri söylüyorlar. Evden dışarı çıkamayacağımı, bir sıkıntı olursa 112’yi armam gerektiğini söylüyorlar. Aks ve Zehra’nın belirtisi olmadığı için onlara test yapmayacaklarını söylüyorlar. Tamamen izole oluyoruz. Uzaktan görüşüyoruz.

Saat 20:00

Psikolojik midir bilmiyorum ama göğüs ağrılarım artıyor. Derin nefes almaya devam ediyorum. Derin nefes aldıkça seviniyorum ama bazen öksürük krizlerine engel olamıyorum. Öksürük yoruyor.

Favimol adı verilen bir kutu ilaca başlıyorum. Üzerinde ilk iki dozun 8 adet olduğu yazıyor. 8x200mg=1.6gr ilacı içiyorum ilk dozda. Yan etkilerini okumuyorum. Psikolojik olarak yan etkilerini hissetmek istemiyorum.

İlacı kullanmaktan başka alternatifim yok. Çevremde, ilacı kullanmadığı için virüsün ciğerlerini ele geçirdiği kişileri duyuyorum. Buna cesaret edemiyorum. Ateşim var. Uyuyorum.

24 Ekim 2020 Cumartesi (2)

Saat 06:00

Terlemişim. İlaçlar mı terletti yoksa gidip gelen ateşim mi bilmiyorum. Duş alıyorum. Karnım ağrıyor. Aslında karnım da değil. Midem ağrıyor. Bir de gözlerim acıyor. Hatta acı değil de ağrıyor. Gözlerime dokunduğumda ağrıyı hissediyorum. Telefona çok bakmaktan olduğunu düşünüyorum fakat benim gibi hayatının %60’ını bilgisayar başında geçiren bir insan için bile fazla bir ağrı bu. Sonradan öğreniyorum ki, ilaçların yan etkisi.

Saat 10:00

Çok şanslıyım. Zehra her gün kahvaltımı, ara öğünümü, çayımı, akşam yemeğimi hazırlıyor. Halsizlikten hiçbir şey yapasım yok. Eğer Zehra da olmasa kalkıp da kendime hiçbir şey hazırlayamazdım. Tat alabiliyorum. Buna da şükür. En azından yediklerimin tadını alabiliyorum. Kahvaltıdan sonra ikinci 8’lik ilacımı aldım. Uzun sürüyor içmesi. Bakalım nasıl yan etkileri olacak ilacın.

Saat 20:00

Hasta olduğumdan beri bir çok kişi aradı, mesaj çekti. Bunlar gerçekten çok moral oluyor. Bazen yorgunluktan konuşamıyorsun fakat yine de iyi dilekleri duymak çok sevindirici oluyor. İyi ki varsınız.

İlaç sayısı 3’e düştü. Bu tabi ki iyi bir haber.

25 Ekim Pazar (3)

Saat 06:00

Yorgunluktan akşam erken saatte uyuyakalıyorum. Bu sebeple sabah erken saatte ayakta oluyorum. Genelde gece terleyerek uyanıyorum. Hislerim biraz daha arttı önceki güne göre. Sıcağı ve soğuğu daha iyi hissediyorum.

Saat 14:00

Öksürük değişmez belirtimiz. Konuşmadıkça ve yatmadıkça öksürük olmuyor. Fakat konuşuyorsam ya da yatıyorsam öksürük baya rahatsız edici oluyor. Genelde balgam olmuyor. Öksürük krizleri artarsa bu öksürük karnıma, belime ve bazen böbreğime baskı yapıyor. O yüzden çok öksürmemek istiyorum.

Saat 20:00

Geçmeyen diğer belirtiler, Göz ağrısı ve karın ağrısı. İlk gün içtiğim ilaçların etkisi devam ediyor. Karın ağrısı biraz oturma bozukluğundan da olabilir fakat karnımda bir baskı var. İshal durumu olmadığı için karnımdaki ağrıları şimdilik çok kafaya takmıyorum. İştahımda herhangi bir sıkıntı yok.

26 Ekim Pazartesi (4)

Saat 10:00

Bugün sabah 6’da uyanamadım. Derin bir uyku uyumuşum. Gece öksürüklerle bölünsem de uzun bir uyku serüveni oldu. Sabah yine terlemiştim. Odadaki hava sirkülasyonu olması için camı açık bırakıyorum. Havalar artık soğuduğu için bu çok akıllıca olmayabilir ama temiz havaya ihtiyacı var ciğerlerimin.

Çok güzel bir kahvaltı sonrasında 3’lü ilacımı içiyorum.

Saat 16:00

Daha önce yazdım mı hatırlamıyorum fakat, ilacın yan etkilerini okumadım. Son gün okumayı planlıyorum. Fakat birden fazla yan etkisi hissettiğime eminim. Göz ağrısı örneğin çok anlamsız bir şekilde rahatsız edici. Gözümü kapatıp açınca bile ağrı yapıyor. Karın ağrısı geçmeye başladı. Şu göz ağrısı umarım en kısa sürede geçer.

Saat 20:00

Hastalığın kırılma noktalarından birini yaşıyorum sanırım. Tekrar ateşim çıkmaya başladı. Ateş ne demekti? Ateş bir hastalık değil, vücudun bağışıklık sisteminin harekete geçtiğini gösteren bir çeşit bağışıklık cevabıdır. Vücudun beyaz kan hücreleri üretmeye başladığının işaretidir. Yani vücutta ikinci korona savaşı başladı ve bu sefer güçlü olan benim vücudum inşallah. Bu savaşı kazanırsam iyileşmeye başlayacağım. Ama sanırım bu savaş çok da kolay olmayacak. İlacımı içiyorum ve uyuyorum.

27 Ekim Salı (5)

Saat 06:00

Ateş vücudu çok yoran bir durum. Vücutta bulunan termostatın derecesi yükseliyor. Bu da ister istemez hararet yapıyor. Sabah erken uyanmanın güzel yanları var. Gün erken başlıyor. Ama ben saat 7 gibi tekrar uyuyorum. Uyumak istemesem de yorgunluk her dakika sizi uyutuyor.

Saat 10:00

Bazı bilgiler vermekte fayda var. Öncelikle Zehra ve AKS’den izole olmuş durumdayım. Ayrı odalarda yaşıyoruz. Küçük su şişeleri aldık marketten. Çeşitli uygulamaları kullanıyoruz. İste gelsin, getir, banabi, vs. İste Gelsin fiyat performansı ve ürün çeşitliliği diğerlerinin çok üstünde. Örneğin, su, soda çeşitliliği harika. Buna ek olarak BEEO marka Propolis alacaktım ve marketteki fiyata buradan alma şansım oldu. Aynı gün içinde teslimatları da çok süper.

Evde kaldığım sürece ekran süresini minimumda tutmaya çalışıyorum. Mesajlar ve telefonlar dışında çok fazla telefona bakmıyorum. Biraz kitap okumaya başlayabildim. Uzun zamandır başlayıp bitiremediğim Yalın Startup kitabını bu vesile ile bitirmiş oldum.

Saat 20:00

Korona savaşında üçüncü perde oynanıyor. Tekrar ateşim çıktı. Ateşim bir çıkıyor bir iniyor. Arada üşüme krizleri geliyor. Sanırım vücudum savaşın galibi olma yolunda elinden geleni yapıyor. Savaşı kazanmak için bazı şeyleri feda etmek gerekiyor belki de. Tat ve koku da bunlardan biri. Akşam bir anda tat ve kokuyu kaybediyorum. Yediğim her şey aynı. Dişimi fırçalıyorum tat almıyorum. Yemekte çok acılı mercimek çorba, enginar ve makarna var. Fakat ben tatlarını alamıyorum. Ardından tarçınlı, zencefilli limonlu bir çay içiyorum. Fakat hiç tat alamıyorum. Allah’ın verdiği nimetlere şükretmemek, kaybedince değerini anlamak… Ah ki ne ah.

Saat 22:00

Öksürük artıyor, belim ve böbreklerimde ağrılar artıyor. Zor bir gece beni bekliyor hissediyorum. Sanki hastalığın ilk gününe geri döndüm. Tüm ağrıları baştan yaşıyorum. Buradan şu sonucu çıkarıyorum. Bünye ne kadar kuvvetliyse hastalık o vücutta yenilgiye uğruyor. Ama eğer vücut zayıf ise, hatalık ilk fırsatta kontrolü tekrar ele alıyor ve zamanla iyileşecekken daha da kötü hale geliyor. Yani zamanla iyileşme gibi bir durum söz konusu değil. Daha da kötü bir hal alması içten bile değil.

Gece çetin geçecek. Sabah ola hayrola.

28 Ekim Çarşamba (6)

Saat 06:00

Öksürük ilk defa azaldı. Bu iyi haber. Fakat gece uyuyamadım. Çünkü saat 02:00’da başlayan baş ağrısı sabaha kadar devam etti. Hani ilk gün yazmıştım ya, korku filmi gibi diye. Bugün de aynısı oldu. İçinden çıkamadığım korku filmi geri dönmüştü. Sabah kadar dönüp durdum. Döndükçe başım ağrıdı. Sabah 6’da kalktığımda yine kanter içindeydim. Duşa girdim. Sıcağı hissetmedim, hareketlerim ise robotunki gibiydi. Çok anlamlı hareketler yapmadığımı bir gerçekti. Başımdaki ağrı iki noktada artıyordu. Birincisi gözlerim diğeri ise ense kökü. Bu ağrı o kadar şiddetliydi ki, gözlerimi açamıyordum.

Saat 10:00

Baş ağrısı iştahsızlığa sebep oluyordu. Çünkü migrendeki gibi mide bulantısı yapıyordu. Az bir şey yedim ve kendimi yatağa attım. Başımı tülbent ile sardım ve gözlerimi sıkı sıkı kapattım. Hiçbir şey yapamadım. Tek tesellim bugün ilaçların son günüydü. Artık ilaç yoktu ve yan etkilere bakacaktım. Umarım ki hepsi en kısa zamanda vücudumu terk edecekti.

Baş ağrısı geçmediği için ağrı kesici içtim. 3–4 saat sonra etkisini göstermeye başladı.

Saat 16:00

Ağrı kesici içmenin en kötü yanı, ağrı geçtikten sonra yan etkilerinin başlaması oluyor. Sağlıklı düşünemiyorsun, boşlukta hissi oluşuyor. Hem bunun etkisi hem de hastalığın bugüne kadar oluşturduğu hissiyat ile ciddi bir duygusal dengesizlik ortaya çıktı. Her şeye ağlama isteği oluştu. Her şeye ağlamak istiyorum. Bu kötü bir şey değil biliyorum. Evet zaten sulu göz bir insanım ama biraz katmerli bir duygu şu anda.

Saat 20:00

Dün geceki ağrıların sonucu olarak tüm vucudumdaki kaslarda ağrılar devam ediyor. Özellikle bacaklarımdaki kas ve eklem ağrıları devam ediyor. Sevindirici bir haber, tatları çok az da olsa aldığımı hissediyorum. Bu iyiye işaret çünkü yavaş yavaş geri geleceğini hissediyorum.

29 Ekim Perşembe (7)

Saat 06:00

Bugün ilk defa iyi olarak uyandım. Çok şükür başım ağrımıyor, öksürüğüm az, tat biraz alıyorum ve başka bir sıkıntım yok. Artık hava soğuduğu için camı açık yatmıyorum. Sabah 6’da uyanıp camı açıp evi havalandırıp saat 7’de tekrar yattım. 10’a kadar uyumuşum. Kendimi iyi hissediyorum. Vücudumda 4. defa savaş çıkmazsa, inşallah bu savaşı kazandım.

Saat 10:00

İlacın yan etkilerini okumak istiyorum. İlacın adım Favimol 200mg. Favipiravir etken maddesi içeriyor. Tüm yan etkilerini yazmayacağım. Öne çıkanları yazacağım. Bulantı, kusma, karın ağrısı, beyaz kan hücresinde artış, kaşıntı, tat almada bozukluk, bulanık görme, göz ağrısı, astım, karın rahatsızlığı, vb.

Açıkçası göz ağrısı ve karın ağrısının sebebini burada görmek en azından şüphelerimi doğruladı. İlaç her ne kadar bir çok yan etkisi olsa da, ilacı içmemeyi bir seçenek olarak görmüyorum. Ben çok sık hasta olan bir kişiyim. Çocukluğumda atlattığım astım krizlerinden dolayı alerjik bir yapım bulunuyor. Eğer bu ilacı kullanmak yerine bekleseydim, korona ciğerlerimi ele geçirebilir ve çok daha vahim bir durumda hastaneye kaldırılabilirdim. Doktorlara güvenin.

Son

1 seneye yakın bir süredir bu hastalığa maksimum dikkat eden bir insandım. Maskesiz dışarı çıkmam, sosyal mesafeyi korurdum. Fakat nasıl oldu bilmiyorum, bu hastalığa yakalandım. Gerçekten nereden bulaştığı hakkında hiç bir fikrim bulunmuyor. Bu hastalık zor bir hsatalık. 36 yaşında olmama rağmen beni çok yordu. Yaşlı ve zayıf bünyeleri ne kadar yorduğunu tahmin bile edemiyorum. Lütfen ailenize dikkat edin. Lütfen bu hastalığın yayılmasına engel olun.

Bu hastalık süresince başta ailem olmak üzere, tüm arayan, mesaj çeken herkese teşekkür etmek istiyorum. Hastalığı atlatmam da en büyük güç sizden geldi.

Annem, Babam. Benim yüzümden tatile gidemediniz. Evde kapalı kaldınız. En çok da sizi telaşlandırdım ve üzdüm. Sizde bir hastalık çıkmadığı için çok mutluyum. Desteğiniz sayesinde daha iyiyim.

Ablam, Mahmut abi, Burak ve Özlem’e ayrı bir teşekkür etmek istiyorum. Öncelikle benim yüzümden karantinada kaldıkları için özür diliyorum. Ben daha çok dikkat etseydim, onlar da karantinada olmayacaklardı. Teşekkür ediyorum, çünkü beni hiç yalnız bırakmadılar.

Zehra. Bu güneşli günlerde benim yüzümden evde kapalı kaldığın için ve tüm gün benle uğraştığın için teşekkür ederim. Zor günler umarım geride kaldı.

AKS. Çok şanslıyım senin gibi bir oğlum olduğu için. Bu zor günlerde evimizin neşesi olduğun için, bizi hiç üzmediğin için, beni sevdiğini söyleyerek moral verdiğin için…

11.11.2020 tarihinde yapılan eklemeler aşağıdaki gibidir

Hastalığımın başlamasından itibaren 22 gün geçti. 10 günlük karantina sürecimin bitmesinden de 12 gün geçmiş oldu. Ekleme yapmamın 2 nedeni bulunuyor. Birincisi, benim sağlık durumun ne olduğu ve hastalığın ilerleyen günlerinde ne olduğu hakkında bilgi vermek. İkincisi, eşim ve AKS’nin bu süreçte negatif olmalarına rağemn, ne yazık ki annem ve babam pozitif oldular. Bu süreçle ilgili bilgi vereceğim.

Karantina süresi sonrasındaki durumum

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, karantina sürecinde sağlığınız kötüye giderse 112 Acil servisi arayarak yardım alabiliyorsunuz. Özellikle nefes almakta güçlük çekiyorsanız hemen acil servisi aramalısınız.

29 Ekim ile karantinanın bittiği 1 Kasım tarihi arasında farklılık bulunmuyordu. Karantina bittikten sonra yaptığım ilk şey, gidip test yaptırıp hala pozitif mi olduğumu öğrenmek oldu. Sağlık bakanlığı, karantina bitiminde test yapmıyor. İsterseniz kendiniz ücretini ödeyerek test yaptırabiliyorsunuz. 02.11.2020 tarihinde yaptırdığım testin sonucu pozitif çıktı. Bunun üzerine araştırma yaptım ve çevremde pozitif olan kişilere sordum. 41. günde olup hala pozitif çıkan kişileri öğrendiğim de, gidip test yaptırmanın çok manasız olduğunu gördüm. Yaptığım araştırma sonucunda uzun bir süre pozitif çıkabileceğim fakat hastalığın bulaşıcılığının azaldığı yönündeydi. Fakat, bu bilginin kesinliği olmadığı için evde karantinada kalmaya devam ettim.

Peki hayatımda ne değişti. Öncelikle öksürüğüm hala geçmedi. Azalsa da, çok konuştuğumda ya da çok hareket ettiğimde öksürük rahatsız ediyor. Hastalık süresince hiç balgamım olmuyordu. Fakat hastalık geçmeye başladığından itibaren tekrar balgam olmaya başladı.

En çok canımı sıkan şey ise, hemen yorulmak. Örneğin dün akşam 1–2km yürüyüş yaptım. Bu yürüyüş sonrasında kendimi çok yorgun hissettim. Kulaklarım kızardı ve uyumak istedim. Ben 36 yaşında olmama rağmen 3–3 tek pota maçta 1 saat yorulmadan oynayan adamdım. Bu beni gerçekten çok üzdü.

Eşim ve AKS’ye hastalığı bulaştırmadığıma seviniyorum. Hastalık ilk başladığı günden itibaren odaları ve yemekleri ayırmıştık. Ben evde kendi odam dışında her yerde maske ile dolaştım ve kesinlikle onların dokunduğu yerlere dokunmadım. AKS ile 2 metre mesafeden daha fazla yaklaşmadık. Bunun sonucu olarak onlara bulaşmadan atlatmış olduk. Fakat, annemle babama bulaştırmışım.

Annem ve Babam

Benim belirtilerim 21 Ekim 2020 Çarşamba gecesi başlamıştı. Ne yazık ki, o gün akşam yemeğini tüm aile beraber yemiştik. Annem, babam, Zehra, AKS, ablam, çocukları, kardeşim, eşi. Çok üzgünüm ve çok pişmanım gerçekten. Çünkü, normalde ben yemeğe gitmeyecektim fakat bir toplantım erken bittiği için gitmiştim.

O gün akşam yemeğinde olan tüm herkes benimle birlikte karantinaya girmişlerdi. Tam 14 gün boyunca kimse evden çıkmadı. 14 gün sonra geçtiğimiz hafta annemde baş ağrısı ve ateş olmuş. Annem yeni enfeksiyon atlattığı için onla ilgili olduğunu düşünmüş. Babamın da sadece 1 gün ateşi biraz çıkıp inmiş. Çok önemsememişler. 9.11.2020 yani karantinadan tam 19 gün sonra (geçtiğimiz pazartesi) annemi nefes darlığı, şiddetli baş ağrısı ve ateşten dolayı hastaneye kaldırdık. Tahliller yapıldı ve ciğer filmi çekildi. Ciğer filmi sıkıntılıydı, kandaki CRP oranı yüksekti. Hastanede hava tedavisi ve serum verildi. Covid-19 testi yapıldı. Sonuç pozitif çıktı. Babam da hiç belirti olmamasına rağmen onun da testi pozitif çıktı.

Dün sağlık bakanlığından gelip karantina süreci başlatıldı ve ilaçları verildi. Annem dün iyi olmasına rağmen bugün yine kötü oldu. Babam da bugün kendini çok yorgun hissediyor. İnşallah ikisi de iyileşip sağlıklarına kavuşacak. Bu yazıyı okuyanlar dualarına eklerse çok memnun olurum.

Son Söz

Annemle babama bir akşam yemeğinde hastalığı bulaştırmışım. Benim yüzümden şu anda hastalar. Lütfen, çevrenizdekileri üzmek ve üzülmek istemiyorsanız, mümkün olduğunca evde kalın. Maskesiz dışarı çıkmayın. Ben çok üzgünüm. Bu hastalığın sıkıntısını çekerken bu kadar acı çekmemiştim. İnşallah bu yazıyı son kez güncellediğimde ikisinin de iyileştiğini yazacağım. Ama o zamana kadar, siz de kendinize ve ailenize dikkat edin.

Sevgilerle

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

15 Temmuz 2016

Nemrud, ona karşı gelen Hz İbrahim peygamberin ateşte yakılması emrini vermiş. Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşmuşlar. Nemrud, ne güçlü bir kral olduğunu herkes anlasın, görsün istemiş. Nemrud’un askerleri İbrahim peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış.

Bu sırada göklere kadar varan ateşe doğru bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile telaşla gidiyormuş. Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş:

– Acele ile nereye gidiyorsun?

Telaşla yetişmeye çalışan karınca, ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp cevap vermiş:

– Haberin yok mu? Nemrud, İbrahim peygamberi ateşe atacakmış. Meydana ateşin olduğu yere su götürüyorum.

Diğer karınca gülerek demiş ki:

– Senin yanan büyük ateşten haberin yok mu? Ateşe hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük, senin bir damla suyun ateşe ne yapabilir ki?

Bir damla su taşıyan karınca:

– Olsun, hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır.

15 Temmuz 2016 gecesi darbe girişimi başladığında, ne yapacağımı bilemez bir şekilde evin içinde dolaşmaya başladım. TRT’de korsan darbe bildirisi okunuyordu. Sayın Cumhurbaşkanımız henüz canlı yayınlara bağlanmamıştı. Önce, benden daha dirayetli olan eşime baktım. Sonra yatağında melekler gibi uyuyan çocuğuma. Şirketten arkadaşım aradı ne yapıyorsun diye. Bilmiyorum diye cevap verdim, sinirlenip kapattı telefonu. İçimden, şimdi REİS çıksa ve sokaklara dökülün dese de zincirlerimi kırabilsem diye geçirdim. Ardından REİS çıktı ve sokakları koruyun dedi. Eşimi ve çocuğumu Allah’a emanet edip çıktım sokağa. Önce sokaklar tenhaydı, ardından çoğaldı, çoğaldı ve çığ gibi büyüdü. Yarı yolda durdum ve geri döndüm. Çocuğumu kucağıma alıp, eşimin elinden tutup babasın evine götürdüm. Gözüm arkada kalmadan gidebilirdim artık.

Gittim de. Fakat arka saflarda, kalabalık güruhun bir parçası olmaktan başka bir şey yapamadım. Boğaziçi Köprüsü’nde, Acıbadem’de, Kızılay’da tankların üstünde, namluların ucunda kardeşlerim dururken, ben arka saflarda kalabildim. Şehadet şerbeti önüme sunuldu ama ben içemedim. Çorbada tuz, denizde bir damla oldum fakat Hz. İbrahim’in ateşine su götüren karınca olamadım. Hangi tarafta olduğumu gösterebildim ama daha fazlasını yapamadım. Şimdi içim yanıyor. Allah rızası için daha fazlasını yapmalıydım diyorum, Ön saflarda olmalıydım diyorum ama ne fayda. Allah en ön saflarda olanlardan ve şehitlerimizden razı olsun. Onların bizim üzerimizde hakkı var. İnşallah haklarını helal ederler.

FETÖ’nün Darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Fakat şimdi onlar boş durmayacaklar. Hem içten hem de dıştan ülkemize zarar vermek için ellerinden geleni yapacaklar. Bugüne kadar, az da olsa elimden geleni yapmaya çalıştım. Bugünden sonra ise elimden gelenden daha fazlasını yapmaya çalışacağım. Belki ben çile çekeceğim, zorluklar içinde kalacağım, fakat Ahmet Kerem ve gelecek nesillerim inşallah rahat olacaklar.

Bu hafta meydanlarda nöbetteyiz. İslam için, ülkem için, ailem için.

Not: Ben kişisel olarak, aktif blog, instagram, twitter, vs. kullanan kişilerin geç yayın yapmasını eleştiriyordum. Fakat gördüğünüz gibi, Snapchat hariç yayınlarımda geç kalmış bulunmaktayım. Eleştirmekte sonuna kadar haklısınız.

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Şoförler, Arabalar ve Yollar – Burak Günbal

Parakende Sistem Profesyoneli olarak sektörde isim yapmış Burak Günbal Bey’in yazısını sizinle paylaşmak istiyorum. Yazı çok etkileyici. Kendisiyle aynı sektörde çalışıyor olmamdan mı yoksa kurumsallaşamayan şirketlerin temel sorunu mu bilmiyorum ama tam yerinde bir yazı olmuş. Kendisine yazısını blogumda paylaşmama izin verdiği için ayrıca teşekkür ederim.

Yazının linki : http://www.perakendebulten.com/haber.php?hid=1305628878

Şoförler, Arabalar ve Yollar – 17/05/2011

Arabanız var, bir de özel şoförünüz; ama vardığınız yerden memnun değilsiniz. Önce arabayı değiştirdiniz. Yenisi de sizi memnun edemedi

Sıra şoföre geldi. Yeni şoför başta işini biliyor gibi gözüküyordu, ancak şimdilerde, onun da sizi götürdüğü yer, önceki ile aynı diye huzursuz olmaya başladınız. Sonra, arabaya biraz takviye yaparsanız, daha iyi olur diye düşündünüz fakat performans istediğiniz gibi olmadı. “En iyisi ben şoföre destek vereyim” dediniz ve sağ koltuğa, takviye yapılan aracınızı tanıyan yeni birisini (co-pilot) oturttunuz. Bu arada masrafınız da arttı. Nereye geldik diye camdan dışarı baktığınızda ise, gördünüz ki yine aynı yere varmışsınız ve onca para boşa gitti diye düşündünüz.

Sinirlendiniz. Mutsuzluğunuzun acısını şoförden çıkardınız. Sağ koltuktaki co-pilot direksiyona geçti. Yine olmadı; aynı yere gidiyordunuz. “Demek normal olan bu” dediniz. Gün oldu, devran döndü; baktınız ki birileri başka yerlere gidiyor ve oraları görenler, vardıkları yerleri tarif ederken, tropik bir sahil kasabasını anlatır gibi heyecanlılar; haliyle yeniden iştahınız kabardı.

“Madem birileri güzel yerlerden bahsediyor, ben de istiyorum” dediniz ve işi en iyi bilen kimdir diye düşünüp, bu sefer işinin ehli olarak bilinen bir taksiciyi, şoför olarak istihdam ettiniz. Garanti olsun diye, bir dolmuş muavinini de sağ koltuğa oturttunuz. O esnada araba da biraz eskimişti. “Madem yapıyoruz, işi tam yapalım” dediniz ve seçimi yeni şoföre bırakıp, arabayı bir daha yenilediniz. Gönlünüz biraz daha rahattı artık. Gün ola, harman ola dediniz.

Harman olmadı. Acaba son şoför, karşının esnafı mıydı? Yoksa bu yakayı bilmiyor muydu? Pencereden görünen manzara, hiç değişmemiş, buna karşın etrafınızda güzel yerlerden bahsedenlerin sayısı artmıştı. Acaba sahte bir cennetin mi peşindeyim diye düşündünüz. Siz düşünürken birileri solunuzdan hızla geçti. Tekrar hırslandınız ve yeni otomobilinize de güvenerek, düş peşine talimatını verdiniz şoföre. Bir süre takip ettiyseniz de, sizi sollayan araç bilmediğiniz bir yola girdi ve korktunuz; çünkü ne haritanız vardı, ne de yol soracak birileri. Sağa yanaştınız yeniden. Acaba yanlış otomobili mi seçmiştiniz yoksa bu şoförlerin hepsi dolandırıcı mıydı? Direksiyona kendiniz geçtiniz. Sonuç?

Aynı, değişmedi.

Çünkü siz sürekli personelinizi ve sisteminizi değiştirirken, sürecinizi yani yolunuzu hiç değiştirmediniz. Aynı yoldan giderek, hep başka yerlere varmayı hayal ettiniz.

Durun, bir nefeslenin; ardından önce hayalinizi tarif edin (vizyon). Araştırın ve yol haritanızı çıkarın (strateji) fakat burnunuzun dikine gitmediğinizden emin olun (yeni yol, yeni süreç/iş yapış biçimi). Evet, bugün beğenmediğiniz noktaya siz dişinizle-tırnağınızla geldiniz (ticari fikir) ama artık asfalt zemine (rekabetin yoğun olduğu pazar) çıkmalı, yarışacağınız pisti seçmeli (segmentasyon), arabanızı (sistem) seçtiğiniz pistin şartlarına uydururken (standardizasyon), aracınıza iddianızı ortaya koyacak bir renk belirlemelisiniz (farklılaşma ve vaad).

Hedefiniz belli, yolunuz doğru ise araç da doğru olur, pilot da.

Çünkü değişim demek, farklı bir yol denemek değilse eğer, sadece sistem ve İK’yı yenilemek, makyajdan öteye gitmeyen teferruattır.

Suyunu: Çalıştığım şirket, sektördeki en vizyoner şirket. Buna eminim. Stratejileri her zaman sektörde yol gösterici olmuştur. O zaman problem nedir? Araba. Arabaya binmek yerine sırtına almak (Sistemi patronun yazmaya çalışması) , motorun hacmi ve bazı özelliklerini öğrenmesi yerine, arabanın motorundaki her bir parçanın detaylarını öğrenmeye çalışmak (Algoritmalarda kullanılan tüm detayları öğrenmeye çalışarak uzmanlık alanın dışına çıkan patron), arabanın daha hızlı gitmesi için yapılan aerodinamik geliştirmeleri önemsememek (yorumsuz), arabadaki problem arayışının sadece bir kaçı. Araba olmadan yürümek zorunda kalırsınız ya da toplu taşıma araçlarına binip herkes gibi olursunuz.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Vakit Geldi

Bugüne kadar hem davranış açısından hem kendini ifade etme açısından hem de tenkik olarak iş hayatında yetersiz olduğumu düşünmüşümdür özeleştiri yaparken. Ama bugün bunların eskisi gibi olmadığını, kendimde eksik gördüğüm özelliklerin geliştiğini gördüm. Çünkü artık ben kendime güveniyorum. Sadece kendime güvendiğim için değil. Artık ben neyin nerde nasıl yapıalcağını biliyorum. Artık ben yorum katabiliyorum. Artık ben bir şey katabiliyorum. Ben Katma Değer üretebiliyorum.

O zaman Vakit Geldi. Artık ben ilerleyebilirim. Değişim başlasın.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Baba ve Çocuk

Baba dediğin, çocuğunu korumak için her şeyi yapmalıdır.
Baba dediğin çocuğu çağırdı mı iki eli kanda olsa gitmelidir.
Baba dediğin zor zamanında kucaklar çocuğunu
Çünkü baba ile çocuk emanettir birbirine tanrıdan.
Anne dediğin çocuğa hayat verir.
Sonra çocuk küçük elleriyle tutar
babanın ellerini ve çocuk babaya hayat verir.
Babanın gücünün sonudur çocuk.
Her şey unutulur onun için çokcana.
Babanın günahlarının toplamıdır çocuk.
Onun yerine yanar çok cana ateşte.
Babanın olamadığı her şeydir çocuk.
Onun umutları yaşar çok cana içinde.
Babanın yalanıdır çocuk sonunda ortaya çıkmış.
Çocuk babanın kanayan elidir çocuk
Çocuk babanın akmayan gözyaşlarıdır
Çocuk babanın sakladığı sevgisidir
Babanın yumuşak derisi, içinde atan kalbidir çocuk
Çocuğun babasını hedefleyen çocuğuna sallamalıdır kılıcı
Çocuk, babanın emaneti çocuk
Babanın kaybedemeyeceği tek şeydir çocuk

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Dost’tan Aruz

Durmuyormuş mazinin ezvakı göçmüş yokluğa
Bak muhabbet kaldı dostun siretinden yadigar.
(failatün failatün failatün failün)

mazi:geçmiş
ezvak:zevk

Kendisinin Aruz ölçüsüyle yazdığı ilk beyit olması ve buna muhattap olmak beni çok mutlu etti. Teşekkürler Dost…

Aruz ölçüsü, nazımda uzun veya kısa, kapalı ya da açık hecelerin belli bir düzene göre sıralanarak ahengin sağlandığı ölçü. Sözlük anlamları ‘yön’, ‘yan’, ‘bölge’, ‘bulut’, ‘keçi yolu’, ‘deli’, ‘sarhoş deve’, ‘çadırın orta direği’, ‘karşılaştırılan’, ‘ölçü olan şey’ gibi çeşitlidir. Edebi kavram olarak, bu anlamlardan hangisine dayandığı tam olarak bilinmemektedir. Develerin yürüyüşünden, demircilerin sistematik çekiç vuruşundan veya çamaşırcı kadınların tokmak seslerinden çıktığı görüşleri vardır. Bir çadırı direğin ayakta tutması gibi, divan şiiirini ayakta tutan en büyük unsurun aruz olduğu düşünülür. Aruz bilimini bir öğreti biçiminde ilk olarak ortaya koyan ünlü Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed’dir. Aruz ölçüsü, Arap, Türk, Fars, Afgan, Pakistan ve kısmen Hint edebiyatında kullanılmaktadır.

Aruz hecelerin sayısını değil, şeklini esas alır. Aruzla yazılmış şiirlerde, her bir mısranın heceleri, diğer mısraların aynı hizadaki heceleriyle aynı açıklık(kısalık) ve kapalılık(uzunluk) noktasında birbirlerine denktir. Açık(kısa) hece ( . ) işaretiyle; kapalı(uzun) hece (-) işaretiyle gösterilir. Ayrıca med’li adı verilen, bir buçuk hece değerinde ( .- )işaretiyle gösterilen hece değeri de dört sesten oluşan heceler için kullanılır.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Paylaşmak İçin Kaç Kişiye İhtiyaç Var – Ferruh MaviTuna

Hep aklımdaki bir sorudur, bir şeyi kaç kişi ile paylaşırsanız bu paylaşıma değmiş olur. Mesela twitter hesabınızı kimse takip etmiyorsa twitter’ a mesaj göndermenin bir anlamı var mı?

RSS’ inizi kaç kişi okursa ya da sitenize günde kaç kişi gelirse bu sitede yazmaya değer? Yoksa bu paylaştığınız kişi sayısı ile kişisel tatmin bir birinden bağımsız olarak mı çalışıyor? Bir kaç seferinde teknik sorunlardan dolayı yazdığım yazıları kaybettim. Onları bir daha oturup yazmamıştım çünkü benim için esas olan yazmaktı, dolayısıyla kişisel tatmin tamamlanmıştı ama bazen yazıyorsunuz çünkü gerçekten paylaşmak istiyorsunuz.

Aynı konu rapidshare’ da dosya paylaşmak ya da youtube’ da video yayınlamak için de geçerli. Bir youtube videosunu hazırlamak upload etmek için 3 saat harcadıysanız ve onu sadece 170 kişi izlediyse, bir daha bu tip bir şey yaparmıydınız? Soruyu devam ettirebiliriz yazdığınız bir kitabı kaç kişi okursa bu kitabı yazmış olmaya değer?

Mesela bu nedenden dolayı bazı teknik yazıları Türkçe hiç yayınlamıyorum çünkü harcadığım vakte değmiyor. Konu çok teknik ve spesifik olunca zaten çok az kişinin ilgisini çekiyor, bu az kişinin %75 i ingilizce biliyor oluyor dolayısıyla bir yazıyı sadece 10 kişi için Türkçeye çevirmiş oluyorsunuz, bu da harcadığınız vakte genelde değmiyor

Not: Yazı Ferruh Mavituna‘nın kişisel sitesinden alıntıdır.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Değişim – Öncesi Ve Sonrası

Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Herşey değişiyor. Değişmeyen bir tek şey bile yok etrafımda. Ben bile değişiyorum. Bir günümün bir günüme uymaması benim için bir değişimdir. Daha dün sistem analisti olarak Assesmentlara girerken, bugün çok farklı bir göreve getirildim. Sanki yeniden işe başlamak gibi bir duygu bendeki. Ama kaygı ile karışık.

Önceki yazımda soruduğum gibi, Bundan 5 sene sonra nerde olmak istiyorum. Sanırım bu sorunun cevabını artık biraz olsun tahmin edebiliyorum.

5 sene sonra, Merchandising’in tüm ayrıntılarını bilen bir analist olmak istiyorum.

Bunu gerçekten istiyor muyum? Evet istiyorum ve bunu yapabilmek için eksi yönlerimi düzeltmek için gerekenleri yapacağım.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Motivasyon

Sıkıntılı günler geçiriyorum. Özellikle iş yaşantımda biraz gelecek kaygısı oluşmaya başladı bugünlerde. Bundan 10 sene sonra nerede olmak istediğim konusunda tereddütler yaşıyorum. Şu anki işimi seviyorum fakat yine de bazı sorunlar aklımı kurcalıyor. Kendimi görev adamı olarak tanımlasamda, motivasyon bozukluğu yüzünden verimli çalışamıyorum. Motivasyon… GMY’nin dediği gibi Motivasyon herşeyden önemli. Motive olmuş bir kişi bilgili fakat motivasyonu olmayan on kişiden daha verimli olabilir. Peki beni motive eden ne?

Para, Başarı, İltifat, Mevk, İletişim, Performans, Teknoloji, Tatmin, Yoğunluk, Stres…

Para

Hiç biri demek sanırım ya şükürsüzlük olur yada pilin bittiği andır. Tabiki hiçbiri değil. Hatta belkide hepsi diyebiliriz.  Zamansal değişimler motivasyon tanımınıda değiştiriyor. Mesela Para herzaman herkes için bir motivasyon kaynağıdır. Ama ince bir nokta, para almak için mi çalışılır yoksa çalıştığın için mi paranı alırsın. Aynı anlamımı taşıyor bu ikisi? O zaman ayrıntıya inelim. Paranı alıyorsun fakat yaptığın iş seni tatmin etmediğin zaman o para senin için değerini kaybediyor. Yani para almak için çalışıyorsun. Çalıştığın için paranı alırsan, işte ozaman haketmişsindir ki karşılığını beklersin…

Motivasyonumu kaybettim. Her yere baktım ama bulamadım. Bulan olursa haber versin. Yada beni motive edecek şeyi tespit etsin ben sölemeden. Seçenekler açık, ben işe açım. Benim üretmem beklenirken, yetersizliğimin farkına varır oldum. Yetkinliğimi kazanmak beni motive eder. Yetkin olduğum zaman zaten motivasyon kendiliğinden gelir…