tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Şoförler, Arabalar ve Yollar – Burak Günbal

Parakende Sistem Profesyoneli olarak sektörde isim yapmış Burak Günbal Bey’in yazısını sizinle paylaşmak istiyorum. Yazı çok etkileyici. Kendisiyle aynı sektörde çalışıyor olmamdan mı yoksa kurumsallaşamayan şirketlerin temel sorunu mu bilmiyorum ama tam yerinde bir yazı olmuş. Kendisine yazısını blogumda paylaşmama izin verdiği için ayrıca teşekkür ederim.

Yazının linki : http://www.perakendebulten.com/haber.php?hid=1305628878

Şoförler, Arabalar ve Yollar – 17/05/2011

Arabanız var, bir de özel şoförünüz; ama vardığınız yerden memnun değilsiniz. Önce arabayı değiştirdiniz. Yenisi de sizi memnun edemedi

Sıra şoföre geldi. Yeni şoför başta işini biliyor gibi gözüküyordu, ancak şimdilerde, onun da sizi götürdüğü yer, önceki ile aynı diye huzursuz olmaya başladınız. Sonra, arabaya biraz takviye yaparsanız, daha iyi olur diye düşündünüz fakat performans istediğiniz gibi olmadı. “En iyisi ben şoföre destek vereyim” dediniz ve sağ koltuğa, takviye yapılan aracınızı tanıyan yeni birisini (co-pilot) oturttunuz. Bu arada masrafınız da arttı. Nereye geldik diye camdan dışarı baktığınızda ise, gördünüz ki yine aynı yere varmışsınız ve onca para boşa gitti diye düşündünüz.

Sinirlendiniz. Mutsuzluğunuzun acısını şoförden çıkardınız. Sağ koltuktaki co-pilot direksiyona geçti. Yine olmadı; aynı yere gidiyordunuz. “Demek normal olan bu” dediniz. Gün oldu, devran döndü; baktınız ki birileri başka yerlere gidiyor ve oraları görenler, vardıkları yerleri tarif ederken, tropik bir sahil kasabasını anlatır gibi heyecanlılar; haliyle yeniden iştahınız kabardı.

“Madem birileri güzel yerlerden bahsediyor, ben de istiyorum” dediniz ve işi en iyi bilen kimdir diye düşünüp, bu sefer işinin ehli olarak bilinen bir taksiciyi, şoför olarak istihdam ettiniz. Garanti olsun diye, bir dolmuş muavinini de sağ koltuğa oturttunuz. O esnada araba da biraz eskimişti. “Madem yapıyoruz, işi tam yapalım” dediniz ve seçimi yeni şoföre bırakıp, arabayı bir daha yenilediniz. Gönlünüz biraz daha rahattı artık. Gün ola, harman ola dediniz.

Harman olmadı. Acaba son şoför, karşının esnafı mıydı? Yoksa bu yakayı bilmiyor muydu? Pencereden görünen manzara, hiç değişmemiş, buna karşın etrafınızda güzel yerlerden bahsedenlerin sayısı artmıştı. Acaba sahte bir cennetin mi peşindeyim diye düşündünüz. Siz düşünürken birileri solunuzdan hızla geçti. Tekrar hırslandınız ve yeni otomobilinize de güvenerek, düş peşine talimatını verdiniz şoföre. Bir süre takip ettiyseniz de, sizi sollayan araç bilmediğiniz bir yola girdi ve korktunuz; çünkü ne haritanız vardı, ne de yol soracak birileri. Sağa yanaştınız yeniden. Acaba yanlış otomobili mi seçmiştiniz yoksa bu şoförlerin hepsi dolandırıcı mıydı? Direksiyona kendiniz geçtiniz. Sonuç?

Aynı, değişmedi.

Çünkü siz sürekli personelinizi ve sisteminizi değiştirirken, sürecinizi yani yolunuzu hiç değiştirmediniz. Aynı yoldan giderek, hep başka yerlere varmayı hayal ettiniz.

Durun, bir nefeslenin; ardından önce hayalinizi tarif edin (vizyon). Araştırın ve yol haritanızı çıkarın (strateji) fakat burnunuzun dikine gitmediğinizden emin olun (yeni yol, yeni süreç/iş yapış biçimi). Evet, bugün beğenmediğiniz noktaya siz dişinizle-tırnağınızla geldiniz (ticari fikir) ama artık asfalt zemine (rekabetin yoğun olduğu pazar) çıkmalı, yarışacağınız pisti seçmeli (segmentasyon), arabanızı (sistem) seçtiğiniz pistin şartlarına uydururken (standardizasyon), aracınıza iddianızı ortaya koyacak bir renk belirlemelisiniz (farklılaşma ve vaad).

Hedefiniz belli, yolunuz doğru ise araç da doğru olur, pilot da.

Çünkü değişim demek, farklı bir yol denemek değilse eğer, sadece sistem ve İK’yı yenilemek, makyajdan öteye gitmeyen teferruattır.

Suyunu: Çalıştığım şirket, sektördeki en vizyoner şirket. Buna eminim. Stratejileri her zaman sektörde yol gösterici olmuştur. O zaman problem nedir? Araba. Arabaya binmek yerine sırtına almak (Sistemi patronun yazmaya çalışması) , motorun hacmi ve bazı özelliklerini öğrenmesi yerine, arabanın motorundaki her bir parçanın detaylarını öğrenmeye çalışmak (Algoritmalarda kullanılan tüm detayları öğrenmeye çalışarak uzmanlık alanın dışına çıkan patron), arabanın daha hızlı gitmesi için yapılan aerodinamik geliştirmeleri önemsememek (yorumsuz), arabadaki problem arayışının sadece bir kaçı. Araba olmadan yürümek zorunda kalırsınız ya da toplu taşıma araçlarına binip herkes gibi olursunuz.

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Bir Doğum Günü Altı Pasta Beş Kutlama

Gel de şımarma 🙂 27 Mayıs benim doğum günümdü. Geçtiğimiz Cuma günü doğum günümü yâd ettik. Çeşitli zamanlarda çeşitli organizasyonlar düzenlendi. Ben hepsine katılmaya çalıştım. Toplamda 5 farklı organizasyonda 6 pasta kesildi. Pastalardaki mum sayılarının toplamı benim yaşım olan 27’ye eşit olması da ayrı bir tesadüftü. (Tabiki şaka 🙂 )

Teker teker organizasyonlardan bahsetmek yerine, ben sabahtan başlayarak olayları anlatayım. Çünkü iç içe geçmiş ve birbirinden habersiz organizasyonlar var. Ek olarak bir adam kaçırma durumu söz konusu 🙂

Her sabah olduğu gibi, erkenden uyandım, servise bindim ve şirkete geldim. Şunu anladım ki, serviste sabahları ne kadar uyumamaya çalışsam da başaramıyorum. Servis şirketin önüne yanaşınca da sarhoş gibi iniyorum ve bir gün 5. kata çıkarken merdivenlerde uyuya kalmaktan korkuyorum 🙂 Masama ulaştığımda klavyemin üzerinde bir not vardı. Üzerinde “Top Secret” yazıyordu. En başta güldüm ama notu okuyunca içim bir korku sardı.

Sabri Suyunu karın elimizde. Dur hemen panik yapma. Eğer verdiğimiz talimatlara uyarsan karına kavuşabilirsin. Ama polise ya da başka birine haber verirsen karını unut. Sakın aramaya da kalkma senin için hiç iyi olmaz. Okuduktan sonra bu notu imha et. Şimdi yapman gerekenleri söylüyorum. Akşam işten çıkar çıkmaz (hatta biraz erken çıkarsan daha iyi olur) vereceğim adrese geleceksin sakın oyalanma süren başlıyor. Tik tak Tik tak…
Adres: Şahkulu Mah. Galipdede cad. Nakkas çıkmazı no:1/2 34420 Tünel Beyoğlu İstanbul

Aman Allah’ım. Zehra’yı kaçırmışlardı. Ne yapacağımı bilemez bir halde etrafıma baktım. Bu notu kim bırakmıştı. İçimizde bir ajan olduğundan şüpheleniyordum ama bu kadar ileri gideceklerini tahmin etmiyordum. Hemen maps.google.com adresine girdim ve gideceğim noktayı buldum. Çıkmaz bir sokaktı. Çatışma olacaktı bunu hissediyordum. Neyse hallederiz dedim ve işimin başıma döndüm.

Şirketten çok sevdiğim arkadaşlarım beni öğlen yemeğine davet ettiler. Fahriye, Kezban, Nida, Medine, (Meltem burada yoktu ama olsaydı kesin o da orada olurdu). Ben de yukarıda yiyelim diye direttim. Onlar dışarıda yemek yemek için uğraştıkça ben burada yiyelim diyordum. (Bana sürpriz yapacaklarını nereden bilebilirdim ki. Meğer sürprizi berbat etmek için elimden geleni yapmışım resmen) Sonra benim dediğim kabul oldu ve yukarı yemeğe çıktık. Bana gıcık olmuş bir şekilde bakıyorlardı. Tabi ben sürprizden habersiz olduğum için ikide bir, “Ne oluyor ya neden bu kadar büyüttünüz, haftaya gideriz” diyordum. Sonra aşağı indik ve Fahriye kahve yapmaya gitti. Kezban da ona yardım edecekmiş. Sonra oturduk muhabbet falan derken birden kapı açıldı ve “Aaaaa Pasta”. “Hadi bee” diyerekten bu sürprizi karşılıyordum. Ardından “Ya ben sürprizi berbat ettim di mi?” diye sordum. Ardından pastamızı kestik. “Kivili bir tart” doğum günü için gerçekten mükemmel ve farklı bir seçim olmuş. Tebrik ediyorum. Bir lokma pasta aldım ve kahvemden bir yudum aldım. Allah’ım böyle bir doğum günü hediyesi beklemiyordum. O an karşımda Nida ve Medine olmasaydı, masada da Faturalar bulunmasaydı ben o kahveyi fena bir şekilde püskürtürdüm de dua etsinler. O nasıl bir tattır. Ben Zehra’yı istemeye gittiğimde böle kahve içmedim. Abartısız 5 dakika ağzımda tuttum. Yutamadım. Dilimdeki tüm hücreler intihar etti, öldü gitti. 2 gün tat alamadım yediğim şeylerden. Sonra yuttum. O güzelim pasta bile ağzımdaki o tadı geçiremedi 😀 Abartıyor muyum? Tabiki abartmıyorum. Fahriye böylece sürprizi berbat etmemin intikamını almış oldu:)

Mutlu mutlu masama geri döndüm. Telefonum çaldı. Arayan Zehra’ydı. Naber, napıyorsun, nasıl gidiyor gibi konuşmaların ardından, “Seni kaçırmadılar mı ya?” dedim. “Şimdi kaçırıyorlar onu haber vereyim dedim” dedi. Yuh yani. Nereye gidersen haber dedik ama bunu da haber verme. Sonra başladı bağırmaya. “Kaçırmayın beni” “İmdat” “Gerizekalılar” O zaman işin ciddiyetini anladım. Hemen toparlanmam lazım. Bir plana ihtiyacım vardı. Ve ben ne yapacağımı gayet iyi biliyordum.

Saat 16:00 civarı Serkan Abi aradı. Bir toplantı olduğunu acilen Toplantı Odasına gelmemi söyledi. Telefonda “Ya Serkan Abi geçeceksin bu numaraları. Sürpriz için başka şeyler yapacaksınız” diyecektim. Ama sürprizi bozmayayım dedim. Sonra Toplantı odasına girdim. İçeride saygı değer müdürlerimizin olduğunu gördüm. Yok artık doğum günüme onlarda mı gelmişti. Neyse oturdum. Başladık Sevkiyat Sistemleri hakkında konuşup tartışmaya. İçimden “Eeee hani doğum günü?” dedim. Sonra toplantı bitti. Ben moral bozukluğu içinde yerime geçerken, Serkan Abi Kapasite toplantısına gitmemiz gerektiğini söyledi. Ben de sinirle “Toplantıya girmekten iş yapamıyoruz farkında mısın?” dedim 🙂 (Ah çok yoğunum çok çalışıyorum) Ardından “Yemekhaneye” 🙂 toplantıya çıktı. Daha neler. Bu sefer kesin diyordum içimden ama demeden edemiyordum. Yemekhanenin kapısına geldik ve içeri girdik. Obaaaa. İçeride 10 kişi ve 3 pasta, alkış kıyamet. 😀 10 kişi mi? 3 pasta ve 10 kişi mi 🙂 kişi başı çeyrek pasta mı yiyeceğiz. Derken insanlar akın akın gelmeye başladılar. Ben de düğün sahibi gibi herkes ile konuştum tebrikleri kabul ettim 😛 Mağaza ziyaret günü olduğu için katılım çok fazla olmadı tüm pastalar bitti. 2 tepsi börek vardı. Onlar da bitti 🙂 Resim çekildik muhabbet ettik. Çok güzel bir doğum günüydü. Buradan Ravza, Tufan, Yasemin, Muzaffer, Adem, Serkan Abi, Gülten (Nurten) ve katılan herkese teşekkür ederim. Şimdi buradan katılan herkesi yazsam inanın upuzun bir liste olur. Not: Yasemin ile Gülten ortak çalışması olan resimler için ayrıca teşekkür ederim. Bu resimleri blog üzerinden yayınlama konusunda çekincelerim var. Özellikle gelecekte bir süper star ya da başbakan olursam aleyhimde delil olarak kullanılabilir. O sebeple Red Kit hariç yayınlamayı düşünmüyorum 🙂

Neşeli güzel vakit geçirirken birden saate baktım. Olamaz. Geç kalıyordum. Saat 17:25’ti. Eğlenmekten Zehra’yı unutmuştum. Onu kurtarmam gerekiyordu. Hemen koşarak dışarı çıktım. Gördüğüm ilk taksiye bindim. Yanım gideceğim yerin haritasını almıştım. Aynı zamanda GPS ile uydudan yön tarifi alıyordum. Yenibosna’da inip metroya bindim. Aksaray’da inip Tramvaya bindim. Yolda Yasemin ve Ravza ile helalleştim. Tramvay rayların üzerinden süzülüp giderken kafamda planı yapmıştım. Polise haber veremiyordum. Ama bir telefonumla Taksime 10.000 adam toplarım diye geçiriyordum içimden. Yoksa toplayamaz mıydım? Olsun taktiğim şu olacaktı. Çıkmaz sokak olduğu için o sokağın olduğu binaların birinin çatısına çıkacağım ve kafalarına taş atacaktım. Ya da boncuk tabancası ile vuracaktım onları. Eğer ellerinden ya da kulaklarından vurursam çok acıtırdı. Öff bi de soğuksa offff.

Karaköy’de indim. Yürüyerek zaman kaybetmemek için tünelden yukarı çıktım. Finükulerden indiğimde bir mesaj geldi. “Karın ölmek üzere. Zuhal müziğin karşısındaki Kardeşler Büfenin önüne gel”. Hemen Galata’dan aşağı doğru inmeye başladım. Oradaki bir büfeye Zuhal Müziğin nerede olduğunu sordum. Karşıdaki tabelayı gösterdi. Göremedim. Tekrar gösterdi. Göremedim. Tekrar Gösterdi. “Sanırım artık göremiyorum” diye tepki verdim. Adam bana ters ters bakınca görebildiğimi farkettim. “Peki, onun karşısındaki Kardeşler Büfe neresi” dedim. “Burası” dedi. Al bi de buradan yak 🙂 Tamam buluşma noktasına gelmiştim. Kardeşler büfenin olduğu sokağa baktım. Çıkmaz sokak. Büfeciye, “Karımı kaçırmışlar. Nerede olduğu konusunda sizde bilgi var mı?” dedim. Büfeci gözlerini büyüterek “Şaka mı yapıyorsun?” dedi. Ben “En azından size bir not bırakılmış olabilir” dedim ve mesajları gösterdim. Adam bilgisi olmadığını ve diğer yanındaki kişiye sordu. “Polisi aramalıyız” dedi. “Hayır hayır. Polisi ararsak karımı öldürürler” dedim. “Ya git sana şaka yapıyorlar sana. Git karşı kaldırımda bekle” dedi. Karşı kaldırıma geçtim ve Zehra’yı aradım. Koşuyordu. “2 dakikaya oradayım” dedi. 2 dakika sonra Zehra geldi. “Ellerinden kurtuldum. Kaçtım geldim” dedi. Ben sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Ben kurtaracaktım. Ama olsun. Zehra kurtulmuştu ve artık yanımdaydı 🙂

Büfecinin yanından geçerken, kendisine “Hanımımı” bulduğumu söyledim. Bana Polisi aradığını ve bir yerlere kaybolmamamı söyledi. Nasıl yani. Şimdi ne olacaktı. Hemen oradan uzaklaşmalıydık. Büfeciye “Ama ben sana arama demiştim” dedim. Fakat “Aradım, ben üstüme düşen görevi yaptım” diye ısrar etti. Çıkmaz sokağa girmiş gibiydik. Bu çıkmazdan kurtulmanın tek yolu Büfeciyi ortadan kaldırmaktı. Sonra ne olduysa, benim yüzümdeki o tehditkâr ifadeyi görünce mi anlamadım ama “Şaka la şaka” dedi. “Lan lı lun lu konuşma lan” dediysem de, Zehra “La dedi la dedi, lan demedi” diyerek beni sakinleştirdi.

Zehra adreste yazdığı üzere Çıkmaz sokağa götürmeye çalıştı beni. Gerçektende sokak hiç bir yere çıkmıyordu. Her an binalardan bir şeyler çıkacak korkusuyla bir apartmana girdik. Aklımdan milyon olasılık geçiyordu.
1-Bir yere gireceğiz ve tüm tanıdıklarım bana sürpriz yapacaklardı. Ama buraya o kadar kişi toplayamazdı Zehra
2-Benim kafama bir çuval geçirip bayıltacaklar ve uyandığımda buzlu bir küvette olacağım. Sırtımda bir dikiş izi ile uyanacağım, sonra bana şaka olduğunu söyleyip sürpriz doğun günü olacaktı
3-Milyon tane olasılık yokmuş, 2 tane varmış ya da şimdi aklıma gelmiyor. O zaman stresle daha çok şey düşünüyordum.

Binanın üst katına çıktıkça ne olacağını daha çok merak etmeye başladım. Bir kapıyı çaldık ve içeriden bir adam çıktı. Aha dedim Matrix. Yok artık. Mekân zaten Matrix deki gibi eski bir yer. Adamda Neo’ya benziyordu zaten. Dedim şimdi beynime boruyu yerleştirecekler, sonra uyuyacağım gideceğim bir yerlere. Zehra dedim nasıl bir sürpriz bu ya. Bu kadar kompleksini ben bile düşünememiştim.

Ardından duvardaki bir yazı dikkatimi çekti. “Profesyonel Ses ve Görüntü Sistemleri”. Artık daha fazla düşünmemeye karar verdim. Şimdi desem ki, Zehra benim beynimi yıkayacak, siz dersiniz ki, saçmaladın. Buraya kadar hiç saçmalamadım sanki 🙂

Bir kapıdan daha geçtik ve işte o zaman sürprizin ne olduğunu anladım. 250 ekran bir perde, 15 tane büyük hoporlor ve iki kişilik bir koltuk. Vaaaay 2 kişilik sinema 🙂 Yerin ismi ProAV. Tek kelime ile “Etkilendim”. Sonra Zehra anlatmaya başladı.

“Aslında sana sürprizim çok başkaydı. Film çekmeyi planlıyordum. Tanışmamızı, Evlilik Teklifini, Davos’tan kovuluşumuzu, Doğum günü sürprizlerini, vs. Fakat oynayacak kişi bulamadım. Sonra İbrahim ben oynarım, Galip’te ben yardım ederim dedi fakat bu seferde zaman çok azdı yetiştiremedim. Kendi çabamla, eski resimler ve videolarla bir sunum hazırladım ama bunu da video formatına çevirirken problem oldu. Çalışmadı 🙁 Ben de gittim Beyoğlu’ndan bir film aldım. İsmi “Başka Dilde Aşk” Şimdi onu izleyelim.

Gözlerim yaşarmıştı. Zehra çok güzel ve özel bir sürpriz hazırlamıştı. Çok mutluydum. 2 Kişilik Patlamış mısırımızı ve Kolalarımızı istedik. Taze taze yiyip içerken, filmimizi izledik. Film çok güzeldi. Gerçekten çok beğendim ve tavsiye ederim. Şu anda filmi anlatmayacağım. Sonra belki anlatabilirim. Film bittikten sonra Tuncay Bey (mekânın sahibi sanırım) ile biraz muhabbet ettik. Kendisi hem çok nazik, hem de çok ilgili davrandı. Hizmet güzel, sistemler güzel. Herkese kesinlikle tavsiye ederim.

Bu güzel sürprizden sonra eve gidelim diye çıktık. Fakat benim karnım açtı. Kardeşler büfeyi ararken bir yer dikkatimi çekmişti. Ufak bir Hamburgerci vardı ve insanlar sırada bekliyordu. Eğer birileri sırada bekliyorsa yemek için, bu kesinlikle güzel olduğunu gösterir. O sebeple Zehra’ya oraya gitmeyi önerdim. O da “Gün senin Günün” “Nereye istersen” dedi. Ve gittik. Mekân ufak bir mekân, Mönüde çok fazla bir şey yok. 6-7 çeşit hamburger var. Hepsinin köftesi aynı (Balık ve tavuk hariç) sadece sosları ve peynirleri farklı. Ben Mano Burger istedim, Zehra Ottoman Burger. Ortaya bir Patates istedik. İkimizde Double olsun dedik. Tam 220 gr et ile sıcacık harika Hamburgerlerimiz geldi. Mc Donalds, Burger King gibi yerlerden hamburger tüketirken böyle bir yerden yemek Yengeç Burger etkisi yarattı. Kendimi o ahşap restorantta yengeç burger yiyen müşteriler gibi hissettim. Izgaradaki adam bir anda Sünger Bob oldu. Kasadaki kadın Squidward arkada duran kapının ardında kim varsa o da Bay Yengeç. Ne oluyor ya bana. Zehra bir anda Sandy oluverdi. Ellerime bir baktım, o da ne pembe. Olamaaaz. Sarı olsaydı, kırmızı olsaydı (Hayır hayır kesinlikle rastlantı bu iki rengin yan yana gelmesi. Şampiyon Fenerbahçe) ama pembe olmasaydı. Evet ben de Patrick olmuştum. Yengeç Burgerlerimizi yedik. Her zamanki gibi çok güzeldi. Bugüne kadar yediğim en güzel hamburgerdi desem sanırım yalan olmaz 🙂

Galata kulesinin yanından Karaköy’e, oradan Eminönü’ne ve vapura bindik. Bu süre zarfında bana telefonla ulaşan (Recep, Tala, Mahmut, Ahmet ve Esma) teşekkür ediyorum 🙂 Vapurun arka tarafında dışarıya oturduk. O güne yakışır bir manzara vardı. Köprü elimin altındaydı ve sarı lacivertti. İşte gerçek renklere sonunda ulaşmıştım. Bir anda havai fişek gösterisi başladı. Zehra yok artık derken başka bir yerde daha havai fişekler patlamaya başladı. Zehra’ya tip tip bakmaya başladım. Suratındaki “Valla benle alakası yok” ifadesini görmeseydim orada düşüp bayılırdım. O anda gökyüzünde tanımlanamayan ışıklar gördüm. En başta martı sandım sonra uçak ama iki nokta arasında gidip gelmeye başlayınca tırstım. Zehra’ya gösterdim ama ben Zehra diyene kadar yok oldular. Zehra “halüsinasyon” görmememle dalga geçe dursun, en son askerde gece 02:00-04:00 nöbetinde gördüğüm uzay gemisinden sonra bunun bir işaret olma olasılığını değerlendirdim. Üsküdar’a vardık. Arabaya bindik ve eve doğru yol aldık. Yolda Zehra dondurma almayı teklif etti ama ben o kadar toktum ki istemedim.

Eve geldik ve yavaş yavaş eve yürümeye başladık. Kapıyı açtık. Alarm çalışmıyordu. Zehra’ya kızmaya başladım. “Neden alarmı kurmuyorsun” falan filan. Derken odaya bir girdik. “Böööööö Sürpriz”. Haydaaa. Bu nereden çıktı şimdi. Annem, Babam, Burak, Ablam, Eniştem ve Elif Rana (Uyuyor) 🙂 Benim ağzım kulaklarımda tabi ki. Sürpriz üstüne sürpriz. Gelsin bakim hediyeler dedim. Zehra bir ayakkabı almış, Annemle T-shirt, ablamlar da şal ve kemer almışlar. Hepinizi çok seviyorum. Sonra pasta geldi. Pastamızı kestik yedik güldük eğlendik. O sırada Elif Rana uyandı. Yeğenimle oynadım. Koca Yanak 🙂 Sonra onlar gittiler. Ertesi gün Marmaris ekibi bize misafirliğe geleceği için Zehra ile mutfağa girdik. Yemekleri hazırlamaya başladık. Ben 1 saat sonra pert oldum ve yatmaya gittim. Zehra’ya da tembihledim. “Erken kalkıp yaparız” diye.

Sabah erkenden uyandık. Misafirlerimiz, Marmaris ekibinden İbrahim, Kubilay, Damla ve Ayşe, Tema’dan Gülten (Nurten), Zehra’nın kardeşi Yasemin ve onun arkadaşı Zehra gelecekti. Zehra ile Yasemin 12 gibi damladı 😀 Sonra Gülten geldi ve en son muhteşem 4 lü geldi. Daha tanışalı 1 hafta olmasına rağmen sanki yıllardır tanışıyor gibiydik. İlk olarak Zehra’nın yaptığı muhteşem yemekleri yedik. Gerçekten muhteşemdi. O kadar şanslıyım ki, Zehra’m süper yemekler yapıyor 😛 Ama şu anda 80’e yaklaşmış olmak da işin kötü tarafı. Birden ışıklar kapandı. Aha elektrikler kesildi dedim içimden. Bir baktım Pasta geliyor. Galatasaray’a 6 gol attığımızda en son bu kadar sevinmiştim. 6. Pasta geliyordu ve bu benim için bir rekordu 😀 Ağzım yine kulaklarıma vardı. Hemen biraz şımarmaya başlayınca, Zehra “Şımarma şımarma” demeye başladı 😀 Pastamızı kestik ama yemedik 😀 Neden yemedik çünkü Zehra’nın yaptıklarından o kadar çok yemiştik ki yer kalmamıştı. Bu arada menüde neler vardı hemen söyliyeyim. Peynirli domatesli biberli börek, Havuç trator, Patatesli poğaça :), sürpriz Kek (ablamın icadı), bir şey daha vardı ama ben hatırlayamıyorum sanırım. Ardından ekibin getirdiği Cranium adlı oyunu oynadık. Oyun 2 takımdan oluştuğu için İbrahim ile adım alıştık. İbrahim yendi ve çok şaşırtıcı bir şekilde onlar dördü oldu biz dördümüz olduk. Oyun Tabu ya benziyor. Kukla yerine oyun hamuru var. Kelimeleri kullanmadan anlatmak yerine de soruları biliyorsunuz, sessiz sinema oynuyorsunuz, mırıldanıyorsunuz (ya da mırıldanamıyorsunuz bknz. Gülten). Bizim ekipte farklı bir sinerji vardı. Leb demeden leblebiyi anlıyorduk, çok iyiydik. Ve kazandık. Zehra’nın paparazzi kelimesini çok kısa sürede bilmesi şüphe çekiciydi ama biz kazandık sonuçta. Hem de son anda yendik 😀 İbrahim bana doğum günü hediyesi verdi. Fenerbahçe’mizin şampiyonluğu için yaptırılan o muhteşem t-shirtlerden di. Aldığım en anlamlı hediyelerden bir tanesiydi. Çünkü 3 Gece 4 Gün Marmaris gezisinden dolayı ağız tadıyla şampiyonluk bile kutlayamamıştım. Ardından muhabbet nereden geldi bilmiyorum, benim zamanında saçlarımın uzun olduğunu konuşmaya başladık. “Yok artık daha neler” “Seni hayal bile edemiyorum” gibi lafların ardından bilgisayarı açtım ve o muhteşem fotoğrafları gösterdim. Önce kıkırdamaların ardından, cesaret edipte “Huhauha” “Hahahah” diye gülmeye başladılar. Tamam tamam kabul ediyorum. Çok süper değildi ama kötü değildi. Güzeldi ya. Ütü masasına Fotoğraf makinesini koyup kendi fotoğrafımı çekmiş olmamı saymazsak, Karadeniz turundaki fotoğraflar harikaydı. Siz ne anlarsınız.

Akşam olunca, Marmaris ekibiyle vedalaştık. Çok eğlenmiştik, çok gülmüştük. Harika bir gün geçirmiştim. Onları tanıdığıma gerçekten çok mutluydum. Sonra Burak (kardeşim) bize geldi. Napalım napalım derken “Hadi gidelim Maltepe sahile”. Çıktık Maltepe sahile gittik. Zehra’nın yolda acıkırız diyip, yanına poğaça kabını alması ve onu koltuğun altında taşımasına 10 dakika güldük. Hala düşününce gülüyorum 😀 Maltepe’de Şato’ya gidecektik, fakat çok kalabalık olduğu için Viya’ya gittik. Nargilemizi içtik. (Barcelona, Manchester’ı yendi ve kupayı aldı.) Nargile bizi çarptı sanırım. Çünkü arabayla dönerken hiç kimse normal hareket etmiyordu. Yüksek sesle müzik dinlerken, yüksek sesle eşlik ederek tüm Bağdat Caddesinin dikkatini üzerimize çektik 😀

Bir gün daha bitiyordu. Bu yazı da burada son buluyor. Muhteşem iki gün geçirdim. 6 pasta 5 kutlama oldu. Tüm sevdiklerim yanımdaydı. İyi ki doğmuşum ve sizleri tanımışım. Hepinize teşekkür ediyorum. Canlarım 🙂

Unutulup sonradan kafama vurulup hatırlatılan isimler : Melih 🙂