-Merhaba Müdür naber?
-Daha müdür olamadım. Ama Allah’dan ümit kesilmez. İyidir ya senden naber?
-Napalım işte bizde koşturmaca. Nasıl gidiyor sizin İş Zekası ve Analitiği?
-Ya abi bizim departman değişti yine.
-Yok artık. Sizin departmanın değişme hızına ulaşsam çoktan izafiyet teoremini açıklamıştım.
-Saçmalıyorsun biliyorsun di mi? %&@?
-Şaka yapıyorum ya alınma hemen. Ne oldunuz la şimdi?
-İş Geliştirme ve İş Analitiği Uzmanı
-Oh valla çok sevindim.
-Neden ki?
-Bundan sonra bir daha değişmez çünkü hesaplarıma göre tüm iş karışım kombinasyonlarını tamamlamışsınız. Ehiheihe
-Bi gelsene buraya!
-Hehehehe. Müdür olsan bari ya la. Ehehehe
-………… (Pat Küt Güm)
-…………
Yazar: Sabri
Liderliğin En Önemli Kuralı
Perakende sektöründe İnsan Kaynakları alanında önde gelen isimlerden biri olan Cengiz Çatalkaya’nın blogunda yer alan bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Kaynak: http://www.yetenekvekariyer.com/liderligin-en-onemli-kurali/
Liderliğin ilk önemli kuralı “Güvenilir” olmaktır. Liderin ağzından çıkan söz senettir. Lider, söylediği bir şeyi yapmak veya yapamıyorsa neden yapamadığını mantıklı şekilde çalışanlarına açıklamak zorundadır. Lider bu konuda en büyük zararı “Liderlik Egosu”ndan çeker. Liderlik egosu, en çok çalışanlar tarafından yapılan isteklere zamanında “Hayır” diyememekten ortaya çıkar…
“Söylediğini yapmak, güvenilir ve inanılır olmak için en basit testtir. J. Gitomer”
Liderin yaşayacağı en tehlikeli durum Liderlik egosudur. “Sen müdürsün, sen bitanesin, sen yaparsın” söylemleri lider kişinin liderlik egosunu büyütür ve bu durumda lider çalışana hayır dediğinde zayıf görünme duygusuna kapılabilir. Özellikle yeni liderlerde sık karşılaşılan bir durumdur. Her projeye evet denir, her departmanın isteğine yaparız, bakarız, siz başlayın denir ama bir süre sonra evdeki hesap çarşıya uymaz. Çoğu zaman iş maliyete geldiğinde her şey değişir ve verilen sözler yerine gelmez, projeler iptal edilir, çalışan emekleri ve hevesleri çöpe gider. Bu durum çalışanlarda hayal kırıklığı oluşturabilir. Lider kişi bu durumu alışkanlık haline getirdiğinde ise artık liderlik bitmiş ve tutarsızlık başlamış sayılır. O yüzden lider olan veya lider olmak isteyen kişinin ağınızdan çıkanı kulağı her duymalıdır. Lider yapamayacağı veya direkt kontrolünde olmayan şeyler hakkında çalışanlarına asla söz vermemelidir.
Gallup’un 2005-2008 yılları arasında, 10.000 çalışan ile yaptığı bir dizi araştırmanın sonucunda güven ilk konu olarak öne çıkmış.
Güven: Farklı organizasyonlarda yapılan farklı çalışmaların ortak sonucu, liderlerine güvenmeyen çalışanların çalışan bağlılığının 12 de 1 oranında olduğu yönünde. İyi ve başarılı ekiplerden farklı olarak, çatışmanın yoğun olduğu ve ekip ruhunun gelişmediği gruplara bakıldığında “güven” meselesinin sık sık gündeme geldiği ve sorgulandığı, bu ekiplerin başında olan kişilerin ise liderlik vasıflarından uzak olduğu görülüyor.1
Yapılmayan sözler lider kararında tutarsızlık olarak anlaşılır. Çalışanlar duruma tepki göstermeye, motivasyonlarını kaybetmeye ve yeni proje sunmamaya başlarlar.Lidere güven olmadığında lider kimseyi peşinizden sürükleyemez! Çalışanlarını peşinden sürükleyemeyen bir şirket/lider, müşterilerini de peşinden sürükleyemez.
Lego 80 Yaşında
Babam oyuncakçı olduğu için Lego yerine kendi üretimimiz Mobo Blocks oynadım hep. Ama hep içimde kalmıştır Lego ve Lego ile yapılan o muhteşem yapıtlar. 80. yılını kutlayan Lego bunun için bir de video hazırlamış. Haber ve video aşağıda.
Geçmişe dönüp çocukluk çağlarımıza baktığımızda maalesef günümüzdeki kadar üstün teknolojik imkanlar yoktu. Bilgisayar kullanımının dünyageneline göre biraz daha geç yaygınlaştığı ülkemizde eğlence aracı olarak daha farklı öğeler kullanılıyordu. İnternet denilen uçsuz bucaksız sanaldünya ise özellikle Adsl hizmeti ile aktif olarak hayatımıza girdi.
Bahsi geçen zamanlarda diğer ülkelerde olduğu gibi bizim de en büyükeğlence kaynaklarımızdan birisi Lego idi. Belirli şekil ve boyutlardaki parçaları kullanarak kişinin hayal gücündeki öğeyi gerçeğe dökmesini sağlayan firma şimdi 80. yaşını kutluyor.
İlk olarak 1932 yılında ortaya çıkan ve yarım asrı akşın süredir oyuncaksektörünün sözü geçer isimlerinden olan şirket, içerisinde bulunduğudöneme göre oldukça büyük bir yenilik teşkil ediyordu.
Danimarkalı Ole Kirk Christiansen ve oğlu Godtfred’in hikayesinin anlatıldığı 17 dakikalık animasyonda fabrikanın temellerinin nasıl atıldığı anlatılıyor. Çalışma hayatına marangoz olarak başlayan Christiansen, iflasın eşiğine gelmesinden dolayı işyerini kapatma kararı alıyor. Fakat elinde kalan fazla odunlarla ne yağacağını bilmeyen çalışan bunlardan ufak boyutlardaoyuncaklar üretmeye başlar ve bir süre sonra ise sevkiyat yapmaderecesine gelir.
Daha sonra çeşitli çevrelerden ilgi toplayan ürünler marangozu daha da cesaretlendirir ve pilastik üretimine geçmeye yönlendirir. Birkaç kez yangın gibi tehlikeler atlatan yönetici yoluna devam ederek “İyi Oyna” anlamına gelen Lego’yu oluşturur.
Oyun ve Ben – Passionate About Games
1984 yılında İstanbul’da doğdum. Annemin anlattıklarına göre sakin bir çocukluk geçirmişim. Yaramaz değilmişim, hatta aksine uslu bir çocukmuşum. Evimiz mahallede olmadığı için hiç mahalle arkadaşım olmadı. Mahallede top oynamışlığım yok denecek kadar azdı.
Evimizin büyük bir bahçesi vardı. Orada kendi başıma oyunlar oynar, uçurtma uçurur, bisiklete binerdim. Babam oyuncakçıydı. Eminönü’de 3 tane oyuncakçı dükkanı, 1 oyuncak imalathanesi ve bir sürü de oyuncakçı arkadaşı vardı. Belli bir yaşa geldikten sonra babamla haftasonları dükkana gitmeye başlamıştım. Her çocuğun hayali olsa gerek. Her yerde oyuncak vardı ve oynamama kimse bir şey demiyordu. Üstelik gün sonunda yevmiye olarak bir oyuncak kazanıyordum. Oyuncaklar çok güzeldi Ta ki, Hacdan gelen kafilenin kara kutuyu oturma odasına bıraktığı ana kadar. Kara Kutu namı diğer Atari(2600) ile 1990 yılında tanıştım. Kolları ve içinde sınırlı sayıda oyunu olan bu alet artık evimizin yeni eğlencesi olmuştu.

Henüz kardeşim daha doğmadığından ve mahalle arkadaşım olmadığından yeteri kadar oynayabiliyordum. Pazar sabahları kalkıp izlediğim Japon Karete filmleri gibi bağladı kendine beni. Aklımda kalan ve aradan 30 senede geçse unutamayacağım oyunlar, dişlerini fırçalayan ve sosis, çikolata yiyen dişler, matematik soruları ve river raidtir. İlk Dijital Oyun deneyimini yaşarken oyuna olan bağımlılığımı da herkes gibi fark etmeye başladım. Aradan 1 ya da 2 sene geçmeden ilk taşınabilir konsola sahip oldum. Günümüzde PSP, NDS gibi konsolların belki de atası olan bir konsol. Babamın oyuncak ithalatı için gittiği Honk-Kong’tan bana getirdiği hediye. Sega Game Gear. Gerçek oyun deneyimi ile o zaman tanıştım. Sonic çocukluk kahramanım olurken, en zor turları geçtiğimde kendimi dünyanın hakimi olarak hissediyordum. Lemings oynarken ne kadar zeki olduğumu düşünüyordum. Türkiye’de Sega Game Gear’ın fazla bilinmemesinden dolayı oyun bulmakta çok zorlanmıştım. Babamın yurtdışı ziyaretlerinde getirdiği kasetler ilacım olmuştu. Özellikle son getirdiği Arcade Paketi sayesinde uzun süre bu konsol en iyi arkadaşım oldu.

1993 yılı benim için dönüm noktası olmuştu. Yıl 1993. Bir koli getirdi babam. Hatta bir değil 2 koli getirdi babam. Getirdiği kolilerin üzerinde Amiga yazıyordu. yanında 500 ve birde artı “+” vardı. Hiç bir anlam çıkaramamıştım. Eve alınan bir beyaz eşya diye düşündüm. Ama bana ve ablama bakıp gülümsemelerinden bize alınan bir hediye olduğu belli oluyordu. Sanırım o gün hayatımda çok sevindiğim günlerden biriydi. Bundan 15 sene önce 1993 yılında ilk bilgisayarıma sahip olmuştum.

İlk oyunum Baby Jo idi. Disket bilgisayarın yanında çıkmıştı. Amiga çok güzel bir makineydi. Beyaz ve tertemizdi. Klavyesini bütün Amiga hayatım boyunca çok az kullanmış olsam da kendisi disketi yüklememize yarıyordu. Disketi klavyenin yan kısmından sokuyorduk. Amiga alışkanlık yaptıktan sonra, babamın şirketindeki PC’nin disketinin kasa denilen yerden sokulduğunu görünce gayet şaşırmıştım.

Çok güzel oyunlar oynadım bu makinede. Çok disket değiştirdim. Mortal Kombat 1 ilk olarka Amiga’da oynamıştım. Ve oyunda hiç yenilmeden bitirirseniz en az 1 saat 10 dakika sürüyordu. 3 disket olmasına rağmen, 1 adam geçtiğinizde 6 defa disket değiştiriyordunuz.
En sevdiğim oyunlara bakacak olursak
Yo! Joe!, Soccer Kid, Lemmings, Sensible Soccer, Kick Off, Lotus, Silk Worm, Super Frog, Magic Pocket, Pang, PP Hamer, Project X

Amiga hayatımın çok önemli bir yerinde yer almaktaydı. O günlerde ilk okul son bulurken, orta okula başlamaktaydım. Bahçemiz devlet tarafından istimlak edilmişti. Eskisi gibi bahçeye de çıkamadığım için kendimi amiga denen oyun canavarının eline bırakmıştım. Haftasonları babamla dükkana gittikten sonra, Üsküdar’daki oyuncuya uğrar ve katalogdan seçtiğim oyunu diskete kopyalattırırdım. Hiç bilmediğin yeni bir oyunun disketini amiga’ya takıp acaba çalışacak mı endişesnini yaşadıktan sonra oyunun çalışıp ve güzel çıkmasının sevincini az şeyde yaşamışımdır. Kollar (joyistik) devamlı kırılırdı. Paramızı kollara yatırır olmuştuk. Mortal Kombat’ta Sub-Zero ile Gorro’yo gelinmiş ve 45 dakikadır oyun oynanmaktadır. Sinirler gerilmiş ve oyunun bitmesine sadece 1 adam kalmıştır. Taktik bellidir. Buz At + Aparkat + Kaç. Gorro’nun heybetinden buz atarken kolu öyle bir çeviririz ki, duymak istemediğimiz o “ÇIT” sesi kulağımızın dibinde belirir. Evet ÇIT der ve kırılır. Artık kol bir yöne gitmemektedir ve yeni bir kol almak gerekmektedir.
Amiga Türkiye’de tutmuştu ve bir nesil amiga ile büyümüştü. Bugün 80 kuşağından bilgisayarla ilgilenen kime sorsanız, gözleri dolar ve “Neydi o günler?” nidasını duyarsınız iç çekerken.
Aradan yıllar geçti. Dördüncü nesil oyun konsollarından hiç birine sahip olamadım. O arayı Amiga oynayarak geçirdim. Ve 5. Nesil Oyun konsollarının en uzun soluklusu ve Türkiye’de en çok satanı Sony PlayStation’a sahip oldum. Playstation’a sahip olduğum senelerde aynı zamanda ilk Windows tabanlı bilgisayarım olan Pentium 200 MMX’de emektar Amiga’nın yerini almıştı. Her ne kadar bilgisayarı ders çalışmak için kullanacağımı söylesem de, kazın ayağı öyle değildi ve oyun hep ön plandaydı.

Playstation ile bir oyun harcinde duygusal bağ kuramadım. Oyun seçeneğinin çok olması, kolay ulaşılabilir olması ve çevremdeki kişilerinde kolaylıkla sahip olmasından dolayı kendisine hakettiği özeni hiçbir zaman gösterememiş olabilirim. Oyun zenginiydim. İstediğim her oyuna ulaşabiliyordum. Bilgisayarıma da bir çok oyun yüklemiştim. Yükselme dönemindeki Osmanlı İmparatorluğu gibiydim.

O sıralar babam oyuncak sektöründen çıktı ve petrol sektörüne geçiş yaptı. Oyuncak oynama yaşım (!) geçmiş olduğu için çok fazla üzülmemiştim ama o sene doğan ve gelecekte tüm oyunlarda en büyük rakibim olacak olan kardeşim için kötü bir durumdu. Gerçi kendisi doğduğunda hem playstation hem bilgisayar hem de amiga vardı. Bir bebe başka ne isterdi ki.
Playstation 1 için aklımda kalan tek bir oyun vardı. O da FF8 nam-ı diğer Final Fantasy 8.

Playstation (1) oynadığım günlerdendi ve babam yeni işine geçmiş olsa da sık sık karşıya giderdi. Eminönüne gittiği bir gün elinde tam 5 cdlik bir oyunla çıkagelmişti. ilk defa 5 cdlik bir oyun gördüğüm için şaşırmış ve hemen gri makinaya koyup oynamak istemiştim. Giriş demosu ile Olay kopmuştu. O yıllarda Final Fantasy deki gibi bir intro demosu daha önce hiç görmemiştim. Ağzım açık kalmıştı ve işte oyun bu dedim. Ama oyun başladığında hüsrana uğradım. İlk defa bir Turn Base Battle (Sıra Tabanlı Savaş) Sistemli bir oyun oynamaktaydım. O zamanlar istediğiniz zaman interneti açıpta, “Ya bu neymiş bir incelemesini okuyayım” ya da “Dur tam çözümü vardır, biraz okusam anlarım” gibisinden bir cümle kuramıyordunuz.
Biraz oynadıktan sonra oyun çok fazla sarmadı ve bir köşeye attım. Ta ki, evde yapacak bir şey bulamayınca ve son çare bu oyunu oynayana dek. Final Fantasy VIII’in, benim için bir oyundan öte bir şey olduğunu, karakterlerini kişiselleştirerek mistik bir hayal dünyasına yolculuk edeceğimi sonradan anlayacaktım. Ayrca size ne kadar inandırıcı gelir bilmiyorum ama bu oyun sayesinde İngilizcem bir hayli gelişmişti.
Ana Karakter Squall Sabri olmuştu, Rinoa ise ulaşılamaz kız arkadaşım, en iyi arkadaşım Zell ise kardeşim Burak’tı. Günlerce oynamıştım. Ve hayaller kurarak sona ulaşmıştım.

Artık büyüyordum ve teknoloji de gelişiyordu. Playstation 2’nin çıkması çok uzun sürmedi. Çıkar çıkmaz hemen edindik ve oyuna kaldığımız yerden devam ettik. O yıllarda Pentium 200MMX’den Pentium 3’e de terfi etmiştim. Daha önce Duke Nukem, Doom ve Wolfestien tecrübem olmasına rağmen gerçek FPS tecrübesini bu bilgisayarla yaşamaya başlamıştım. Quake hayatıma deprem etkisi ile girmişti. Ardından Half-Life ve en son Counter Strike. Saatlerimizi günlerimizi bilgisayar başında geçirmemize neden olan güzide FPS oyunları. Bu sırada Playstation 2’de bir çok oyun oynamıştım.

Resident Evil, Gran Turismo, Grand Theft Auto, Burnout Revenge, Prince of Persia, Spyro, Devil May Cry ve bir çok platform oyunu. Tüm bu oyunların dışında iki oyun daha vardı ki, Playstation 2 yi gerçekten çok sevdirmişti. Birincisi ilk hareket sensörlü oyunlardan olan Eye-Toy serisiydi. Yurtdışından getirtiğimiz bu güzel alet sayesinde çok eğlenceli saatler geçirmiştik. İkincisi de uzun süreli bağımlılık yapacak olan playstation 3’de de peşimizi bırakmayacak olan Guitar Hero serisi. Kanada’dan getirtiğimiz ilk gitar ile başlayan bu bağımlılık tam bir band olana kadar devam etmişti.

Yine yurtdışından gelen babama verdiğimiz sipariş sonrasında ilk dokunmatik oyun tecrübemizi Nintendo DS ile yaşadık. Türkiye’de PSP kadar tutulmasa da efsane oyunları vardı. Özellikle ameliyat oyunu olarak bilinen, Trauma Cente, Efsane oyun Zelda, çeşitli mario serileri, eski NES oyunları, ve eğlenceli bir çok oyun. Gerçekten güzel bir el konsoluydu.

Ve yakın zaman. Üniversiteyi kazandığımda bir laptop almam gerekiyordu. Ben oyun oynayacağım için, ağırlığına bakmaksızın yüksek ekran kartlı ve işlemcili 4 kiloluk bir laptop aldım. Çok oyun oynadım ve harddiskini yaktığım oldu. Kardeşim SBS’de üsütn başarı göstermesinin ardından 4 işlemcili bilgisayarı oldu. O bilgisayarda COD, Battle Field, Crysis serilerini oynadık.

Ama konsolsuz olmuyordu. En sonunda son jenerasyon konsolumuz PS3’ü Singapur’dan getirttik. Guitar Hero serisi başta olmak üzere bir çok oyunu oynadık ve oynuyoruz.

Bu aşamadan sonra duraklama devrine girdim. Üniversite bitti, iş hayatı başladı. Ardından evlendim. Oyun oynamayı çok sevsem de, eskisi kadar oyuna vakit ayıramıyordum. İşe gidip gelirken NDS ile oyun oynamak dışında yaptığım çok bir aktivite yoktu.
Evliliğimizin 7. senesinde, en büyük hediyemiz AKS dünyaya gelince, tekrar oyun dünyasına dönmeye karar verdim. Benim babam, harika bir baba. Kendisi teknoloji ile çok ilgilenmese de, çocukları için dünyanın dört bir yanından oyun konsollarını, oyunları alıp getiriyordu. Onun sayesinde, çocukluğumuz boyunca harika oyunlar oynadık ve süper vakit geçirdik. Ben de AKS dünyaya gelince, onunla oyun oynamak için tekrar lige dönmeye karar verdim.
Fakat ya ben çok yaşlanmıştım ya da oyun kültürü değişmişti. Oyun artık bir eğlence aracı değil, online eğilimle birlikte bir yarışa dönüşmüştü. Veteran bir oyuncu olduğumu kabul edip, yeni bir konsol almak yerine 2015 yılında Kinecti olan bir XBOX 360 aldım. Hareketli oyunları da edinip, evde kendi halimde hoplamalı zıplamalı oyunlarla AKS’nin büyümesini bekledim 🙂
AKS büyüyordu, Kinectle beraber ilk oyun deneyimini de ediniyordu. Yaşı ilerledikçe oyun oynamayı o da seviyordu. 2019 yılının sonuna geldiğimizde, ailece oyun oynatacak o güzel konsol ile tanıştım. Nintendo Switch.

Hem yolda, hem evde oynayabildiğin, dokunmatik ekranıyla, istediğin an yanındaki joy-conları çıkarıp 2 kişi yarışabildiğin, TV’ye bağlayıp normal konsol gibi oyunlar oynanabilen harika bir konsol. Joy-Conlar hareket sensörlü olduğu için aynı zamanda eğlenceli oyunlar da oynayabiliyorsun. Açıkçası hem benim hem de AKS’nin oyun deneyimi için harika zamanda harika bir konsol oldu.
Kısaca oyun geçmişime bakacak olursak, Atari 2600, Game Gear, Amiga, Pentium 200MMX, PS1, PS2, Pentium3, NDS, PS3, QuadCore, XBOX 360, Nintendo Switch. Bunların dışında çoğu konsolda oyun oynama fırsatım oldu.
Oyun oynamak bir eğlence, bir kaçış noktası, bir arkadaş, bir hayat tarzı. Ben oyun oynamayı seviyorum. Dediğim gibi, işe girdikten ve evlendikten sonra eskisi gibi oyun oynayamıyorum ama oyun içimde büyümeyen o çocukla beraber hep benimle olacak.
Not: Babam Ahmet Suyunu’ya buradan sevgimi ve teşekkürlerimi iletiyorum. İyi ki varsın 🙂
OLAP Hakkında Özlü Bir Yazı
OLAP hakkında genel bir bilgi veren güzel bir yazı. Kaynak: http://www.danismend.com/kategori/altkategori/olap-1/
Her işin tek tuşa basılarak hazırlandığını sanan patronunuz, günlerce uğraşarak hazırladığınız raporunuzda, “Bir de rapora, 3 ay öncesiyle karşılaştırmalı bakalım” veya “Bir de tüm bu verileri, ürün tipi kırılımında inceleyelim” derse ne yaparsınız? İşleriniz devamlı bu şekilde güncellemeler, asla bitmeyen raporlarla mı geçiyor? O zaman OLAP nedir mutlaka öğrenmelisiniz.
OLAP nedir ?
İlişkisel veri tabanlarının yaygınlığı ve sonrasında ortaya çıkan Veri Ambarlarının gelişmesi ile beraber, verilere daha hızlı şekilde erişme ve çok boyutlu analiz ihtiyaçları, bilim adamlarını ve yazılım şirketlerini, daha farklı yapılar geliştirmeye itmiştir.
Bu amaçla geliştirilen bir teknoloji olan OLAP (On-line Analytical Processing), ilişkisel veri tabanları gibi, bilimsel temeller üzerine değil, OLAP ürünleri üreten firmaların desteğinde çıkan bir teknoloji olmuştur. Bu nedenle, veri tabanları, ilişkisel veri tabanları ve hatta veri ambarları üzerine birçok akademik yazı bulunmasına rağmen, OLAP üzerine genellikle, ürün dökumanları ve şirketlerin tanıtım yazıları bulunabilmektedir.
OLAP terimini ilk olarak ortaya çıkışı ise, 1993 yılında, Dr. E.F.Codd ’un ortaya koyduğu kurallar çerçevesinde olmuştur. Bu yazı, OLAP için bir temel oluştursa da, kimi çevrelere göre, o yıllarda Arbor Software (Şimdiki Hyperion Solutions) için bir white paper olmaktan öteye gidememiştir.
Bu yazıya göre, bir veri yapısının OLAP olarak nitelendirilebilmesi için 12 kural belirlenmiştir. Bu kurallar sırası ile:
- Çok boyutlu inceleme özelliğine sahip olması,
- Şeffaflık,
- Erişilebilirlik,
- Her seviyede sorgulama için aynı performansı gösterebilme özelliği,
- İstemci-Sunucu yapısında olması,
- Sınırsız şekilde çarpraz raporlama olanağının olması,
- En alt seviyedeki verilerin otomatik olarak ayarlanması,
- Her şarta uygun boyutlandırılabilirlik,
- Çok kullanıcı desteğinin olması,
- Her seviyede verilerin değiştirilebilir olması,
- Esnek raporlama özelliği,
- Boyut ve gruplamalarda sınır olmaması.
Kullanılan sektörler/alanlar nelerdir?
OLAP, yöneticiler ve analistlerin, verilere çok hızlı şekilde, farklı açılardan bakabilmelerini sağlayan bir yapıdır. “Kim?” ve “Ne Zaman?” sorularından başka, “Neden?” ve “Eğer şu olursa…” sorularının da yanıtını verir. (Ör : Eğer şeker fiyatları 5% lira ve taşıma maliyetleri 10% düşerse, yıllık ve çeyrekler bazında kârlılık ne olur gibi.)
Akıllı raporlama araçları sayesinde, neden sorularının cevapları da kolaylıkla alınabilmektedir. Genel eğilimden farklılık gösteren, uç değerler yaratan elemanları birçok analiz aracı, sayısal detaylara girmeden, sadece renklerle bile görüntüleyebilmektedir.
OLAP’ı sadece büyük özet tablolar gibi yorumlamak pek doğru değildir. Excel kullanıcıların yakından tanıyacakları Pivot tabloların, çok gelişmiş ve hızlı bir hali olarak gözönüne getirmek daha doğru olacaktır. Tasarlanan bir OLAP yapısının, hiyerarşilerini ve boyutlarını görmek mümkün olsa da, verileri nasıl tuttuğunu, 2 veya grafikler olarak göstermek mümkün değildir, ancak iç içe geçmiş küpler olarak yorumlanabilir. Bu nedenler OLAP yapılarına, “küp” adı verilmektedir.
Bir veri ambarınızın olması, OLAP’a ihtiyacınız olmadığı anlamına gelmez. Veri Ambarları ve OLAP birbirlerinin tamamlarlar. Veri Ambarı verileri uygun şekilde tutmaya ve kontrol etmeye yarar. OLAP ise, DW verilerini stratejik bilgilere dönüştürmeye yarar.
Bir şirket yapısı içerisinde, departmanlar bazında inceleyecek olursak;
Pazarlama departmanlarında OLAP’ın en yaygın kullanım alanları, pazar araştırmalarında, satış tahminleri, promosyon ve kampanya analizleri, müşteri analizleri ve Pazar/Müşteri segmentasyonlarıdır. Data Mining sonuçlarının değerlendirilmesi ve demografikler bazında incelenmesi seviyesinde de olmazsa-olmaz araçlardan biri olarak yer almaktadır.
Üretim ile ilgili uygulamaları ise en yoğun olarak üretim planlama ve hata analizleridir. Özellikle senaryogeliştirmekte ve farklı ürün tipleri ile çalışılan yapılarda, çok boyutlu düşünme imkanı sayesinde maliyetler ve fiyatlamalar, kolaylıkla çıkarılabilmektedir.
Finans Departmanları ise OLAP’ı bütçeleme, Activity-Based Costing, finansal performans analizleri ve finansal modelleme amaçları ile kullanabilir. Özellikle konsolidasyon konusunda yaratılacak modeller, çok büyük kolaylıklar sağlamaktadırlar. Strateji belirleme, Satış analizleri ve gelecek tahminleri ise, satış departmanlarındaki OLAP uygulamadır.
OLAP’ın özellikleri
Zaman kazancının dışında, OLAP 3 çok önemli özelliği de beraberinde getirmektedir.
Verilere çok boyutlu bakabilme özelliği :
Analizler sırasında kullanmış olduğumuz, her türlü kırılıma boyut adını verebiliriz. Örneğin demografik veriler (yaş, cinsiyet, eğitim durumu), sayısal veriler, adetler, işlem miktarları, gerçekleşen ve bütçelenen değerler, ürün tüpleri, ürün özellikleri ve zaman. Yöneticiler ve analistler, çalışmaları sırasında, tüm bu tanımlanan verileri yatay veya düşey eksenlerde çakıştırarak görmek isteyebilirler.
İlişkisel veri tabanları, bu şekilde raporlara izin vermezler, fakat raporlama araçlarının yetenekleri ile, belirli bir noktaya kadar tolere edilebilir. Fakat daha karmaşık analizler işin içine girdiğinde, bir olap yapısı kurmadan bu raporları almak imkansız hale gelebilir.
İlişkisel veri tabaları üzerinde karmaşık SQL kodları yazmak, ya da raporlama aracının sahip olduğu programlama dili üzerinde uğraşmak gerekebilir. Bu da, analizi yapan kişilerin, işin özünden çıkarak, analiz gerektirebilecek verilere değil, teknik olanaklara, daha kolay şekilde alabilecekleri verilere kanalize olmaları sonucunu doğurur. Bu nedenle, iş zekası programlarının pratik olmasının yanında, fazla teknik bilgi kullanmadan raporların alınabilir olması, farklı kaynakları bir arada kullanabilecek, konsolide edebilecek yapıda olmaları gerekir.
Boyutların başka bir özelliği de hiyerarşiler tanımlanabilmesidir. Hiyerarşiler sayesinde, hem toplamlara ulaşmak kolaylaşmakta, hem de farklı gruplar için, farklı senaryolar hazırlayabilme şansı doğmaktadır.
Karmaşık Hesaplamalar:
Bir OLAP sisteminin gerçek performansı, karmaşık hesaplamaları yapma gücü ile ölçülebilir. OLAP sistemleri, sadece toplama işleminden başka işlemler de yapabilecek güçte olmalıdırlar. Gerçek hayat, her zaman daha karışıktır. Analiz yapanlar için, asıl rakamlardan çok, yüzde sel dağılımlar çok daha önemlidir. Birkaç yıllık satış içerisinde, binlerce ürün türü için günlük bazda satışları yüzdesel olarak analiz edip, sıraya dizebilmek bir RDBMS ile saatler sürecek bir raporun çalışmasını gerektirebilir. Oysa uygun bir OLAP sistem ile, bir günlük satışlar ve birkaç yıllık satış rakamı arasında bir fark olmamalıdır. Satış tahminlerinde, genellikle “moving average” ve “yüzde artış” gibi trend analizleri kullanılır. Finansal analizlerde, envanter hesaplarında ve portföy performans hesaplarında, zamana göre ürünlerin toplanma sırası, sonucu tamamen değiştirebilir. (yukarıdan aşağıya, ya da aşağıdan yukarıya, LIFO-FIFO) Kullanılacak OLAP yapısında, bu şekilde hesaplamalara da izin verir bir yapısının olması gerekir.
Zaman kavramları:
Zaman boyutu, neredeyse her analizin temel bileşenidir. Zaman, diğer boyutlardan farklı olarak, kendine has bir sıralama içersinde gider. Alfabetik (Ocak her zaman Şubat’tan önce gelmelidir) veya nümerik sıralamalardan (12/31, 01/01’den önce gelmelidir) her zaman farklıdır. Gerçek OLAP sistemleri, zamanın bu şekilde sıralanmasını sağlarlar.
OLAP’ın yararları
Analiz yapan kişiler, daha kendine yeterli, IT’den bağımsız hale gelebilmektedirler.
Düşük kapasiteli sistemlerde yaşanan, zaman sıkıntısı problemleri ortadan kalkmaktadır. Üretim sistemini rapor için hızlandıracak büyük yatırımlar yerine, çok daha düşük maliyetli bir rapor sistemi kurmak bir çözüm olabilir. Yeni dönemde çıkan, tümleşik OLAP yapılarında, ilişkisel veri tabanı ve OLAP iç içe bir yapıda olduklarından, üretim sistemeleri ya da veri ambarları üzerinde, toplamlar gerektiğinde, ilgili sorgulama OLAP küplerine yönlendirilerek, çok yüksek ölçüde performans getirisi sağlanabilmektedir.
Ayrıca bu yapılar sayesinde, OLAP sistemi için, hem yazılım hem de güncelleme anlamında, ikinci kez masraf yapmak zorluğu da ortadan kalkmaktadır.
Bu şekilde bir yatırımla, var olan IT sistemi de rahatlamakta, üretim sistemi üzerinde yer alan raporlar ortadan kalkmaktadır.
Farklı kaynaklardan alınan kaynaklar konsolide edilmekte ve veri güvenliği sağlanmaktadır.
Veriler toplamları alınmış şekilde bulunduklarından, toplam verilerin bulunması için gerekli raw-data, analistin makinesine aktarılması gerekmediğinden, network üzerinde büyük ölçüde bir trafik kazancı sağlanmaktadır.
Zaman kazancı, aynı zamanda kaynakların etkin kullanımı ve para kazancı anlamına da gelmektedir.
Emir Türkmen
Emir.turkmen@advantage.com.tr
(Yazar hakkında: İTÜ Matematik Mühendisliği mezunu olan Türkmen, MBA eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesinde tamamlamıştır. 6 yıldır çeşitli tanınmış firmalarda programlama, Veri Tabanları, Data Warehousing ve OLAP üzerine çalışan Emir Türkmen, şu anda Benkar-Advantage’da Veritabanı Pazarlama Departmanında, Veri Madenciliği konusunda çalışmaktadır)
Sending the Police Before There’s a Crime
SAS Business Analytics Series 2012’de Pelin Özbozkurt (PhD) Tahminsel modelleme ile geleceğe dönük fırsatları keşfedin sunumunda çok farklı örneklere yer vermişti. Tahmin deyince herkesin aklına sırasıyla Hava Tahmini, Satış Tahmini, Talep Tahmini, vs. gibi konular gelir. Fakat bu örnekler çok farklıydı.
Birincisinden başlayalım. Azınlık Raporu (Minority Report) (IMDB) (Wikipedia) adlı filmi çoğu kişi izlemiştir.
Filmin Özeti:
Washington yıl 2054, cinayet suçu artık tamamen durdurulmuştur. Gelecek artık görülebilmekte ve suç daha işlenmeden cezalandırılmaktadır. Adalet Bakanlığına bağlı olarak çalışan , “Pre-Cogs”lar tarafından tüm detayları ile görüntülerinin düzenlendiği ve önceden harekete geçildiği Suç-öncesi bölümünün görevi suçluları bulmak ve onları durdurarak ceza almalarını sağlamaktır. Psişik canlılar olan “Pre-Cogs”lar asla hata yapmazlar. Bu ulusal olarak kurulan en mükemmel suç önleyici organizasyon olmuştur. Ve bu sistem için en çok çalışan da organizasyonun başında bulunan Şef John Anderton (Tom Cruise)dan başkası değildir. Bundan yıllar önce trajik bir şekilde oğlunu kaybeden Anderton tüm gücünü ve arzusunu sisteme vermiş böylece kendisinin yaşadığına benzer bir olayı başkalarının da yaşamasına engel olmaya çalışmaktadır. Bu olayın üzerinden altı yıl geçmiştir ve onun tek arzusu yaratmış oldukları sistemin kusursuz işleyişini sağlamaktır.
Anderton’ın bu konuda asla şüphesi yoktur. Taa ki sistem onu bir numaralı şüpheli ilan edene kadar…

Filmde gelecekte kullanılacağı düşünülen bir çok teknolojiye verilmiştir. Çoklu Dokunmatik Ekranlar, Retina Tarayıcılar, Kişiye Özgü Reklamlar, E-Papers, Örümcek Robotlar, Jet-Packs ve Suçu Tahmin Eden Program. Yıl 2054 olmasa da Örümcek Robotlar haricindeki tüm teknolojiler icat edilmiş gibi 🙂 Tabi JetPack’i günlük hayatta kullanılmıyor daha 🙂 Peki Suçu Tahmin Eden Program? İcat edildi mi? Aramızda Pre-Cogs‘lar mı var?
“The New York Times” da yayınlanan haberin başlığı şu şekilde. “Sending the Police Before There’s a Crime” yani “Suç Gerçekleşmeden Önce Polisi Olay Mahaline Göndermek”

“The arrests were routine. Two women were taken into custody after they were discovered peering into cars in a downtown parking garage in Santa Cruz, Calif. One woman was found to have outstanding warrants; the other was carrying illegal drugs.
But the presence of the police officers in the garage that Friday afternoon in July was anything but ordinary: They were directed to the parking structure by a computer program that had predicted that car burglaries were especially likely there that day.
The program is part of an unusual experiment by the Santa Cruz Police Department in predictive policing — deploying officers in places where crimes are likely to occur in the future.
In July, Santa Cruz began testing the prediction method for property crimes like car and home burglaries and car thefts. So far, said Zach Friend, the police department’s crime analyst, the program has helped officers pre-empt several crimes and has led to five arrests.”
Haberin Tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Kullanılan metot ile ilgili bilgiye de buradan ulaşabilirsiniz.
Buyrun bu da videosu Predictive Analytics – Police Use Analytics to Reduce Crime
http://www.youtube.com/watch?v=_ZyU6po_E74
Sonuç olarak bu çalışma Tahmin Metotlarının ne kadar farklı alanlarda kullanılabildiğine bir örnektir. Tahmin yapıldıktan sonra bu Tahmin Doğruluğunun (Forecasting Accuracy) ölçülmesi gerekir. Doğruluğunun ölüçülmesi için çeşitli metotlar vardır. Belli bir zaman aralığında Gerçekleşen ile Tahmin arasındaki fark baz alınarak hesaplanan (Hata) değer en çok kullanılan Doğruluk ölçütüdür. (MAD, MAPE, RMSE, vs.) Fakat bunun gibi ölçütleri burada kullanmanız mümkün değildir. Makalede de yazdığı gibi bunun gibi modellerin ölçülmesi için farklı bir metot izlenmiş.
“We’re facing a situation where we have 30 percent more calls for service but 20 percent less staff than in the year 2000, and that is going to continue to be our reality,” Mr. Friend said. “So we have to deploy our resources in a more effective way, and we thought this model would help.”
Dünyada Analitik açıdan güzel gelişmeler oluyor. Ve biz de bu gelişmeleri elimizden geldiğince takip etmeye çalışıyoruz. Tekrar görüşmek üzere.
SAS Business Analytics Series 2012
21 Mart 2012 tarihinde Swissotel The Bosphorus’da, SAS Business Analytics Series 2012 gerçekleşti. Geçen sene olduğu gibi bu senede organizasyona ekip olarak katıldık. 2011 yılında yapılan organizasyonda Genel Müdür Yardımcımız tarafından “Bir Başarı Hikayesi” olarak yaptığımız çalışma sunulmuştu. Bu sene sadece dinlemeye gittik. Her ne kadar Perakende sektörü için çok doyurucu olmasa da güzel bir organizasyon oldu.
Ünlü futurist Mike Walsh‘ın da konuşmacı olarak katıldığı organizasyonda, farklı sektörlerden yüzlerce dinleyici vardı. Geçtiğimiz sene salonlarda büyük boşluklar var iken bu sene yüksek katılımcıdan dolayı bazı oturumlarda yer sıkıntısı çekildi. Bizim sektörden (Moda Perakendesi) ben bu sene çok fazla kişi göremedim. O yüzden çok fazla sosyalleşemediğimizi de eklemek isterim 🙂 Organizasyon boyunca Twitter üzerinden #SASBAS hashtag’i ile atılan tweetler bir ekran ile kullanıcılara gösterildi. Aynı zamanda @SasTurkey ile de organizasyon hakkında bilgilendirme Tweetleri atıldı. Habertürk de canlı yayında organizasyona bağlandı. Geçen sene ile bu sene kıyaslandığı zaman artık Türkiye’de Analitik konulara, Sosyal Medyaya önem verildiğini sadece bu organizasyona bakarak bile söyleyebiliriz.
Bu sene öne çıkan konular, Sosyal Medya, Big Data, Dijital Gelecek, Analitik Çözümlerdi.
Organizasyon Tanıtım Yazısından
- Sosyal Medya ne gibi fırsatlar sunuyor?
- Dijital gelecek sizi ve işinizi nasıl değiştirecek?
- Analitik çözümler rekabeti nasıl yönetiyor?
- İş kararlarını Büyük Veri nasıl etkileyecek?
Neden Katılmalı?
- Analitiğin , şirketinizi nasıl değiştirip, karar almanızı hızlandıracağını keşfedeceksiniz.
- Entegre pazarlama yönetimi, risk yönetimi, veri yönetimi ve İş analitik uygulamaları ve son trendleri dinleyeceksiniz.
- Bankacılık, sigorta, perakende, telekom, enerji gibi farklı sektörlerin SAS çözümlerinden yararlandığını göreceksiniz.
- En yeni SAS çözümlerimizle ilgili örnek uygulamaları ve demo sunumlarını izleyeceksiniz.
Öne Çıkan Konuşmacılar
- Mike Walsh, Futurist & authority on emerging markets
- Shekhar Iyer, General Manager,SAS EMEA ve Asya Pasifik Center of Excellence Genel Müdürü
Öğleden önceki programa iş dolayısıyla katılamadık. Öğleden sonra gerçekleştirilen oturumlara katılabildik. İlk olarak EreTeam tarafından sunulan Başarılı Talep Tahminleme Modelleri sunumunu dinledik. Tahmin ile içli dışlı olduğumuz için bu sunum bizi çok tatmin etmedi. Sanki üniversitede Üretim Planlama dersinde Tahmin konusunu işliyormuşuz gibi hissettim. Bu oturumdan sonra Tahminsel modelleme ile geleceğe dönük fırsatları keşfedin konulu sunuma katıldık. Sunumun ilk kısmını SAS’dan Pelin Özbozkurt PhD. yaptı. Ardından Yapı Kredi Bankası örnek bir uygulama sunumu yaptı. Pelin Hanım’ın sunumu hem çok faydalı hem de eğlenceliydi. Hangi sektörden olursanız olun bir şeyler öğrenebileceğiniz bir sunumdu. Özellikle aşağıda yer alan bazı sunum notları, yol haritası niteliğindedir.



Bu sunumun ardından Social Media Analytics başlıklı sunuma girip ING Bank‘ın Sosyal Medya’da kullandığı Analitik yöntemler konusunda bilgi sahibi olduk. Son olarak Akbank tarafından sunulan Marketing Optimization başlıklısunuma katılıp günü noktaladık. Şirkete geri dönmemiz gerektiği için son oturumlara katılamadık.
Sonuç olarak, SAS Türkiye‘ye böyle bir organizasyon düzenlediği için teşekkür ediyorum. Swissotel The Bosphorus’a ve çalışanlarına da güleryüzlü hizmetleri ve güzel yemekleri için teşekkür etmek istiyorum. Güzel bir gün geçirdik. Seneye tekrar bu organizasyonda görüşmek üzere. Belki konuşmacı olarak katılırım kim bilir 🙂
Şirketime bu organizasyona katılma konusunda gösterdiği hassasiyet ve ulaşım konusunda gerekli kolaylığı sağladığı için de teşekkür ederim.
Moda Perakendesi – Kısa Kısa Haberler
Yakın Zamanda gerçekleşen Moda Perakendesindeki gelişmelerden bahsedelim. Çalıştığım sektörde ne oluyor ne bitiyor hem haberdar olalım hem de haberdar edelim.
Boyner, YKM’yi satın aldı
YKM 190 milyon liraya satıldı. Boyner Holding YKM’nin yüzde 63 hissesini 190 milyon liraya satın aldı. 1950 yılında İstanbul Sultanhamam’da kurulan YKM’nin şu anda 32 ilde 64 mağazası, 4 bine yakın çalışanı, 1,000’in üzerinde iş ortağı bulunuyor.
Şirketin perakendecilik sektörüne getirdiği bir çok yenilik bulunurken, İlk taksit sistemi, ilk mağaza kartı ve ilk çok katlı mağaza uygulamaları bunlar arasında yer alıyor.
Kaynak: Hürriyet
AY Marka Mağazacılık 2012 yılında ciroda yüzde 32 büyüme hedefi koydu
Bünyesinde NetWork, Fabrika, Que, Divarese, T.box, Arzu Kaprol ve Beymen Business markalarının perakende operasyonlarını barındıran AY Marka Mağazacılık, 2012 yılında ciroda yüzde 32 büyüme hedefi koydu. 2007’de Altınyıldız bünyesinden ayrılarak 7 markayı yıllar içinde bir araya getiren AY Marka Mağazacılık, 2011’i yaklaşık 360 milyon lira ciro ile kapattı. AY Marka Genel Müdürü Eren Çamurdan, “2007’de 16 bin 700 metrekare olan toplam metrekare büyüklüğünü yüzde 140 artırarak 2011’de 40 bin metrekareye çıkardık. 2007’de 101 olan mağaza sayısını ise 2011 sonunda 218’e ulaştırdık” dedi.
Kaynak: Hürriyet
Spor devi ilk mağazasını Diyarbakır’da açtı
Avrupa’nın en büyük spor perakende mağazası zinciri Sport 2000 International GMBH, Türkiye’deki ilk mağazasını Diyarbakır’da açtı.
25 ülkede toplam 3 bin 500 mağazaya sahip olan zincir ilk mağazası Diyarbakır’ın en büyük alışveriş merkezi Ninova Park’ta hizmete girdi.
Kaynak: Sabah
Lc Waikiki’den uluslararası kariyer fırsatları
Hazır giyim sektörünün lider markası LC Waikiki, üniversite mezunu çalışanlarına yurt içinde ve yurt dışında pek çok kariyer fırsatı sunuyor.
Tema Mağazacılık Uluslararası İnsan Kaynakları Direktörü Esra Altun, üniversite mezunlarının LC Waikiki’de kariyer hayatlarına başlayıp, yapılandırılmış bir eğitim programından geçerek, yurtiçinde ve yurtdışında oldukça iyi pozisyonlarda çalışma imkanı kazandıklarını belirtti.
AIESEC Türkiye tarafından Boğaziçi Üniversitesi Garanti Kültür Merkezi’nde düzenlenen İnteraktif Eğitim Semineri’ne Tema Mağazacılık İnsan Kaynakları Koordinatörü Edward David Southall ile Uluslararası İnsan Kaynakları Direktörü Esra Altun katıldı.
Online moda alışveriş dünyasında dev buluşma
Türkiye’nin lider e-ticaret grubu markafoni, Türkiye’nin en saygın ve büyük medya gruplarından Doğuş Yayın Grubu’na ait olan enmoda.com adlı özel alışveriş sitesi ile ortaklık kurdu.
Doğuş Yayın Grubu ile yapılan ortaklıkta işin yönetimi, konusunda uzman olan ve hisselerin coğunluğuna sahip olan markafoni’ye bırakıldı. Bünyesinde Vogue ve GQ gibi moda dünyasına yön veren dergileri bulunduran Doğuş Yayın Grubu ve Türkiye’nin lider e-ticaret grubu markafoni, güçlerini birleştirerek enmoda.com’u modanın merkezi haline getirecek.
Türkiye’nin lider e-ticaret grubu markafoni’nin Doğuş Yayın Grubu’na ait enmoda.com’un hisselerinin yüzde 75’ini satın almasıyla online moda alışveriş dünyası, önemli bir ortaklığa sahne oldu. Bünyesinde Türkiye’nin ilk ve lider özel alışveriş kulübü markafoni.com, Türkiye’nin en büyük online ayakkabı mağazası Zizigo.com, parfüm ve kozmetik alışveriş sitesi MissPera.com’u da bulunduran markafoni Grubu, enmoda.com ile moda denince akla ilk gelen e-ticaret holdingi olma yolunda önemli bir adım atacak. enmoda.com trendleri takip eden değil, yaratan bir site olarak yoluna devam edecek!
Güçlü kadronuz yoksa marka olamazsınız
LC Waikiki markasıyla ün yapan Taha Group’un Genel Koordinatörü İsmail Hakkı Kısacık, Kayserili işadamlarına marka olmanın sırlarını anlattı.
Markalaşmanın çok zor olduğunu belirten Kısacık, “Firmalar markalaşmak istiyorsa bunun birkaç adımı vardır. En önemlisi de insan kaynağıdır. İnsan kaynağının kalitesi üründe ve hizmetteki kaliteye yansır.” dedi. Kayseri Genç Sanayici ve İşadamları Derneği (GESİAD) tarafından düzenlenen ‘Markalaşma’ konulu konferansa katılan İsmail Hakkı Kısacık, dünyada bilinen bir marka olan LC Waikiki’nin 1996 yılında isim hakkının Fransızlardan kendi gruplarına geçtiğini hatırlattı. Bundan sonraki süreçte de yatırımların devam ettiğini ve uluslararası düzeyde önemli mesafe kat ettiklerini belirtti.
Kaynak: Zaman
Erkek alışverişte kadını katlıyor!
W Collection Genel Müdürü Gökay Erol: Erkek bir seferde kadının 3 katı kadar para harcıyor.
Vakko Holding kuruluşu olan W Collection, bu sezonla birlikte aralarında Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış ve eşi Beyhan Bağış’ın Kanyon Alışveriş Merkezi’nde bulunan mağazasının da yer aldığı toplam 15 mağazada kadın koleksiyonunu piyasaya çıkardı. İlk mağazasını 2003’te açan ve 28 mağazaya ulaşan W Collection’ın ilham kaynağı ise eş veya erkek arkadaşları için alışveriş yapan kadınlar oldu.
Erol, W Collection’a kadın koleksiyonunu eklerken ulaşılabilir fiyatta kalmaya dikkat ettiklerini belirterek, sözlerine şöyle devam etti: “Çünkü perakendeciler bilir ki, kadınlar sevdikleri/alışveriş yaptıkları markalara sezonda ortalama 4 ile 6 kez ziyarette bulunurlar, erkeklerin ortalaması ise 1 maksimum 2 kez. Ama ortalama alışveriş rakamlarına baktığınızda erkekler tek seferde kadından 3 misli fazla para harcıyor.”
Kaynak: Habertürk
Haberler http://www.perakendebulten.com adlı siteden özetlenmiştir.
2012′nin Gözde Meslekleri
Bu yıl en çok hangi pozisyonlarda eleman aranıyor? Yılın gözde sektörü hangisi?
Yenibiris.com’un istihdam verilerine göre oldukça hareketli geçen 2011 yılının en gözde mesleği satış temsilcisi oldu. 2012’de en çok istihdam yaratması beklenen sektörlerin başında eğitim ve bilişim geliyor. Bilişim sektöründe en çok yazılım uzmanı aranıyor.
Türkiye’de istihdam sektörüne dair yayınladığı düzenli verilerle iş arayanları ve iş verenleri yönlendiren Yenibiris.com, 2012 yılının gözde pozisyonlarını ve sektörlerini belirledi. Geçtiğimiz yıl en gözde mesleklerin başında gelen satış temsilciliği ve muhasebe elemanın yanı sıra bilişim sektörüyle ilgili pozisyonlara dair ilanlar her geçen gün artış gösteriyor. Bu artış bu yıl da devam ediyor. Yılın en gözde pozisyonu ise geçen yıl olduğu gibi yine mühendislik. Mühendisler arasında öne çıkanlar ise inşaat mühendisliği, satış mühendisliği ve elektrik – elektronik mühendisliği.
2011’nin en çok eleman arayan sektörleri ekonominin lokomotif sektörlerinden olan yapı-inşaat, sağlık-tıp ve tekstil olmuştu. 2012’de ise bunların yerini eğitim ve bilişim sektörleri almaya başladı. İnsan kaynakları danışmanları, özellikle bilişimin her dalının hızlı bir yükselişe geçtiğini söylüyor.
Bilişim sektöründe bu yıl en fazla aranan pozisyonlar şöyle:
• Veri tabanı yöneticisi
• Veri madenciliği uzmanı
• İş analisti
• Mobil uygulamalar uzmanı
• ERP danışmanı
• Dijital pazarlama uzmanı,
• Sosyal medya yöneticisi
• Mobil yazılım uzmanı
“İyi yazılımcılar altın değerinde olacak”
Inproda Yönetici Ortağı Cafer Telci
Türkiye’de bilişim sektörü, teknolojinin gelişmesiyle birlikte gün geçtikçe hız kazanıyor. 2012’de bilgi teknolojileri ve telekom sektöründe yüzde 5 ile 7 oranında gerçekleşmesi beklenen büyüme şüphesiz istihdam açısından da olanak yaratacak. Artık hemen her departmanda BT süreçlerine hakim özel profesyonellere ihtiyaç duyuluyor. Çeşitli araştırmalara göre Türkiye’de 70,000- 100,000 aralığında yetişmiş bilişim sektörü personel açığı söz konusu.
“E-ticaret ve CRM ön planda olacak”
Manpower Türkiye Genel Müdürü Ebru Coş
Türkiye’nin genç nüfusuyla bir öne çıkabilir.Türkiye istihdam piyasasında birçok sektörde yetenek sıkıntısı çekildiğini görüyoruz. Sektörel ve işletmeden işletmeye kurumsal satış deneyimi olan nitelikli satış temsilcileri, teknik literatürü ve eğitimleri zorlanmadan takip edecek düzeyde İngilizce bilen teknisyenler, iyi düzeyde İngilizce bilen sekreter ve yönetici asistanları pozisyonları Türkiye’de işverenler için doldurulması zor pozisyonlar arasında ilk sıralarda yer alıyor. 2012 yılının yıldız pozisyonları e-ticaret ve CRM’de olacak.
Kaynak : Yenibiriş
Web Site İstatistiklerim – sabri.suyunu.com
Artık elimden geldiğince daha fazla yazı yazmaya çalışıyorum. 6-7 aydır yazı yazmadıktan sonra tekrar yazmaya başlamak gerçekten çok iyi geldi bana. Hem iş hayatında aldığım kararlar hem de blog için aldığım kararlar umarım benim için hayırlı olur.
Son yazıları takip ettiyseniz, genelde “Analist” kavramı altında, iş analisti, sistem analisti, sistem geliştirme uzmanı vb. konuları kapsamaktadır. Bu tarz konular seçmemin iki sebebi bulunmakta. Birincisi, ben bu işleri yaptım ve şu anda da yapmaya devam ediyorum. Her ne kadar şu aralar analistlikten analitiğe geçmeye çalışsam da analistliğin hiç bir zaman bitmeyeceği bir şirkette ve direktörlüğün altındayım. İkinci sebep iste web sitesindeki ziyaret istatistikleri.
Biliyorum. Blogum çok fazla hit alan bir site değil. Zaten biraz sonra rakamları yazdığımda bunu siz de göreceksiniz. Ama detaylı bakıldığı zaman, kullanıcıların web sitesine geliş amaçları beni bu tarz yazılar yazmaya yöneltiyor. En azından gelen kullanıcılar aradıklarının karşılığında bilgi edinsinler istiyorum.
Lafı fazla uzatmadan istatistiklere göz atalım.
Analiz Çalışması içilen seçilen Tarih Aralığı: 1 Haziran 2011 – 30 Mart 2012
Siteye Ziyaretleri Hangi Sitelerden Geliyor
Verilerden de anlaşılacağı gibi, web-sitesine gelen ziyaretçiler ya benim kim olduğumu merak ediyorlar ya da yazımın en başında belirttiğim gibi “Sistem Analisti”, “İş Analisti”, “İş Zekası Uzmanı” gibi iş alanlarını araştırmak için geliyorlar. Günümüzde gelişen teknoloji ve artan rekabetten dolayı, geleceğe yatırım yapan şirketler bu tarz iş alanlarını çoktan keşfedip yatırımlarına başladılar bitirdiler ve geliştirmektedirler. Bundan 4 sene önce herhangi bir kariyer sitesinde “Analist” kelimesini arattığınızda aldığınız sonuç ile şimdikini karşılaştırabilseydiniz ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirdiniz.
Ne zaman bir sorunuz olursa, iletişim bölümünden bana ulaşabilirsiniz. Yardımcı olursam ne mutlu bana 🙂
Not: Analiz için veri sağlayıcım Google Analytics ‘e de buradan teşekkürlerimi sunuyorum

