Geçtiğimiz Cumartesi başımıza gelen oaly komik olduğu kadar ürkütücü ve bir okadar da ders verici nitelikteydi. O anda o kadar korkutucu olmasada başka zaman ve başka şartlar altınca insanın başına geldiğinde gerçekten tehlikeli sonuçlara neden olabilirdi. Gelelim Hikayemize.
Ömer Erman adındaki çok sevgili üniversiteden arkadaşım haftasonunu geçirmek üzere bize gelmişti. Bende ona, “Gel birlikte Babamların yanına gidelim. Hem havuza falan gireriz hemde balığa falan çıkıp eğleniriz” dedim. O da zaten dünden razı bir modda kabul etti ve beraber Tuzla’ya gittik. Herşey balığa çıkana kadar normaldi. Havuza gitmiş, bol bol yüzmüştük. Hatta Ömer gözlükleri çıkarınca beni algılayamdığı için, deniz canavarı sanırp saldırmış ve havuzun içinde boğma girişimlerinde bulunmuştu. Sonunda havuz sefası bitmiş ve balık çantamızı, benzin depomuzu (!) , su termosumuzu alarak teknenin olduğu yere gittik. Balık tutmak için herşeyimiz bulunuyordu. Yeni aldığım portatif oltayı denemek için mükemmel bir fırsattı.
Babam tekneyi çalıştırdı ve yelkenler fora diyerek yavaş yavaş yola çıktık. Motor pır pır diye yol alırken, bizde üzerimize esen hafif rüzgarla kendimizden geçmeye çalışıyorduk. Yola çıktığıız yer, Tuzla Kum İskelesinin arka tarafıydı ve gitmek istediğimiz yer ise Koç Adası civarlarıydı. Daha önceki deneyimlerimizde güzel istavrit olduğu aşikardı. Tekne ile karadan uzaklaşmaya başlamıştık. Birden aklıma, “Baba, şimdi benzin bitse ve biz burda denizin ortasında kalsak ne olurdu” diye sordum. Bir anda motor istop etti. Ben babam şaka olsun diye yaptı sanıyordum ve gülüyordum. Fakat, benzin bitmişti yada motor bozulmuştu. Motoru çalıştırma girişimlerinde anladımki, gerçekten denizin ortasında kalmıştık. Ömer ile Babamın suçlayıcı bakışları altında daha da açığa sürüklenmemek için çapayı denize attım. Ömer ile Babam, tekneyi çalıştırmaya çalışıyorlar fakat tekne bujileri bozulmuş araba gibi ateşlenmiyordu. Denizin ortasında kalmıştık. Ne adaya yakındık ne karaya. İlginçtir, teknelerin hiç biri yakınımızdan geçmiyor, hepsi uzağımızdan geçiyorlardı. Bu sebeple yardımda çağıramıyroduk.
Babam, teknenin çalışacağına inanıyordu ve ısrarla düğmeye basıyordu, Fakat akünün bitmesi ile artık bunu başaramayacağını anladı. Ben ise can yeleğinin kenarındaki düdüğü çıkarmış yardım düdüğü çalıyor SOS sinyali gönderiyordum. Aklımıza neden Kürekleri almadığımız ve kürekler olsaydı Ömerin bizi 25 beygir gücü ile heryer götürebileceği geldi. Fakat bunu düşünmek için artık çok geç idi.
Gökyüzüne baktığımda bulutların renk değiştirmekte olduğunu farkettim. Hatta havanın hafif rüzgarlanması bu düşüncemi destekliyordu. Fırtına yaklaşıyordu ve etrafımızdan herhangi bir tekne geçmiyordu. Ben, çapayı çekersek karaya doğru sürükleneceğimiz tezini ortaya attım ve bunu hemen gerçekleştirdim. Ömer ise GPRS ile googla bağlanmış ve “Tuzla denizde kaldım” kelimelerini yazarak herhangi bir yardım bulacağını umuyordu. Bu girşimi umutlandırsa da bi işe yaramadı. Ben sahil güvenliği aramamız gerektiğini söylüyordum ama bu babam tarafındna kabul edilmiyordu. Çünkü bir ton safsata yapılacağındna, ehliyet ruhsat gibi denizle ilgili belgelerin isteneceğini anlatıyordu bize. O zaman beklemekten ve kaderimizle yüzleşmekten başka çaremiz kalmamıştı…