tarihinde yayınlandı 3 Yorum

Sektörde Matematik 2011

4 Şubat 2011 tarhinde mail olarak gelen bir davetten bahsetmek istiyorum. Onore olduğum bir davet. Eskişehir Osman Gazi Ünivetsitesi, Matematik ve Bilgisayar Kulübü tarafından organize edilen “Sektörde Matematik 2011” adlı organizasyona konuşmacı olarak çağırıldım.

Organizasyonun sektörleri; bilişim, finans, akademisyen ve eğitim olarak belirtilmiş.
“Bilişim teknolojilerinde ihtiyaç duyulan personel profili, bununla ilgili pozisyonlar, bölüm öğrenci arkadaşlarımızın staj, mezun arkadaşlarımızın işe alım süreçleri ve bölümümüzün avantajları” konularındaki fikirlerimi ve yaşadığım tecrübeleri paylaşmam isteniyor.
Şu anda Parakende Sektöründe Bilişim Teknolojileri kullanmam, bu tanıma uyduğumu gösteriyor. 🙂

Yakın zamanda bu organizasyonda genel olarak neler bahsedeceğimi sesli düşünme tarzında blog üzerinden yayınlamayı da düşünüyorum.

Bu daveti tarafıma ulaştıran Esma Hanım’a ve organizasyon ekibine burdan teşekkürlerimi iletiyorum. Ayrıca bu teklifin tarafıma sunulmasına vesile olan sevgili bloguma da teşekkür ediyorum 🙂

Organizasyon Hakkında Bilgi İçin Facebook sayfasına bakabilirsiniz.
Link

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Kaburgam Kırık Mı?

Daha önceki yazımda bahsettiğim Ilgaz Tatilinde Snowboard yaparken uygunsuz bir düşüş yaparak vücudum çeşitli yerlerinden kemik sesi gelmesine sebep olmuştum. Board yapmayı biliyordum ama uzun süredir board yapmamanın etkisiyle reflekslerim bayağı bir zayıflamış. Ayrıca vucudun kayak yapmaya alışması sonucunda, board yaparken yanlış refleksler vermesi yanlış düşüşlere sebep oluyor. Yine hızlı bir zirve inişi sırasında, iniş sırt tarafında iken sağa dönüş yaparken sağ kaburgamın üstüne bir düşüş yaptım. Ardından gelen kemik sesleri benim yerden kalkamayacağımı ve güzel bir tatili başlarken son bulacağına işaret ediyordu. Fakat vücudun esnekliği ve kemiklerin dayanaklılığı konusunda bir kez daha şaşırdım. Ayağa kalktım ve akşama kadar kaymaya acıyla da olsa devam ettim.

Bu olayın gerçekleşmesinden 3 gün sonra tekrar board yaparken aynı kaburgamın üzerine 4 kere düşünce canım artık iyicene acıdı. İnsan kendini oraya düşmemek için sıktıkça daha sık düştüğünü anladım.

Bu acıyla 1 hafta geçirdikten sonra, sonunda bugün doktora gittim. İddaa ediyordum. Kaburgam kırık benim diye. Ama çatlak bile çıkmadı arkadaş. Doktor bile, “Ee kırık yok çatlak yok ama Kıkırdaklar ezilmiş o yüzden çatlak tedavisi uygulayacağım” dedi. Kırıklık konusunda iddaaya girdiğim arkadaşlara en yakın zamanda yemeklerini ısmarlayacağımı burdan bildiririm.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Ilgaz’da Ne Yenir

Bir Önceki yazımda, Ilgaz’da ne yenir diye google’a sorduğumu ve cevap alamadığımı söylemiştim. Google Örümcekleri boş durmamış ve beim yazımı hemen indexlemişler. Bu sayede artık Ilgaz’da ne yenir sorusunun cevabı var.

Ilgaz’da Yeşil Ilgaz Pide ve Kebap’ta rahatlıkla yemek yiyebilirsiniz. Resimleri ekleyeceğim diyorum ve ekleyeceğim inşallah.

Kuşbaşılı Pidesini yedim ve onu tavsiye edeyim. Aç kalırsanız gidip otellerin yemeklerine paralarınızı dökmeyin. Tabi otelde kalıyorsanız da her gün gidip ılgazda da pide yenmez 🙂

Ilgaz Tatili – 2 – yazımla tekrar karşınızda olacağım 🙂

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Ilgaz Tatili – 1 –

Bu tatilde her güzel şey gibi bitti. Tam ihtiyacım olan zamanda çok güzel bir tatil yapma fırsatı buldum. 01.02.2010 tarihinden beri aralıksız olarak çalışıyordum. 1 senemi doldurur doldurmaz, ailece tatile gittik. Ailece terimini açacak olursak, Ben, eşim Zehra, Babam, Annem ve kardeşim Burak. 12 Şubat 2011 tarihinde başlayan tatilim, 20 Şubat 2011 tarihinde son buldu.
Cuma akşamından çantalarımızı hazırladık ve Cumartesi sabah erkenden yola çıktık. Gerçi Annemleri uyandırmasak ( ki görülmüş şey değildir 🙂 ) daha geç çıakrdık ama saat 10 gibi yola çıktık ( Erken :S ).

Ilgaz nerededir?
Yeri: Batı Karadeniz Bölgesinde, Çankırı ve Kastamonu il sınırları içerisinde yer almaktadır.

Ulaşım: Milli Park alanına Çankırı-Kastamonu Devlet Karayolu ile ulaşım sağlanmakta olup saha Kastamonu’ya 45 km., Ankara’ya 200 km., İstanbula 455 km. uzaklıktadır.

Özelliği: Orta Anadolu’dan Kuzey Anadolu’ya geçiş kuşağında yükselen Ilgaz Dağlık yöresinin arazi yapısı genellikle serpantinler, şistler ve volkanik kayaçlardan meydana gelir. Sahada yer yapısı kadar dağ oluşum hareketleri yönünden de ilgi çekici örnekler bulunmaktadır. Ülkemizin en uzun ve en hareketli kırık hattı olan kuzey Anadolu fayı, Ilgaz Dağının güney eteklerinden geçer. Ayrıca saha değişik karakterde vadiler sırtlar ve doruklardan meydana gelir, üstün peyzaj güzellikleri sunan jeomorfolojik yapıya sahiptir.

Ilgaz Dağının eteklerinden doruklarına doğru gelişen karaçam, sarıçam, göknar hakim ağaç türlerinden meydana gelen bitki örtüsü, zengin ormanaltı topluluğu ile desteklenmektedir. Bol ve bütün yıl akışlı akarsuları ile zengin bitki örtüsünün oluşturduğu şartlar karaca, geyik, yaban domuzu, kurt, ayı, tilki gibi yaban hayatı türlerine uygun yaşama ortamı sunmaktadır.

Milli Parkın diğer önemli bir kaynağı da kış sporları imkanıdır. Ilgaz Dağının bu doğal ve rekreasyonel kaynakları ana özelliğini oluşturur.
Kaynak

Son cümleden de anlaşılacağı üzere, kış sporu yapmaya gittiğimiz bir tatildi. Saat 14:00 civarı Ilgaz’a ulaşmıştık. Önümüzdeki tek engel, aç karnımızı doyurmak ve ılgazın eteklerini tırmanmaktı. Hemen 3G ile google’a bağlandım ve “Ilgazda ne Yenir” diye arattım. “Ilgazda ne Yenir” için hiçbir sonuç bulunamadı diye google bana cevap verdi. Ben de tırnak işaretlerini kaldırıp aradım. “Ilgaz’da otellerinkiler dışında bir tek yeme içme yeri bulunuyor. Zirve Cafe.” diye bir cevap verdi. Halbuki Zirve Cafe denilen yere çıkmak için deveyle beraber hendekleri atlamanız gerekiyor. Fakat biz açtık ve babam google’a güvenmediğini söyledi. Ben de kendisine katıldım. Ilgaz’ın merkezine gittik. Şehir merkezine diyebiliriz. Sonra sokaklarda dolaşıp eli düzü yüzgün bir restorant ya da pideci aramaya başaldık. Kendimi yabancı gibi hissettiğimi söylemek zorundayım. Bir iki üç derken yaklaşık 6 yerin önünden geçtik. Zaten ufak olan yerdeki tüm yemek yenebilecek yerleri gezmiştik. (Bu arada içeri girip çıkmıyoruz tabikide. Dışarıdan gözle anlamaya çalışıyorduk) Sonunda bir pideciyi gözümüze kestirdik ve içeri girdik. Taş fırını alev alev yanıyordu. İçerisi sıcak ve temizdi. İnsanlar temiz yüzlü ve temiz giyinimli idi. Oturduk. Siparişlerimizi verdik. (Yediğin söylenmez Sabri ayıp) Kuşbaşılı pide söyledik. Sonra adam siparişi aldıktan sonra dükkandan çıktı ve bir süre sonra elinde bir paketle geri geldi. Siparişi alan kişi, elimizde kuşbaşılı pide yok demedi ve gidip hemen kuşbaşı yaptırıp geldi. İçeceklerimizi sorduğunda, Ayran dedik ve hangi markalar olduğunu sorduk. Ne istersiniz diye sordu. Yani siz isteyin ben bulup getiririm diyordu. Söyledik getirdi. Soda istedik, yok demedi onu da gitti aldı getirdi. Şaşırtıcı derecede kibar ve müşteri memnuniyeti ön planda idi. Hemen taze sebzeler doğrandı ve güzel bir salata hazırlandı ve testi de su ile servis yapıdlı. Ben İstanbul’da böyle hizmet görmedim arkadaş. Sonunda pideler geldi ve asıl soru işareti cevaplandı. Acaba pideler nasıldı? Pideler 10 numara idi. İstanbulda Pide de Samsun’dan sonra yediğim en güzel pide diyebilirim. Fiyat Performans olarak baktığımda Pide De Samsun’u da geri de bırakan bir lezzeti vardı. Hamuru incecik ve etler tam kıvamında pişmiş çok lezzetli bir pide idi. Hem doyurucuydu hem de şişirmiyordu. Hani pide lahmacunu yedikten sonra gece uyurken hazımsızlık yapar ya. Artık suyundan mı hamurundan mı bilmiyorum, hiç problem olmadı. Sonuçta yemeğimizi yedik üstüne cila olsun diye 1 pide daha ortaya söyledik yedik 🙂
Sonunda hesap geldi. Ve Anadolunun gözünü seveyim. Çok uygun bir ücrete çok temiz ve çok lezzetli bir pide yemiş olduk.
Resimleri  buraya ekleyeceğim.

Karnımız tok, gözümüz pek Ilgaz dağını tırmanmaya başladık. yol kenarındaki Kar oranı tepeye çıktıkça artıyordu. Milli Park girişinde artık arabaların zincir takmasını gerektirecek kadar artmıştı. Neyseki Kar lastiği icat edilmişti ve bizde de o icattan mevcuttu.
Kalacağımız tesise yani Ilgaz Mauntain Resort’a ulaştık. Odalarımıza yerleştik ve çayımızı demleyip muhabbete başladık. Yarın büyük bir gün olacaktı çünkü Zehra’ya kayak dersi verecektik. Acaba kendisi kısa sürede öğrenecek miydi yoksa bir tarafını kırıp tatil zehire mi dönüşecekti? Belki de hiç öğrenemeyip bütün gün evde oturacaktı. Bunların hepsinin cevabı bir sonraki yazımda 🙂

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

ERP Sistem Analisti

– Ooooo Sabri Uzun Zaman oldu. Naber?
– Şükür. Koşturmaca devam ediyoruz.
– Nasıl işler? Zeki oldunuz mu 🙂 Nasıl gidiyor İş Zekası?
– Bizim Title (ünvan) değişti. Biz ERP Sistem Analisti olduk.
– Hadi ya. Hayırlı olsun. Ne yapar bu İARPİ’ciler.
– Bütünleşik, entegre sistmeler ile, şirket kaynaklarının doğru kullanılmasını sağlayacağız.
– Hani siz kıyafet satıyodunuz. Kaynakçı mı oldun?
– ?!@€!’^%
– Bu arada senin kaç oldu? 7. mi bu 8. mi? Ehieiheihe 😀

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Sosyal Ağların Tehlikeleri

ntvmsnbc haber sitesinde okuduğum bir haberi paylaşmak istiyorum

Facebook’a üyeleri ileride pişman mı olacak?

Google’ın CEO’su gençleri uyararak ileride Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerine koydukları fotoğraf ve kişisel bilgiler yüzünden pişman olabileceklerini söyledi.

Çağımız özellikle de son 10 yıl mahremiyetin neredeyse tamamen bittiği zaman olarak adlandırılabilir. Şu günlerde kimi kişisel bilgilerimizi, özel sırlarımızı saklamak için çılgınca çabalayabiliriz ancak çok yakın bir zamanda bu imkansız olacak gibi.

Google’ın CEO’su Eric Schmidt son gelişmelerle ilgili olarak verdiği bir mülakatta, “Ben kamuoyunun her şeyin, her zaman bilinmesini, bulunabilmesini ve kaydedilmesini anladığını sanmıyorum. İleride insanlar bu durumdan rahatsız olup, isimlerini değiştirecek, hatta yeni birer kişilik yaratacaklar” dedi.

Teknoloji meraklısı işverenler, iş başvuruları değerlendirirken, Facebook ve Twitter profillerine de bakmaya başladı.
Haberin devamı ↓reklam

Sosyal ağ siteleri üzerindeki güncellemeleri nedeniyle işinden olan insan sayısının giderek artıyor. Amerikan teknoloji devi Cısco’da işe alınan bir internet kullanıcısı, yeni kabul olduğu işten nefret ettiğini paylaştığı için, işbaşı yapamadan kovuldu.

Schmidt ayrıca gençlerin sosyal paylaşım sitelerine ekledikleri fotoğrafların ve videoların ileride iş ararken kendilerini zor durumda bırakabileceği uyarısını da yaptı.

20 yıl önce bir kişinin profili çıkarmak için çok fazla uğraşmak gerekiyordu ve bu İşin maliyeti de yüksekti. Doğu Alman istihbaratı Stasi’nin bu işle ilgili binlerce çalışanı vardı.

Şimdilerde ise bir gece klübünde hoşlandığınız bir kızın fotoğrafını cep telefonunuzla çektikten sonra imaj tanıma programları sayesinde onun üye olduğu sosyal paylaşım sitelerine ve diğer bilgilerine ulaşabiliyorsunuz. Bu teknoloji şu anda mevcut.

Schmidt de bunu destekleyerek, “14 fotoğrafınızla sizin kim olduğunuzu söyleyebiliyoruz” diyor.

On yıl önce iş yerindeki bir partide sarhoş olunca bu sadece iş arkadaşlarınızın bildiği bir durum olarak kalırdı. Şimdilerdeyse YouTube ve benzeri siteler sayesinde her olay anında tüm dünyada izlenebiliyor.

İnternet’in yaratıcılarınan Robert Cailliau, “Benim Twitter’da, Facebook’ta, Linkedln’da veya benzer bir sitede üyeliğim yok. Onlar ruhunuzu emiyor ve sizin gitmenize izin vermiyor” diyerek insanları uyarıyor.

Ayrıca unutmamak gerek ki Google gibi arama motorları dijital geçmişleri hiçbir zaman silmiyor.

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Toka(t)a(t-k)ıyorum

Annemle Ablam arasında geçen telefon görüşmesi

Ablam : Anne, ben Elif Rana’ya (kızı yani yiğenim) tokatakıyorum

Annem : Ne! Senin kafanı kırarım. Biz sana öyle mi yapıyorduk. Sen bizden böyle mi gördün.

Ablam : Ama anne ne var bunda kızım değil mi?

Annem : Kızın demek. Duymamış olayım. Nasıl yaparsın bunu?

Ablam : Ama anne hatta ben dolma yapıyorum.

Annem : Ne dolması, konuyu değiştirme. Gözüme gözükme.

Ablam : Ya anne sende toka takardın bize.

Annem : Ben size bir tokat bile atmadım kızım.

Ablam : Ne tokadı?

Annem : ….

Ablam : …..

Sabri : 😀

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Merlin’in Kazanı ve Burak Suyunu

Bir önceki yazımda Burak’ın Özyeğin Üniversitesinde katıldığı Oyun atölyesi programından ve yaptığı oyundan bahsetmiştim. Bu organizasyona katılan Merlin’in Kazanı yazarlarından Mahmut Saral’ın gözlemleri ve incelemeleri yer alan yazı Merlin’in Kazanı sitesinde yayınlandı.

Aşağıda yazının giriş ve Burak ile olan kısmını bulabilirsiniz. (İlk ilgisini çeken bizim elemanlar olmuş ve önceliği bizimkilere vermiş. Güzel haber 🙂 ) En aşağıda haberin linki bulunmaktadır.

Oyun Atölyesi

Geleceğin yapımcıları için Oyun Atölyesi

Yüz milyonlarca tutkulu oyuncuya hitap eden oyun sektörü, her geçen yıl daha da büyüyerek yoluna devam ediyor. Bu gelişen sektöre kayıtsız kalmak tabii ki mümkün değil. Son dönemde ülkemizde, özellikle üniversiteler aracılığıyla başlayan çalışmalar sevindirici. “Biz oyun yapamayız” ön yargısının yavaş yavaş ortadan kaybolduğu günümüzde, genç ve yetenekli beyinlere sağlanan destekler sayesinde bu piyasada bizim de söz sahibi olmamız büyük bir olasılık.

Geçtiğimiz günlerde Merlin’in Kazanı olarak Özyeğin Üniversitesi’ndeydik. Oyun Atölyesi başlığı altında düzenlenen eğitim programını yakından görme ve konu hakkında detaylı bilgi alma şansına eriştik. Prof. Dr. Tanju Erdem ile yaptığımız görüşmede, ikincisi düzenlenen bu organizasyonun devam edeceği müjdesini aldık. Birçok önemli projede yer alan ve Culpa Innata isimli 3 boyutlu macera oyununu da hazırlayan Erdem, ilerleyen yıllarda oyun geliştirmeyle ilgili bir Master programının da açılabileceğinden söz etti.

Öğretim görevlilerinden İsmail Arı ise, oluşan tablodan oldukça mutluydu. Yapılan çalışmalar hakkında bize sürekli bilgi veren Arı, ayrıca öğrencilerin ihtiyaç duyabileceği her türlü konu hakkında da sürekli iletişim halindeydi.

Nedir Oyun Atölyesi?

Oyun Atölyesi’nde, Türkiye’nin dört bir yanındaki liselerde eğitim gören öğrenciler bir araya getiriliyor. Bir haftalık kısa süre zarfında, oyun tarihi hakkında temel açıklamalar yapılıyor  ve kullanılacak ekipmanlar hakkında bilgiler veriliyor. Geriye kalan son 1-2 günlük dilimde de öğrenciler, öğrendikleri bilgiler kapsamında istedikleri oyunları tasarlamaya çalışıyor. Genç arkadaşlarımız zaten konu hakkında bilgili. Çoğu daha önce bazı kodlama dilleriyle ilgilenmiş veya program yazmış. Bu eğitim süreci boyunca da yapılması gerekenler konusunda doğru yönlendirmelere tabii tutuluyorlar.

Atölyeye adım attığımda gerçekten sıcak bir ortam vardı. Sadece arkadaşlık anlamında değil, hava anlamında da fazlasıyla sıcaktı. Her yanda açık bilgisayarlar ve aynı zamanda çalışma stresinden bir süreliğine uzaklaşmak isteyen öğrenciler için oyun konsolları da hazır tutulmuştu. Hangi PC’ye baksam, ekranlardan kodlar akıyor, adeta fışkırıyordu. Ortama uyum sağladıktan sonra artık sıra, oyunlara göz atmaya ve her biri hakkında ufak ufak bilgiler almaya gelmişti.

Kimi arkadaşlarım kendilerini fazlasıyla uğraşlarına vermişti, öyle ki vakit kaybetmemek için deyim yerindeyse dış dünya ile bağlantılarını koparmışlardı. Bazıları ise, kolaylıkla dikkat çekiyordu. Ben de dikkatimi çeken ilk noktaya doğru hareket ettim. Ekranda iki adam, iki silah ve iki duvar duruyordu. Nedir bu arkadaşlar diye sordum, yanıtları da içtenlikle gelmeye başladı…

Disoriented Bulletstorm Revenge

Burak Suyunu ve Çağlar Özçetin tarafından hazırlanan bu oyun, iki askerin birbirlerine karşı üstünlük kurarak hayatta kalması üzerine kurulu. Biri sol, diğeri sağda yer almak üzere iki kişi, çevredeki bomba ve silahları ele geçirerek, karşısındaki rakibini öldürmeyi amaçlıyor. Oyunu klavye üzerinden iki kişi aynı anda oynayabiliyorsunuz. Ayrıca “ben bomba buldum, yaşasın” derken, bir tuzağa da kurban gidebiliyorsunuz. Bu gibi sürprizler de gayet hoş olmuş. Ateş etme mekanizması da güzel. Mermiye duvarlar aracılığıyla yön verebiliyorsunuz. Futboldaki “duvar pası” deyimini kullanırsam, anlatabilirim sanırım. Mermiye yön vermek için üst – alt zeminler ve duvarlar kullanılabiliyor.

Hoşuma giden bu oyun hakkında bazı tavsiyelerimi de arkadaşlarıma söylemeden edemedim (tabii ki tavsiye olarak). İlk tavsiyem, karakterlerin saklandığı duvarlar hakkındaydı. Eğer onlar hareket ederse, saklanmak için arkasına geçen kişiler de bir anda korunmasız pozisyona gelebilirdi. Bu da heyecanlı anlara yol açabilirdi. Bunu söyledikten kısa süre sonra yanıma geldiler ve “tamam, yaptık” dediler. Gerçekten de güzel olmuştu. İkinci önerim de oyuna hem hareketli duvar, hem de hareketsiz duvar olmak üzere iki mod tasarlamalarıydı. Eminim ki bu ve benzeri düşünceleri vakit buldukça deneyeceklerdir.

Yazının tamamına burdan ulaşabilirsiniz.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Disoriented Bullets – Burak Suyunu

Kardeşimle her zaman gurur duymuşumdur. Fakat şimdi bir kat daha gurur duydum.

Geçtiğimiz günlerde ÖzYeğin Üniversitesi tarafından düzenlenen “Bilgisayar Oyunu Atölyesi” programına, ısrarlarım sonucunda ön başvuru yapmıştı. Kabul edilmesinin ardından 5 günlük bir eğitimden geçtiler.

Program Tanıtımı:

Bilgisayar Oyunu Atölyesi – II ödüllü öğretim üyeleri ve oyun geliştiricileriyle beraber geleceğin bilgisayar mühendislerine eşsiz bir deneyim yaşatacak şekilde kurgulandı.

Geleceğin bilgisayar mühendislerini keşfetmeyi amaçlayan tamamen ücretsiz bu program Özyeğin Üniversitesi Altunizade Kampüsünde gerçekleşecek ve İstanbul dışından programa katılacak öğrenciler, program boyunca Özyeğin Üniversitesi Öğrenci Konukevi’nde konaklayacaklar.

Ayrıntılı Bilgi:

http://www.ozyegin.edu.tr/oyunyap/Bilgisayar-Oyunu-Atolyesi-2

Atölye süresince Processing programının eğitimi verilmiş ve eğitimin sonucunda kendi oyunlarının tasarlanamsı istenmiş. Burak ve arkadaşı Çağlar Özçetin aşağıdaki linkteki oyunu yapmışlar. Kendilerinin Tebrik ediyorum. Başarılarının Devamını diliyorum.

Disoriented Bullets

 

tarihinde yayınlandı 4 Yorum

Hazır Gıdaya Mı Başladınız?

Herşey bundan 2 sene önce Hurricane 50 model scooter almam ile başladı. Doğduğumdan beri yaşadığımız daireden, siteye taşınmıştık. Siteye giriş çıkışlar kontrollü oluyordu ve güvenlik görevlileri daha bizi tanımıyordu. Maksimum 55km yapan motorumla sitenin girişine geldim. Kafamda kaskımla güvenliğin olduğu camekana yanaştım ve bu motor bende olduğu sürece daha çok duyacağım o cümleyi duydum.

“Pizza mı getirdin? Hangi daiereye?”

Arkadaş. Şimdi verilecek tek cevap vardı. Hayır. Fakat bu seferde pizza değilde pide mi getirdin diyecekti? Kısa kestim. “Ben bu sitede oturuyorum”. Bu cevaba da yanıt olarak “Hade Len” olarak gelecekti. Fakat kimin nesiyim bilmedikleri için bişey demediler. Nerde oturduğumu sordualr ve geçiş izni verdiler.

Tamam bir kere bu şekilde bir muamele gördük ama daha dur.

Gözlük alacağım ve bu sebeple göz numaramı ölçtürmek istiyorum. SGK’lıyız ya para vermek istemiyorum. Sonuçta primimiz yatıyor. Sonuna kadar kullanacağım. Ama o zaman sistem tam oturmadığı için vizite kağıdı gerekli. Cuma günü, izinliyim ve vizite kağıdı almak için şirkete gidemiyorum. Başladım teker teker hastaneleri dolaşmaya ve vizite kağıdı olmadan muayne edecek yerlere. Afiyet Hastanesi, Anatolian Göz Hastanesi, Hospitalum, Medicana derken aklıma Dünya Göz Hastanesi geldi Altunizadedeki. Altımda motorumla gittim hastaneye. Otoparka girerken güvenlik durdurdu. “Otoparka girerken güvenlik mi durdurur arkadaş” dedim kendi kendime. Güvenlik:

“Pizza mı getirdin?” diye sordu. Tabi benim sinirim tepeme çıktı. Yok hastayım dedim, kafamı çene eksenimde 45 derece açıyla sağa çevirerek. Geçtim koydum mükemmel motorumu otoparkın en güzel yerine sonra girdim danışmaya. Ordada geçmiyormuş SGK sadece indirim yapıyorlarmış. Peh!

Ve işte Benim Pizzacı olmadığımı kanıtlayan olay 2 gün önce gerçekleşti. Ve bu benim için gurur verici bir olay. Pazartesi akşamı MaAile ablamlara yemeğe gitmeye karar verdik. Ben işten biraz geç geldiğim için Benzinlikten motorumu aldım ve ablamlara doğru yola çıktım. Apartmanın önüne motoruma koydum. Bagajdan aldığım meyve ve pastayı çıkardım. Motorumu kitledim ve o an apartmanın kapısındaki adamla göz göze geldik. Yavaştan hareket ederek adamın gitmesini bekledim. (Bu hareketimin adamı iyicene kıllandırdığını düşünüyorum) Bir elimde poşetler bir elimde kaskım kapıya doğru gittim. Adam içeri girdi ardından ben zile bastım ve kapı hemen açıldı. Adam bu sefer asansöre biniyordu. Ve nezaket gereği kapıyı bana tuttu. Günahını almıyım, hafiften küçümseyen gözlerle bana bakıyordu ve kaçıncı kata çıakcağımı sordu. 2 dedim nazikce 🙂 Bak şu tesadüfe. Adamda 2. kata çıkıyormuş. Her katta 2 daire olduğunu düşünürsek, ya bu adam kurye idi ya da ablamların karşı komşusuydu. Sanırım adamda benim için aynı şeyi düşünmüş. Ama karşı komşu olma ihtimalim olmadan 🙂

Asansör kapısı açıldı. Kalp atışlarım hızlandı. Bu sefer olmasın diye dua ediyordum ama bir yandan da elimde pizza olmadığı için şükrediyordum.

Asansör ikinci kata gelirken her iki dairenin kapısı açılmıştı ve muhabbet ediliyordu. Her iki dairedeki kişiler asansördeki 2 kişiden birinin kim olduğunu biliyordu fakat her ikiside ikinci kişi hakkında yorum yapamıyordu. Ablam benim olduğumu, karşı komşuda eşinin yani bizim tarihe geçecek cümleyi söyleyecek amcayı biliyordu. Fakat karşı komşu beni bilmiyordu, ablamlarda karşı komşudan bi haberdi.

Asansör kapısı açılırken heyecan doruğa çıkmıştı. Asansöre ikinci binen kişi olarak inme önceliği bana aitti  ve hemen inerek ablamların tarafına döndüm ve vakit kaybetmeden ayakkabılarımı çıkarmaya çalıştım fakat geç kalmıştım… Olacakları hissetmiştim ama ne yazıkki yetişememiştim… Arkamdan gelen o ses… O korkutucu ses…

“Ne o? Hazır Gıdaya mı başladınız?”

(Bilgi : Ablamların 7 aylık bebeği var ve kendisinin hazır gıdaya başlamış olma ihtimalini sorguluyor kendileri)

İçimdeki o ses “Hayıııııııııııııııııııır!!!” diye hayırkırmak istiyor fakat hala ayakkabılarımı çıkarmaya çalışarak mesaj vermeye çalışıyodum. İlk başta şaşıran ablamlar ne diyeceklerini bilememiş, sonunda ben ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdikten sonra amcamın sessiz harflerle “Kurye değil mi?” sorusundan sonra kahkahayı koy vermişlerdir.

Evet itiraf ediyorum. “Pizzacıyım, Kuryeyim ve Hazır Gıdaya da başladım”

Al bu da Motorum. Tabi arkasında kutusu olanından 🙂