tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Sistem Analisti Miyim, Diplomat Mı?

Bugünlerde çok fazla alıntı yaptığımın ve özgün bir yazı yazmadığımın farkındayım. Fakat alıntıladığım yazıların, Sistem Analisti, İş Analisti, Sistem Geliştirme Uzmanı, vs. pozisyonlarda çalışan, çalışmayı düşünen kişiler için çok faydalı olacağını düşünüyorum. Bu yazıda da, Sistem Analistlerin çok fazla karşılaştığı, “Yeni Bir Sistem ve Adaptasyon”, “Üst Yöneticilerin Yeniliğe Karşı Tutumu” “Sistem Analisti ve İletişim” konuları işlenmiş. Sizi Yazıyla baş başa bırakıyorum.

Yazının yayınlandığı adres : http://www.danismend.com/kategori/altkategori/sistem-analisti-miyim-diplomat-mi/

“Projelerinizde karşılaştığınız en büyük engel neydi?” diye soruyorlar. Bekliyorlar ki eski sistemlerden veri aktarımı diyeyim ya da dökümantasyon eksikliği, kaynak azlığı, talepkar müşteri. Hayır işte, bunlar değil ! Temel engel ‘değişime direnenler’…

Aslında korku kültürünün olmadığı, onurlu insan ilişkilerinin ve insana değer veren personel politikalarının hakim olduğu organizasyonlarda bu engel çok kolaylıkla aşılıyor, kısa sürede en büyük avantaj haline geliyor. Açık iletişim çok şeye muktedir çünkü.

Müdahil olduğum pek çok yazılım uyarlama projesinden biri kullanıcı direnci nedeniyle başarısız oldu. Aynı yazılımın aynı sektördeki bir başka uyarlama projesi ise tam bir başarıyla bitti.

Başarıyla biten projenin öyküsü ilginçtir. Şirket büyük bir holdinge bağlı. Holdingin sahibinin yönetim kurulunda olan yakını ile kontakt kurulmuş ve bizim çözümün alınması için prensip kararına varılmış durumda. Karar, şirket genel müdürüne iletiliyor. Genel müdür mesajı alıyor. Kurmaylarını topluyor, karardan kesinlikle bahsetmiyor. Sadece RFP sonuçlarını ve demo alınıp alınmadığını soruyor. Çalışmaları hızlandırmalarını söylüyor. Bu arada bize de demo için hazırlanmamız haberi geliyor. Zaten finale kalan iki şirket var. Bir Cumartesi günü sabahtan akşama kadar canlı sunum yapıyoruz. Sonraki hafta genel müdür geribildirimleri alıyor ve karar bizim çözümü tercih ettikleri yönünde. İşte bu kadar. Seçimi kendileri yapan kurmaylar projenin başarısı için canlarını dişlerine takıp çalışıyorlar. Sözünü ettiğim genel müdür gördüğüm en basiretli yöneticilerden biridir.

Başarısızlıkla sonuçlanan diğer proje ise ‘emir demiri keser’ mantığıyla yönetiliyordu. Kullanıcı katılımı neredeyse silah zoruyla yaptırılıyordu. Bir zamanlar okuduğum ‘Yöneticinizi Siz Yönetin’ adlı kitaptaki temel konsept olan ‘astların gücü’ tüm haşmetiyle arz-ı endam ediyordu.

Bilinmeyenin, yeninin kaygı yaratması kadar doğal ne olabilir! Yıllardır işinizi yapageldiğiniz bilgisayar programı bir süre sonra tarih olacak. Yeni ekranlarla, yeni raporlarla işinizi yapacaksınız. Yapabilecek misiniz acaba? Ya yapamazsanız?! Ne de olsa her yazılım kendi iş mantığını beraberinde getiriyor. Ya o mantık sizin bilgi ve deneyiminizle örtüşmezse?! vs.vs. Bu ve benzeri soruların içinde fırtınalar yarattığı çalışanlar yönetimden açık ve güven verici mesajları almazlarsa projenin başarısız olması için ellerinden geleni yaparlar. Sonuçta yazılım üreticisi / satıcısı olarak siz üzerinize düşeni yapmışsınızdır, ama proje başarısız olmuştur. Kime derdinizi anlatabilirsiniz ki! Ülkesever açıdan da heba olmuş zaman ve emek, muhtemelen yurtdışına uçup gitmiş dövizler…

Sistem analisti müşteri yönetiminin uygun personel politikaları yürütemediği durumlarda bir diplomat gibi davranarak kullanıcıya kaygı duyulacak bir husus olmadığını, herşeyin daha güzel olacağını ekstra gayretlerle anlatmaya çalışır. Bu anlatım kuru lafla olmaz doğal olarak. Önce onların mevcuttaki çalışma tarzlarını öğrenir, işin yeni sistemde nasıl yapılacağını ONLARIN DİLİYLE açıklar. Terimlerin eşleştirmesini yapar. Eski terimlerden yeni terimlere geçişi bir süre ikisini bir arada kullanarak gerçekleştirir. En önemlisi yönetimin ver(e)mediği mesajı verir : “Siz işin kendisini biliyorsunuz. Kullanılan program sadece bir ARAÇ. Burada bir alışkanlık mevzusu var sadece. O da zamanla hallolacak bir husus”

Ayrıca sistem analisti olarak siz yeni sistemin mantığını anlattığınızda müşteri tarafındaki kullanıcılar bazan kendi çalışma tarzlarındaki o saate kadar yapageldikleri hataları da görebilirler. Proje değerlendirme toplantılarında müşteri çok üstüne geldiğinde kullanıcıların zaaflarını koz olarak kullanacak karakterde bir proje yöneticiniz varsa yine diplomasi zamanı demektir. Aksi takdirde kullanıcılar size olan güvenlerini yitirirler.

Sözün özü, insan malzemesini ne kadar iyi tanıdığınızla çok yakından ilişkili bir iş sistem analistliği. Yeri geldiğinde gizli lider, yeri geldiğinde diplomat, yeri geldiğinde şefkatli bir ağlama omuzu olmayı dahi içinde barındıran. Görev tanımlarında yazılı mıdır ki bu detaylar ?

Nazik Altınel

nazik_altinel@hotmail.com

(Yazar hakkında: Nazik Altınel 1967 İstanbul doğumludur. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisligi ’90 mezunudur. Sigortacılık ve bireysel bankacılık alanlarında yürütülen yazılım geliştirme ve uyarlama projelerinde, on yıllık iş deneyimine sahiptir.)

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

İş geliştirme, iş analisti, teknik analist ne demek?

Markasizsiniz.com adlı sitede yayınlanmış güzel bir yazı.
Yazının yayınlandığı adres : http://www.markasizsiniz.com/2009/04/is-gelistirme-is-analisti-teknik-analist-ne-demek/

Bazı anahtar kelimeler ve cümlelerle o kadar çok ziyaretçi geliyor ki Marka Sizsiniz’e! Bazı sorulara dilim döndüğünce cevap vermek boynumun borcu oldu. Başlıktaki departman ve ünvanları birlikte ele alarak ve kendi iş yaşamımdan örnekler vererek konuyu aktarmaya çalışacağım.

1999 yılında iş ararken insan kaynakları gazetelerinde, İngilizce verilen iki ilan dikkatimi çekerdi. Çok da anlayamadığım ve ilanlarda frima adı da bulunmadığı için bu pozisyonlar benim için daha da özenilir, gizemli bir hal almıştı. İngilizce ifadesi ile “business analyst” ve “system analyst”. “Vay be, bu pozisyonlarda çalışmak benim için hayal” diyordum. Üzerinden iki-üç ay geçmişti ki bir danışmanlık firması görüşmemizden hemen sonra “size İktisat Bankası’nda iş analistliği teklif ediyoruz” deyince ben çaktırmadan havalara zıplamıştım “Vay be, düşündüklerim dua yerine geçti her halde” diye. O günden sonra iş yaşamım harika bir şekilde ilerledi zaten. Neyse konuya dönelim.

Bu iki işin de bağlı bulunduğu departmanlar genelde Bilgi İşlem oluyor. Bildiğiniz gibi teknik geliştirme gereken tüm projeler de bu departmandan geçiyor. Fakat öyle bir süreci var ki, bir adımını atladığınız ya da önemsemediğiniz zaman büyük hatalara yol açabiliyor. Kısaca, bir proje ilgili tüm departmanlar tarafından takip edilir. Bu nedenle proje ekibinde bir çok kişi vardır aslında. Ve tabi ki proje bir kişinin liderliğinde başlar ve biter. Burada asıl önemli ve ilk yoğun analiz çalışmasını “iş analisti” ya da “ürün analisti” ve hatta “süreç analisti” diyebileceğimiz kişiler yapar. Tüm ihtiyaçların belirlenmesi ve analiz dokümanı olarak onaya sunulması için analist arkadaş-lar uzun toplantılar yapar ve gerekli tüm bilgileri toplar. Süreçteki en ufak ayrıntı ve yazılımın iş akışı bu dökümanda ortaya çıkmıştır aslında ama daha çok düz yazı ve diyagramlar şeklinde olur. Şimdilerde “Rational Rose” gibi “object oriented” mantıklı analiz uygulamaları kullanılıyor bildiğim. Bu da yazılımcıya bir çeşit teknik analizi de sunmuş oluyor. Bu dökümanda yazılanlar tüm proje ekibi tarafından onaylanmış olmalıdır. Yoksa “aaa ben böyle istememiştim” diyenler çıkabilir. Yeni istek geldiğinde çıkış tarihini ötelemek için referans dökümanı yerine geçer.

Teknik analistler ise bu dökümanda yazılanları, yazılımcılarla birlikte değerlendirerek en uygun sistem mimarisini ortaya çıkarır. Tüm “if-else” mantığı aslında bu aşamada ortaya çıkar.

Her iki analizi birlikte hazırlamaya çalışan analistler de vardır. İktisat Bankası internet bankacılığı projesinde öyle yaptık, çok da güzel idi. Yazılımcıya bir çeşit sadece kodu yazmak düşer. Yoğurda siyah derseniz, yazılımcı yoğurdu siyah yazar, bu çok normaldir. Biraz uç örnek oldu ama yazılımcılar da o süreci kadar çok öğrenirler ki iş analizindeki bir çok hatayı keşfederek analiste geri gönderebilirler.

Az buz bir işten bahsetmiyorum bir kullanıcı ekranının tasarımından, alanların özelliklerinden, hata mesajlarına ve performans-rapor kriterlerine kadar her şey bu dökümanlarda yazmalıdır. Bu dökümanlar sürekli arşivlenir, saklanır ve güncelleme gerektiğinde bu dökümanlar incelenir. Emin olun yazılımcılar da analistler de bir uygulamanın nasıl çalıştığını unutmuş olabilir.

İktisat Bankası’nda da, Turkcell’de de bilgi işlemde analist olarak çalıştım. Bankada internet ve mobil bankacılık uygulamalarını analiz ederken hem iş hem de teknik analist gibi çalıştım. Aslında belirli bir proje lideri yok ise projeyi “lead” eden kişi de analistler oluyor. Çünkü konuya en hakim kişiler onlar. Turkcell’de de bu şekilde devam ediyordu fakat Turkcell bir süre sonra “Servis ve Ürün Geliştirme” adında Genel Müdürlük binasında yer alan geniş bir departman oluşturdu. Aklınıza gelebilecek tüm projeler bu departmandan geçiyordu ve daha çok iş ve ürün analisti ünvanlı kişiler çalışıyordu. Teknik analistler ise yine yazılımcılara yakın noktada, yani bilgi işlem de devam ettiler. “Service&Product Development” departmanın en önemli amacı “business” departmanlarına yakın olmak ve ihtiyaçları daha yakından ve hızlı bir şekilde ele alabilmek idi. 2005 Temmuz başında ayrıldığımda bini aşkın proje talebi vardı ve bilgi işlem “hayır, olamaz” diyordu haklı olarak. Her şey müşteri memnuniyeti için doğru ama realiteyi de görmek gerek.

İki büyük kurumsal firmadan ve süreçleri yönetme konusunda çok hassas insanlardan bahsediyorum. Ama gelin görün ki iş geliştirme, iş analisti, ürün analisti, ar-ge departmanı ifadelerine hala bir çok şirket, özlelikle KOBİ’ler çok yabancı. Analiz yazmayı, proje yönetimi süreçlerine uymayı zaman ve para kaybı olarak görüyorlar. Yılların tembelliği ve boş vermişliğinden sonra “eyvah, tüm bunları nasıl düzelteceğiz” diyerek danışmanlık firmalarına çok daha fazla para ve zaman harcıyorlar. Doğru, pazarda hızlı olmak gerek ama bunun da bir dengesi olmalıdır, değil mi?

İş analisti, adı üzerinde analitik düşünmek zorunda. Her konuyu, her süreci, her detayı ayrı ayrı ele alarak ve bağlantılarını, etkilerini de düşünerek bu işi yapmak zorunda. En iyi analizde dahi hatalar olacaktır. Bir de yazılımda oluşabilecek hataları düşünün. Test ve production test aşamalarında da hatalar görülerek telafi edilmemişse o ürün, o uygulama pazarda patlar. Genel Müdür veya Yönetim Kurulu ile toplantıya hazır olun.

Küçük, büyük tüm şirket patronlarına sesleniyorum. Hemen her işinizi, probleminizi lütfen projelendirin. Ve bu süreci adım adım çalışanlarınıza öğretin. Ve ölçün, raporlayın. Ölçemediğiniz işe hakim olamazsınız.

Saygılarımla.
Kaynak: Markasizsiniz.com

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Küçük Karınca ve İş Hayatındaki Tecrübeleri

Küçük bir karınca, her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı…

Çok çalışır… Çok üretir… Ve bunları keyif içinde yapardı.

Patronu Aslan, Karınca’nın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı.

Bir gün kârı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi; eğer Karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı?

Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği’ni işe aldı.

Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece Karınca’nın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı. Bu nedenle hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için Örümcek’i işe aldı.

Aslan, gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceği’nin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve kârlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi. Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti.

Hamamböceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu. Artan ekipmanlar için de artık bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti. Bu işleri idare etmek için Sinek’i işe aldı.

Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan Karınca, bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı. Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiyordu.

Aslan, Karınca’nın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyütmek üzere bir üst yöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü Ağustosböceği’ni işe aldı.

Kendi rahatına ve keyfine düşkün Ağustosböceği’nin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu. Tabi ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Bunun üzerine eski işyerindeki yardımcısı Tavuskuşu’nu işe aldı.

Karınca’nın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekana dönüşmüştü.

Ağustosböceği, patronu Aslan’ı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti.

Bunun üzerine, Karınca’nın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren Aslan, üretimin ve kârlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü fark etti. Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir Danışman olan Baykuş’u sorunu çözmesi için işe aldı.

Baykuş, Karınca’nın departmanında üç ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı. Raporun sonucu şuydu: “Departmanda aşırı istihdam vardı”.

Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi ve elbette, ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan Karınca’yı işten çıkardı.

Bu yazıyı, Merchandise Planlama Merkez departmanından karınca kadar çalışkan Allocation Uygulama Uzmanı arkadaşım Mahmut Sami yolladı. Kendisine teşekkür ederim.

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Bir mülakat sorusu: “Evinizde örümcek görseniz ne yaparsınız?”

Orjinal Metin
http://www.zeynepmengi.com/2012/03/bir-mulakat-sorusu-evinizde-orumcek-gorseniz-ne-yaparsiniz/
adlı siteden alınmıştır.

Suyunu bu yazının bazı yerlerin kendi yorumlarını eklemiştir. Orjinal metinde hiç bir değişiklik yapmamıştır. Yazarın kendi eklediği kısımlar “italic” fontuyla yer almaktadır.

İK uzmanları mülakatlarda artık sadece iş veya işle ilgili sorular sormuyor. CareerBuilder’ın yaptığı bir araştırma, İK’cıların mülakatlarda daha ilginç sorular sormaya başladığını gösteriyor. Bu sorulara verilen cevaplar adayın kişiliğini gösterebiliyor.

İşte insan kaynakları uzmanları tarafından sorulan en ilginç sorulardan birkaçı. Tabii ne anlama geldikleriyle birlikte.

Soru: UFO’lara inanır mısınız?
Adayı şoke edebilen tipik bir sorudur. Aynı zamanda tuzaktır da. Sakın soruyu Uzay Yolu veya Yıldız Savaşları’na inandığınızı anlatarak cevaplamayın. İşle ilgili bağlantı kurmanız gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. Becerebiliyorsanız bu pozisyonda ne kadar uygun olduğunuzla da bağdaştırın. Cevabınız şu şekilde olabilir mesela: “UFO’lara inanmıyor olabilirim, inandığım şey ise iş hayatında her şeyin olabileceğidir. Bir müşteri tarafından 10 kere reddedilsem de bu olmayacağı anlamına gelmez.”

Suyunu: UFO’lara inanmam. UFO’lar hayali varlıklardır. Ne kadar hayalperest bir insan olursam olayım gerçeklerle yüzleşmeliyiz bence. Hem UFO’lar var olsaydı şu ana kadar neden dünyaya hiç gelmediler. İş ile alaka kurmak gerekirse, Bir sistem analisti UFO’ya inanmasa bile analiz edebilmelidir. UFO’ların dünyaya ne zaman saldıracağını tahmin edebilmelidir. Biz zaten hep afaki şeylerle uğraşıyoruz. UFO’da gerçek olmadığına göre tam bize göre aslında.

Soru: Hiç odadaki en aptal insan durumuna düştünüz mü?
Dürüst olalım. Herkesin başına böyle bir şey gelmiştir. Öyle olmamış gibi davranmayın veya yalan söylemeyin. Şu şekilde bir cevap verebilirsiniz: “Tabii ki. Her zaman en iyi veya en akıllı olamayız. Bunu lehimize kullanabiliriz ama. Birbirimizi tanımak, kimin hangi işi iyi yaptığını bilmek takım çalışmasında birçok fayda sağlayacaktır.”

Suyunu: Odadaki, arabadaki, sokaktaki, okuldaki en aptal insan durumuna düştüm. Gereksiz açıklamaları sevdiğim için sanırım. Aslında bana göre gereksiz değildir. Detaylardır ve ayrıntılardır. Çok sıkmadan detayları belirtmek isterim. Bu normal hayatta aptal durumuna düşürebiliyor insanı. Ama iş yerinde en aptal insan olmadım hiç bir zaman. Aptal bile olduğumu düşünmüyorum.

Soru: Kötü havalarda araba kullanabilir misiniz?
Burada aslında sordukları şey baskı altında çalışıp çalışamayacağınız. Bu soruya vereceğiniz cevap da şöyle olabilir: “Bazen kötü havalarda araba kullanmak bir zorunluluktur. Böyle durumlarda daha iyi odaklanmak, sabırlı ve temkinli olmak gerekiyor. Zordur ama imkansız değildir. Birazcık çabayla güvenli bir şekilde varacağınız noktaya ulaşabilirsiniz.“

Suyunu: Araba kullanmaktan çok zevk alan bir insanım. Hava kötü ya da iyi hiç farketmez ortamın koşullarına göre gerektiği gibi kullanırım. Hava güzelken hızlı, kötüyken yavaş. Her zaman temkinli. Tabi hava şartlarına uygun ekipmanlarda çok önemli. Mesela Kar yağıyor ve yerler kar ise, Kar lastiği ya da zincir olmalı, antifirizli cam suyu olmalı. Motorin ve yağların donmaması için gerekli katkı malzemelerinde önceden koyulmuş olmalıdır. Ek olarak sarı camlı bir gözlükte görüşünüzü daha iyi yapacaktır. Sonuç olarak hem tecrübeli hem de iyi bir şöför arıyorsanız ben burdayım.

Soru: Pişirir misiniz alır mısınız?
Satın almanın veya pişirmenin avantajlarını anlatmak yerine neden bunu tercih edeceğinizi anlatın. Eğer pişiriyorsanız malzemeleri bir araya getirip herkesin sevebileceği bir şey yaratmayı sevdiğinizi söyleyebilirsiniz. Eğer satın alırım diyorsanız kaynaklarınızı ve zamanınızı verimli kullanmayı tercih ettiğinizi söyleyebilirsiniz.

Suyunu: Pişirmek her zaman birinci tercihimdir. Çünkü Pişirmek bir sanattır. Hazır aldığın yemeklerde kullanılan malzemelerin kalitesinden tutun da aşçının becerisine kadar herşey etkilidir. Şunu sorabilirsiniz. “Sen ne kadar iyi bir aşçısın?” Ben istenilen yemeği en iyi şekilde yapabileceğime inanıyorum. Yenilecek üründeki malzemelerin satın alımından tutunda kullanılma miktarı benim elimde. Zamanı verimli kullanamayacağımı düşünüyor olabilirsiniz. Sonuç olarak dışarıdan bu yemeği yemeğe alışmak mı, yapmayı öğrenmek mi diye sormak isterim size.

Soru: Size bir tuğla versem, o tuğlayla ne yapardınız?
Bu da vizyon ve girişimle ilgili bir soru. Cevabınız şu olabilir: “Eğer bana bir tuğla verirseniz, çıkıp daha fazla tuğla ararım, dikkat çekici, ilginç bir şey inşa etmek için daha değişik boyut ve renklerde tuğlalar bulurum.”

Suyunu: Bu soruya “Başka tuğlalar bulup ev yapmak için çalışırım” demekten başka bir cevap bulamıyorum. Şimdi o tuğlayı kırıp, kırılan parçaları toz haline getirip, deniz suyu koyduğum şişeleri renklendirmek için kullanırdım mı diyim. Amacınız nedir sayın İnsan Kaynakları yöneticisi. Bu sorular içindeki en gereksiz soru olarak görüyorum bu soruyu.

Soru: Kurallar yıkılmak için midir?
O kuralların konmasının mutlaka bir nedeni vardır. Sorumluluk, denge ve kontrol ve işlerin düzgün ilerlemesini sağlamak. Kurallara uyduğunuzu söyleyebilirsiniz ama şunu ifade etmekten de çekinmeyin: Zamanı geldiğinde kurallar esnetilebilmeli.

Suyunu: Kurallar yıkılmak için değil uyulmak içindir. Kuralın kimin tarafından ne için koyulduğu çok önemlidir. Sigara içilmesi yasak bir yerde para cezası olsa bile sigara içemezsiniz. Ama bazı kurallar vardır ki bu kurallar acil durumlarda yok sayılabilir. Mesela otobanda 120km/s olan hız sınırı, hasta olan çocuğunuzu hastaneye yetiştirmek için dikkate alınmayabilir. Sonuç olarak kuralın esnetebilmesi durumsaldır.

Soru: Eğer bir süper gücünüz olsaydı, ne olmasını isterdiniz?
Bu soruyu zekice yanıtlamalısınız. İster uçmak istediğinizi söyleyin ister görünmez olmayı, profesyonel hayatla bağdaştırabileceğiniz maddeler olsun. Seçeceğiniz süper güç mutlaka kurumun lehine olsun, çalıştığınız yere faydanız dokunsun. Mesela akıl okuma gücünü seçtiniz. Bunu müşterileriniz için daha iyi sonuçlara ulaşmak için kullanacağınızı ekleyin.

Suyunu: Süper güçler. Düşününce aklıma gelen en süper güçler şunlar. Görünmezlik, Duvardan Geçme, Uçmak, Acıyı hissetmeme, Şekil değiştirme, Akıl Okumak, vs. Bu sorunun cevabını her insan bir kere düşünmüştür. Açıkçası Duvardan Geçme + Görünmezlik + Akıl Okuma kombinasyonu sanırım çok ideal bir karışım olurdu. Bunu iş ile alakalandırmamı bekliyorsunuz sanırım. Duvardan Geçerek zamanımı en iyi şekilde kullanmak ve ulaşmak istediğim yerlere kuşbakışı mesafelerde gitmek istediğimden. Görünmezlik müşterilerimin alışkanlıklarını anlamak ve bir nevi CRM faaliyetlerinde bulunmak için. Akıl okumak da benim hakkımda ne düşündüğünü anlamak için yani işim ve verdiğim hizmet kalitesini anlamak için.

Soru: Evinizde bir örümcek görseniz ne yaparsınız?
Mülakatı yapan kişi burada tepkinizi ölçmeye çalışır. Şöyle bir cevap yerinde olabilir: “Örümceği olduğu yerde bırakırım. Çünkü bu gibi küçük şeylere takılmam” veya “Bir başkasından bu konuyla ilgilenmesini rica ederim, böylece daha önemli işlerle ilgilenebilirim. “

Suyunu: Örümcek mübarek bir hayvandır. Ve her şeyden önemlisi o da bizim gibi bir canlıdır. Bir gazete parçasıyla alırım ve camdan dışarı atarım. Tabi siz Avustralya’nın kırsal bir bölgesinde oturuyorsanız ve evinizde elim kadar bir tarantula var ise durum biraz daha farklı. Bu durumda ya siz bu duruma alışık olduğunuz için onu alıp camdan dışarı atarsınız ya da zaten sizin evcil hayvanınızdır alıp seversiniz.

Kaynak: Jobs.aol.com

tarihinde yayınlandı 3 Yorum

Yaptığı işten usananlar için pratik öneriler

Her sabah erkenden kalkıp gece geç saatlerde eve dönmekten sıkıldınız mı? Özellikle de özel sektörde çalışma saatleri çok uzun sürdüğü için herkes aynı sorundan şikayetçi. Peki bu durumda neler yapabilirsiniz, tüm gün işinize nasıl konsantre olabilirsiniz?

Lifehacker isimli internet sitesinde yer alan habere göre, işte işyerinde aktif kalmanızın yolları:

1. Sadece bırakın: Eğer işyerinizde son noktaya geldiyseniz, çıkış planı oluşturmaya ihtiyacınız var demektir. Ancak, ev kiranızı ödemek için bu işte kalmanız gerekiyorsa ve bu sektörde hemen yeni bir iş bulamayacağınızı düşünüyorsanız bir süre daha devam edip para biriktirin. Biraz dinlenmek için birkaç gün izin alın. Bir taraftan da yeni bir iş aramaya başlayın.

2. Patronunuzla anlaşmayı öğrenin: Patronunuzla baş etmenin yolu biraz mesafe oluşturmaktır. Patronunuzdan daha iyi olmak için onunla çılgın bir yarışa giymeyin. Çünkü, o bu konuda daha iyidir.

3. Dengeyi bulun: Küçük, stratejik değişiklikler dengeyi bulmanızda büyük farklar oluşturabilir. Karşınıza çıkan her engelde işinizi değiştirmeyi düşünmek yerine, sahip olduğunuz işe bağlanın, küçük detaylara daha çok önem verin. Sizi mutlu eden anları not alın ve bu çizgiler üzerinden ilerleyin. Büyük kararlar kısa bir süre için memnuniyet verir, ancak eğer küçük problemleri büyütürseniz ve mutlu olduğunuz anları görmezden gelirseniz, bu durum hep tekrarlar.

4. İş arkadaşlarınızla iyi geçinin: İşinizden nefret ederseniz, her şeyden nefret edersiniz. İşyerinde sorunlarınızı ya da mutluluğunuzu paylaşabileceğiniz arkadaşlarınız varsa, sıkılmazsınız ve işte daha başarılı olursunuz. Hatta bir araştırmaya göre, işyerinde arkadaş sahibi olmanın ömrü uzattığı açıklanıyor.

5. Biraz esneklik isteyin: Patronunuzdan fazladan bir esneklik isteyin. Yaptığınız iş buna uygunsa çok gerekmedikçe evden çalışın. Bu sayede kendinizi biraz daha rahat hissedebileceksiniz.

6. Negatif düşüncelerinizi bastırın: İşiniz hakkında şikayet etmek eğlenceli olabilir. Çünkü burada içinizde biriktirdiklerinizi dışarı atıyorsunuz. Fakat, asabiyetinizi göstermek ise öfkenizi daha da kötüleştirecektir. Eğer bu negatiflik iş arkadaşlarınıza da yayılırsa, bu durumu daha kötü hale getirir. Şikayet etmek yerine çözümler üzerinde düşünün. Bu sorunları çözmek için yollar bulmaya çalışın. İşyerinizdeki işleyişi değiştiremiyorsanız, problemlerle baş etmenize yardımcı olacak yolları düşünün.

7. Sağlıklı olun: Ruh ve akıl sağlığınızın dengeli olması halinde, yapamayacağınız şey yoktur. İşe yeni başlayanlar, her gece ne zaman yatacağınıza karar verin ve bunu sürekli uygulayın. Haftada 3-4 kez uygulayabileceğiniz bir egzersiz bulun ve yapın. Ucuz ve sağlıklı yemekler yapmaya başlayın. Her gün kendinize belirli bir zaman ayırın ve hiçbir şey yapmayın, dinlenin. Gerekirse bunların hepsini yapmak için bir plan oluşturun.

8. Kötü günlerden sakının: Bir dizi küçük engeller ortaya çıktığında genellikle bunlar sizin için kötü günlerdir. O gün her şey normal halinden daha kötüye gidiyor gibi görünüyorsa, bir adım geri gidin ve neler olduğuna bakın. Küçük engellerin gününüzü mahvetmesine izin vermeyin. Eğer durumlara gerçekçi bir şekilde bakarsanız, potansiyel bir kötü günü başlamadan durdurabilirsiniz.

9. Kendinizi işinize verin: Muhtemelen zaten bunu bedenen zaten yapıyorsunuz. Eğer işinizi yaparken üretici, meraklı olursanız ve işinizi severek yaparsanız hem işinizden zevk alırsınız, hem de daha başarılı olursunuz. Ayrıca ilgi alanlarınızı da işinize yansıtabilirseniz işinizi zevkli, eğlenceli hale getirirsiniz.

10. Bakış açısı kazanın: Bugün tüm yaşamınızın sadece bir günüdür. Bu nedenle hayatınızda yaşadığınız olumsuzluklara değil, olumlu olaylara odaklanın. İşte de problemleri çözmenin ne kadar sıkıcı olduğunu düşünmeyin, tam tersi zamanınızı işinizin olumlu yönlerine ayırın. Hayatta karnınızı doyuracak yemeğiniz, yaşabileceğiniz bir eviniz ve yapacak bir işiniz varsa şanslısınızdır. Hele bir de sizinle ilgilenen, sizi merak eden insanlar varsa değmeyin keyfinize. Bu nedenle işyerinizdeki küçük problemleri dert etmeyin ve pozitif olun.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Sosyal Medya – Medical Park ve Check Up

Yeni açılan www.Analythink.com adlı İş Analitiği blogunda yazdığım yazıyı sizle paylaşmak istiyorum.

Büyük şehirde yaşayan insanların, periyodik olarak check-up yapmalarının yanındayım. Kirli hava, cep telefonu, bilgisayarlar (kısaca radyasyon) ve diğer etmenler bireylerin teşhisi zor hastalıklara yakalanmalarına sebep olabilir.

İstanbul’da yaşayan ve tüm gün bilgisayar başında mesai tüketen biri olarak, check-up yaptırmaya karar verdim. Çeşitli hastanelerin sitelerini araştırdıktan sonra Acıbadem Hastanesi ve Medical Park’a yoğunlaşmaya karar verdim. Twitter üzerinden Acıbadem Hastanesine mesaj (mention) yaparak bilgi talebinde bulundum. Cevap gelmesini beklerken de Medical Park’ı telefonla aradım. Check-up konusunda uzman müşteri hizmetleri bana tüm detayları ve yapılan testleri anlattı. Tam istediğim testler, istediğim fiyatlara sunulmaktaydı. Telefon konuşması boyunca sadece ismim ve telefon numaram mevzu bahis oldu. Onun haricinde hiç bir kişisel bilgimi vermedim.

Telefon konuşması bittiğinde Twitter üzerinden Acıbadem Hastanesinin cevap verip vermediğini kontrol ederken, çok şaşırtan bir durum ile karşılaştım. Medical Park beni Twitter üzerinden takip ediyordu. İlk başta anlayamadım ve Google üzerinden Telefon numaramı ve ismimi kullanarak arama yaptım. Arama sonucunda hiç bir şey çıkmadı. Peki bu kişiler beni nasıl bulmuşlardı?

Biraz düşündükten sonra, bunun başarılı bir sosyal medya kullanımı olduğunu anladım. Benim Acıbadem Hastanesini takip etmem ya da twit atarken kullandığım “check up” kelimesinin süzgeçlerine takılmış olmasından dolayı beni takip etmiş olabilirler. Her iki ihtimalde de doğru bir iş yaptıkları için kendilerini tebrik ediyorum.

“Sosyal medyayı, pazarlama mesajları yaymak veya varolan/ potansiyel müşterilerle daha iyi bağlar kurmak için kullanmak” tanımını fazlasıyla hakeden bir hareket. Belki biraz rastlantısal ama başarılı.

Eğer bunların haricinde “Metin Madenciliği” (Text Mining) kullanarak “Bilgi Çıkarımı” (information extraction) yaptılarsa çok büyük bir iş başarmış demektir.

Yakın zamanda Check-up yaptırmayı düşünüyorum. Medical Park tercihim olacağından eminim. Hepinize sağlıklı günler dilerim.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Zara’nın hissedarları 75’lik patronu kapıya koydu

İspanyol hazır giyim devi Zara’nın 75 yaşındaki patronu Amancio Ortega, hissedarların kararıyla yönetimi bırakıyor

Dünyanın en ünlü perakende zincirlerinden, İspanyol hazır giyim devi Zara ve Indıtex grubunun yüzde 59.29 ile en büyük hissesine sahip patronu Amancio Ortega, hissedarların kararıyla yönetimden ayrılıyor. 75 yaşındaki Ortega’nın yönetimdeki aktif rolünden ayrılarak yönetim kurulu üyesi olarak görevine devam edeceği bildirildi. Son birkaç yıldır kendini hissettiren şirketteki bu yönetim değişikliği sonrasında yönetime deneyimli ve daha genç birinin getirileceği bildirildi. Şirketin yönetim kurulundan yapılan açıklamada Ortega’nın yerine gelecek ismin mücadeleye açık olan perakende sektöründe sorumluluk ve motivasyon faktörlerine yerine getirebilecek, aynı zamanda yeni fikir ve projelere açık özelliklerde olacağı da bildirildi.

‘KARARA SAYGILIYIM’
Ortega ise yönetim kurulunun aldığı bu karara saygı gösterdiğini açıklayarak bu değişikliğin grup için ‘en iyisi’ olacağını söyledi. Grubun CEO’luğunu ise 2005 yılından bu yana Madrid’te Universidad Complutense’de hukuk eğitimi alan Paul Island yapıyor.

Dünyanın en zengin yedinci adamı
İspanya’nın en zengini olan ve Türkiye’de de yatırımları olan tekstil firması Zara’nın sahibi Amancio Ortega, 30’dan fazla şirketi kontrolü altında tutuyor. 31.1 milyar dolarlık servet ile dünyanın en zenginle listesinin de yedinci sırasında olan Ortega, imparatorluğa dönüştürdüğü Inditex’in başkanı olarak aylık 600 bin euro maaş alıyor. 65 bin kişiye iş verip, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 64 ülkede iş yapan Ortega, servetinin yüzde 87’sini hâlâ kurduğu şirketten sağlıyor.

Kaynak | Sabah
Link:http://www.perakendebulten.com/haber.php?hid=1310984546

Sabri: Çok ilginç bir durum söz konusu. Zara’yı her konuda örnek alan Türk Moda Perakendecileri bakalım bunu da örnek alacaklar mı? Yoksa Patron şirketinden öteye gidemeyecekler mi?

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Şoförler, Arabalar ve Yollar – Burak Günbal

Parakende Sistem Profesyoneli olarak sektörde isim yapmış Burak Günbal Bey’in yazısını sizinle paylaşmak istiyorum. Yazı çok etkileyici. Kendisiyle aynı sektörde çalışıyor olmamdan mı yoksa kurumsallaşamayan şirketlerin temel sorunu mu bilmiyorum ama tam yerinde bir yazı olmuş. Kendisine yazısını blogumda paylaşmama izin verdiği için ayrıca teşekkür ederim.

Yazının linki : http://www.perakendebulten.com/haber.php?hid=1305628878

Şoförler, Arabalar ve Yollar – 17/05/2011

Arabanız var, bir de özel şoförünüz; ama vardığınız yerden memnun değilsiniz. Önce arabayı değiştirdiniz. Yenisi de sizi memnun edemedi

Sıra şoföre geldi. Yeni şoför başta işini biliyor gibi gözüküyordu, ancak şimdilerde, onun da sizi götürdüğü yer, önceki ile aynı diye huzursuz olmaya başladınız. Sonra, arabaya biraz takviye yaparsanız, daha iyi olur diye düşündünüz fakat performans istediğiniz gibi olmadı. “En iyisi ben şoföre destek vereyim” dediniz ve sağ koltuğa, takviye yapılan aracınızı tanıyan yeni birisini (co-pilot) oturttunuz. Bu arada masrafınız da arttı. Nereye geldik diye camdan dışarı baktığınızda ise, gördünüz ki yine aynı yere varmışsınız ve onca para boşa gitti diye düşündünüz.

Sinirlendiniz. Mutsuzluğunuzun acısını şoförden çıkardınız. Sağ koltuktaki co-pilot direksiyona geçti. Yine olmadı; aynı yere gidiyordunuz. “Demek normal olan bu” dediniz. Gün oldu, devran döndü; baktınız ki birileri başka yerlere gidiyor ve oraları görenler, vardıkları yerleri tarif ederken, tropik bir sahil kasabasını anlatır gibi heyecanlılar; haliyle yeniden iştahınız kabardı.

“Madem birileri güzel yerlerden bahsediyor, ben de istiyorum” dediniz ve işi en iyi bilen kimdir diye düşünüp, bu sefer işinin ehli olarak bilinen bir taksiciyi, şoför olarak istihdam ettiniz. Garanti olsun diye, bir dolmuş muavinini de sağ koltuğa oturttunuz. O esnada araba da biraz eskimişti. “Madem yapıyoruz, işi tam yapalım” dediniz ve seçimi yeni şoföre bırakıp, arabayı bir daha yenilediniz. Gönlünüz biraz daha rahattı artık. Gün ola, harman ola dediniz.

Harman olmadı. Acaba son şoför, karşının esnafı mıydı? Yoksa bu yakayı bilmiyor muydu? Pencereden görünen manzara, hiç değişmemiş, buna karşın etrafınızda güzel yerlerden bahsedenlerin sayısı artmıştı. Acaba sahte bir cennetin mi peşindeyim diye düşündünüz. Siz düşünürken birileri solunuzdan hızla geçti. Tekrar hırslandınız ve yeni otomobilinize de güvenerek, düş peşine talimatını verdiniz şoföre. Bir süre takip ettiyseniz de, sizi sollayan araç bilmediğiniz bir yola girdi ve korktunuz; çünkü ne haritanız vardı, ne de yol soracak birileri. Sağa yanaştınız yeniden. Acaba yanlış otomobili mi seçmiştiniz yoksa bu şoförlerin hepsi dolandırıcı mıydı? Direksiyona kendiniz geçtiniz. Sonuç?

Aynı, değişmedi.

Çünkü siz sürekli personelinizi ve sisteminizi değiştirirken, sürecinizi yani yolunuzu hiç değiştirmediniz. Aynı yoldan giderek, hep başka yerlere varmayı hayal ettiniz.

Durun, bir nefeslenin; ardından önce hayalinizi tarif edin (vizyon). Araştırın ve yol haritanızı çıkarın (strateji) fakat burnunuzun dikine gitmediğinizden emin olun (yeni yol, yeni süreç/iş yapış biçimi). Evet, bugün beğenmediğiniz noktaya siz dişinizle-tırnağınızla geldiniz (ticari fikir) ama artık asfalt zemine (rekabetin yoğun olduğu pazar) çıkmalı, yarışacağınız pisti seçmeli (segmentasyon), arabanızı (sistem) seçtiğiniz pistin şartlarına uydururken (standardizasyon), aracınıza iddianızı ortaya koyacak bir renk belirlemelisiniz (farklılaşma ve vaad).

Hedefiniz belli, yolunuz doğru ise araç da doğru olur, pilot da.

Çünkü değişim demek, farklı bir yol denemek değilse eğer, sadece sistem ve İK’yı yenilemek, makyajdan öteye gitmeyen teferruattır.

Suyunu: Çalıştığım şirket, sektördeki en vizyoner şirket. Buna eminim. Stratejileri her zaman sektörde yol gösterici olmuştur. O zaman problem nedir? Araba. Arabaya binmek yerine sırtına almak (Sistemi patronun yazmaya çalışması) , motorun hacmi ve bazı özelliklerini öğrenmesi yerine, arabanın motorundaki her bir parçanın detaylarını öğrenmeye çalışmak (Algoritmalarda kullanılan tüm detayları öğrenmeye çalışarak uzmanlık alanın dışına çıkan patron), arabanın daha hızlı gitmesi için yapılan aerodinamik geliştirmeleri önemsememek (yorumsuz), arabadaki problem arayışının sadece bir kaçı. Araba olmadan yürümek zorunda kalırsınız ya da toplu taşıma araçlarına binip herkes gibi olursunuz.

tarihinde yayınlandı 1 Yorum

Bir Doğum Günü Altı Pasta Beş Kutlama

Gel de şımarma 🙂 27 Mayıs benim doğum günümdü. Geçtiğimiz Cuma günü doğum günümü yâd ettik. Çeşitli zamanlarda çeşitli organizasyonlar düzenlendi. Ben hepsine katılmaya çalıştım. Toplamda 5 farklı organizasyonda 6 pasta kesildi. Pastalardaki mum sayılarının toplamı benim yaşım olan 27’ye eşit olması da ayrı bir tesadüftü. (Tabiki şaka 🙂 )

Teker teker organizasyonlardan bahsetmek yerine, ben sabahtan başlayarak olayları anlatayım. Çünkü iç içe geçmiş ve birbirinden habersiz organizasyonlar var. Ek olarak bir adam kaçırma durumu söz konusu 🙂

Her sabah olduğu gibi, erkenden uyandım, servise bindim ve şirkete geldim. Şunu anladım ki, serviste sabahları ne kadar uyumamaya çalışsam da başaramıyorum. Servis şirketin önüne yanaşınca da sarhoş gibi iniyorum ve bir gün 5. kata çıkarken merdivenlerde uyuya kalmaktan korkuyorum 🙂 Masama ulaştığımda klavyemin üzerinde bir not vardı. Üzerinde “Top Secret” yazıyordu. En başta güldüm ama notu okuyunca içim bir korku sardı.

Sabri Suyunu karın elimizde. Dur hemen panik yapma. Eğer verdiğimiz talimatlara uyarsan karına kavuşabilirsin. Ama polise ya da başka birine haber verirsen karını unut. Sakın aramaya da kalkma senin için hiç iyi olmaz. Okuduktan sonra bu notu imha et. Şimdi yapman gerekenleri söylüyorum. Akşam işten çıkar çıkmaz (hatta biraz erken çıkarsan daha iyi olur) vereceğim adrese geleceksin sakın oyalanma süren başlıyor. Tik tak Tik tak…
Adres: Şahkulu Mah. Galipdede cad. Nakkas çıkmazı no:1/2 34420 Tünel Beyoğlu İstanbul

Aman Allah’ım. Zehra’yı kaçırmışlardı. Ne yapacağımı bilemez bir halde etrafıma baktım. Bu notu kim bırakmıştı. İçimizde bir ajan olduğundan şüpheleniyordum ama bu kadar ileri gideceklerini tahmin etmiyordum. Hemen maps.google.com adresine girdim ve gideceğim noktayı buldum. Çıkmaz bir sokaktı. Çatışma olacaktı bunu hissediyordum. Neyse hallederiz dedim ve işimin başıma döndüm.

Şirketten çok sevdiğim arkadaşlarım beni öğlen yemeğine davet ettiler. Fahriye, Kezban, Nida, Medine, (Meltem burada yoktu ama olsaydı kesin o da orada olurdu). Ben de yukarıda yiyelim diye direttim. Onlar dışarıda yemek yemek için uğraştıkça ben burada yiyelim diyordum. (Bana sürpriz yapacaklarını nereden bilebilirdim ki. Meğer sürprizi berbat etmek için elimden geleni yapmışım resmen) Sonra benim dediğim kabul oldu ve yukarı yemeğe çıktık. Bana gıcık olmuş bir şekilde bakıyorlardı. Tabi ben sürprizden habersiz olduğum için ikide bir, “Ne oluyor ya neden bu kadar büyüttünüz, haftaya gideriz” diyordum. Sonra aşağı indik ve Fahriye kahve yapmaya gitti. Kezban da ona yardım edecekmiş. Sonra oturduk muhabbet falan derken birden kapı açıldı ve “Aaaaa Pasta”. “Hadi bee” diyerekten bu sürprizi karşılıyordum. Ardından “Ya ben sürprizi berbat ettim di mi?” diye sordum. Ardından pastamızı kestik. “Kivili bir tart” doğum günü için gerçekten mükemmel ve farklı bir seçim olmuş. Tebrik ediyorum. Bir lokma pasta aldım ve kahvemden bir yudum aldım. Allah’ım böyle bir doğum günü hediyesi beklemiyordum. O an karşımda Nida ve Medine olmasaydı, masada da Faturalar bulunmasaydı ben o kahveyi fena bir şekilde püskürtürdüm de dua etsinler. O nasıl bir tattır. Ben Zehra’yı istemeye gittiğimde böle kahve içmedim. Abartısız 5 dakika ağzımda tuttum. Yutamadım. Dilimdeki tüm hücreler intihar etti, öldü gitti. 2 gün tat alamadım yediğim şeylerden. Sonra yuttum. O güzelim pasta bile ağzımdaki o tadı geçiremedi 😀 Abartıyor muyum? Tabiki abartmıyorum. Fahriye böylece sürprizi berbat etmemin intikamını almış oldu:)

Mutlu mutlu masama geri döndüm. Telefonum çaldı. Arayan Zehra’ydı. Naber, napıyorsun, nasıl gidiyor gibi konuşmaların ardından, “Seni kaçırmadılar mı ya?” dedim. “Şimdi kaçırıyorlar onu haber vereyim dedim” dedi. Yuh yani. Nereye gidersen haber dedik ama bunu da haber verme. Sonra başladı bağırmaya. “Kaçırmayın beni” “İmdat” “Gerizekalılar” O zaman işin ciddiyetini anladım. Hemen toparlanmam lazım. Bir plana ihtiyacım vardı. Ve ben ne yapacağımı gayet iyi biliyordum.

Saat 16:00 civarı Serkan Abi aradı. Bir toplantı olduğunu acilen Toplantı Odasına gelmemi söyledi. Telefonda “Ya Serkan Abi geçeceksin bu numaraları. Sürpriz için başka şeyler yapacaksınız” diyecektim. Ama sürprizi bozmayayım dedim. Sonra Toplantı odasına girdim. İçeride saygı değer müdürlerimizin olduğunu gördüm. Yok artık doğum günüme onlarda mı gelmişti. Neyse oturdum. Başladık Sevkiyat Sistemleri hakkında konuşup tartışmaya. İçimden “Eeee hani doğum günü?” dedim. Sonra toplantı bitti. Ben moral bozukluğu içinde yerime geçerken, Serkan Abi Kapasite toplantısına gitmemiz gerektiğini söyledi. Ben de sinirle “Toplantıya girmekten iş yapamıyoruz farkında mısın?” dedim 🙂 (Ah çok yoğunum çok çalışıyorum) Ardından “Yemekhaneye” 🙂 toplantıya çıktı. Daha neler. Bu sefer kesin diyordum içimden ama demeden edemiyordum. Yemekhanenin kapısına geldik ve içeri girdik. Obaaaa. İçeride 10 kişi ve 3 pasta, alkış kıyamet. 😀 10 kişi mi? 3 pasta ve 10 kişi mi 🙂 kişi başı çeyrek pasta mı yiyeceğiz. Derken insanlar akın akın gelmeye başladılar. Ben de düğün sahibi gibi herkes ile konuştum tebrikleri kabul ettim 😛 Mağaza ziyaret günü olduğu için katılım çok fazla olmadı tüm pastalar bitti. 2 tepsi börek vardı. Onlar da bitti 🙂 Resim çekildik muhabbet ettik. Çok güzel bir doğum günüydü. Buradan Ravza, Tufan, Yasemin, Muzaffer, Adem, Serkan Abi, Gülten (Nurten) ve katılan herkese teşekkür ederim. Şimdi buradan katılan herkesi yazsam inanın upuzun bir liste olur. Not: Yasemin ile Gülten ortak çalışması olan resimler için ayrıca teşekkür ederim. Bu resimleri blog üzerinden yayınlama konusunda çekincelerim var. Özellikle gelecekte bir süper star ya da başbakan olursam aleyhimde delil olarak kullanılabilir. O sebeple Red Kit hariç yayınlamayı düşünmüyorum 🙂

Neşeli güzel vakit geçirirken birden saate baktım. Olamaz. Geç kalıyordum. Saat 17:25’ti. Eğlenmekten Zehra’yı unutmuştum. Onu kurtarmam gerekiyordu. Hemen koşarak dışarı çıktım. Gördüğüm ilk taksiye bindim. Yanım gideceğim yerin haritasını almıştım. Aynı zamanda GPS ile uydudan yön tarifi alıyordum. Yenibosna’da inip metroya bindim. Aksaray’da inip Tramvaya bindim. Yolda Yasemin ve Ravza ile helalleştim. Tramvay rayların üzerinden süzülüp giderken kafamda planı yapmıştım. Polise haber veremiyordum. Ama bir telefonumla Taksime 10.000 adam toplarım diye geçiriyordum içimden. Yoksa toplayamaz mıydım? Olsun taktiğim şu olacaktı. Çıkmaz sokak olduğu için o sokağın olduğu binaların birinin çatısına çıkacağım ve kafalarına taş atacaktım. Ya da boncuk tabancası ile vuracaktım onları. Eğer ellerinden ya da kulaklarından vurursam çok acıtırdı. Öff bi de soğuksa offff.

Karaköy’de indim. Yürüyerek zaman kaybetmemek için tünelden yukarı çıktım. Finükulerden indiğimde bir mesaj geldi. “Karın ölmek üzere. Zuhal müziğin karşısındaki Kardeşler Büfenin önüne gel”. Hemen Galata’dan aşağı doğru inmeye başladım. Oradaki bir büfeye Zuhal Müziğin nerede olduğunu sordum. Karşıdaki tabelayı gösterdi. Göremedim. Tekrar gösterdi. Göremedim. Tekrar Gösterdi. “Sanırım artık göremiyorum” diye tepki verdim. Adam bana ters ters bakınca görebildiğimi farkettim. “Peki, onun karşısındaki Kardeşler Büfe neresi” dedim. “Burası” dedi. Al bi de buradan yak 🙂 Tamam buluşma noktasına gelmiştim. Kardeşler büfenin olduğu sokağa baktım. Çıkmaz sokak. Büfeciye, “Karımı kaçırmışlar. Nerede olduğu konusunda sizde bilgi var mı?” dedim. Büfeci gözlerini büyüterek “Şaka mı yapıyorsun?” dedi. Ben “En azından size bir not bırakılmış olabilir” dedim ve mesajları gösterdim. Adam bilgisi olmadığını ve diğer yanındaki kişiye sordu. “Polisi aramalıyız” dedi. “Hayır hayır. Polisi ararsak karımı öldürürler” dedim. “Ya git sana şaka yapıyorlar sana. Git karşı kaldırımda bekle” dedi. Karşı kaldırıma geçtim ve Zehra’yı aradım. Koşuyordu. “2 dakikaya oradayım” dedi. 2 dakika sonra Zehra geldi. “Ellerinden kurtuldum. Kaçtım geldim” dedi. Ben sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Ben kurtaracaktım. Ama olsun. Zehra kurtulmuştu ve artık yanımdaydı 🙂

Büfecinin yanından geçerken, kendisine “Hanımımı” bulduğumu söyledim. Bana Polisi aradığını ve bir yerlere kaybolmamamı söyledi. Nasıl yani. Şimdi ne olacaktı. Hemen oradan uzaklaşmalıydık. Büfeciye “Ama ben sana arama demiştim” dedim. Fakat “Aradım, ben üstüme düşen görevi yaptım” diye ısrar etti. Çıkmaz sokağa girmiş gibiydik. Bu çıkmazdan kurtulmanın tek yolu Büfeciyi ortadan kaldırmaktı. Sonra ne olduysa, benim yüzümdeki o tehditkâr ifadeyi görünce mi anlamadım ama “Şaka la şaka” dedi. “Lan lı lun lu konuşma lan” dediysem de, Zehra “La dedi la dedi, lan demedi” diyerek beni sakinleştirdi.

Zehra adreste yazdığı üzere Çıkmaz sokağa götürmeye çalıştı beni. Gerçektende sokak hiç bir yere çıkmıyordu. Her an binalardan bir şeyler çıkacak korkusuyla bir apartmana girdik. Aklımdan milyon olasılık geçiyordu.
1-Bir yere gireceğiz ve tüm tanıdıklarım bana sürpriz yapacaklardı. Ama buraya o kadar kişi toplayamazdı Zehra
2-Benim kafama bir çuval geçirip bayıltacaklar ve uyandığımda buzlu bir küvette olacağım. Sırtımda bir dikiş izi ile uyanacağım, sonra bana şaka olduğunu söyleyip sürpriz doğun günü olacaktı
3-Milyon tane olasılık yokmuş, 2 tane varmış ya da şimdi aklıma gelmiyor. O zaman stresle daha çok şey düşünüyordum.

Binanın üst katına çıktıkça ne olacağını daha çok merak etmeye başladım. Bir kapıyı çaldık ve içeriden bir adam çıktı. Aha dedim Matrix. Yok artık. Mekân zaten Matrix deki gibi eski bir yer. Adamda Neo’ya benziyordu zaten. Dedim şimdi beynime boruyu yerleştirecekler, sonra uyuyacağım gideceğim bir yerlere. Zehra dedim nasıl bir sürpriz bu ya. Bu kadar kompleksini ben bile düşünememiştim.

Ardından duvardaki bir yazı dikkatimi çekti. “Profesyonel Ses ve Görüntü Sistemleri”. Artık daha fazla düşünmemeye karar verdim. Şimdi desem ki, Zehra benim beynimi yıkayacak, siz dersiniz ki, saçmaladın. Buraya kadar hiç saçmalamadım sanki 🙂

Bir kapıdan daha geçtik ve işte o zaman sürprizin ne olduğunu anladım. 250 ekran bir perde, 15 tane büyük hoporlor ve iki kişilik bir koltuk. Vaaaay 2 kişilik sinema 🙂 Yerin ismi ProAV. Tek kelime ile “Etkilendim”. Sonra Zehra anlatmaya başladı.

“Aslında sana sürprizim çok başkaydı. Film çekmeyi planlıyordum. Tanışmamızı, Evlilik Teklifini, Davos’tan kovuluşumuzu, Doğum günü sürprizlerini, vs. Fakat oynayacak kişi bulamadım. Sonra İbrahim ben oynarım, Galip’te ben yardım ederim dedi fakat bu seferde zaman çok azdı yetiştiremedim. Kendi çabamla, eski resimler ve videolarla bir sunum hazırladım ama bunu da video formatına çevirirken problem oldu. Çalışmadı 🙁 Ben de gittim Beyoğlu’ndan bir film aldım. İsmi “Başka Dilde Aşk” Şimdi onu izleyelim.

Gözlerim yaşarmıştı. Zehra çok güzel ve özel bir sürpriz hazırlamıştı. Çok mutluydum. 2 Kişilik Patlamış mısırımızı ve Kolalarımızı istedik. Taze taze yiyip içerken, filmimizi izledik. Film çok güzeldi. Gerçekten çok beğendim ve tavsiye ederim. Şu anda filmi anlatmayacağım. Sonra belki anlatabilirim. Film bittikten sonra Tuncay Bey (mekânın sahibi sanırım) ile biraz muhabbet ettik. Kendisi hem çok nazik, hem de çok ilgili davrandı. Hizmet güzel, sistemler güzel. Herkese kesinlikle tavsiye ederim.

Bu güzel sürprizden sonra eve gidelim diye çıktık. Fakat benim karnım açtı. Kardeşler büfeyi ararken bir yer dikkatimi çekmişti. Ufak bir Hamburgerci vardı ve insanlar sırada bekliyordu. Eğer birileri sırada bekliyorsa yemek için, bu kesinlikle güzel olduğunu gösterir. O sebeple Zehra’ya oraya gitmeyi önerdim. O da “Gün senin Günün” “Nereye istersen” dedi. Ve gittik. Mekân ufak bir mekân, Mönüde çok fazla bir şey yok. 6-7 çeşit hamburger var. Hepsinin köftesi aynı (Balık ve tavuk hariç) sadece sosları ve peynirleri farklı. Ben Mano Burger istedim, Zehra Ottoman Burger. Ortaya bir Patates istedik. İkimizde Double olsun dedik. Tam 220 gr et ile sıcacık harika Hamburgerlerimiz geldi. Mc Donalds, Burger King gibi yerlerden hamburger tüketirken böyle bir yerden yemek Yengeç Burger etkisi yarattı. Kendimi o ahşap restorantta yengeç burger yiyen müşteriler gibi hissettim. Izgaradaki adam bir anda Sünger Bob oldu. Kasadaki kadın Squidward arkada duran kapının ardında kim varsa o da Bay Yengeç. Ne oluyor ya bana. Zehra bir anda Sandy oluverdi. Ellerime bir baktım, o da ne pembe. Olamaaaz. Sarı olsaydı, kırmızı olsaydı (Hayır hayır kesinlikle rastlantı bu iki rengin yan yana gelmesi. Şampiyon Fenerbahçe) ama pembe olmasaydı. Evet ben de Patrick olmuştum. Yengeç Burgerlerimizi yedik. Her zamanki gibi çok güzeldi. Bugüne kadar yediğim en güzel hamburgerdi desem sanırım yalan olmaz 🙂

Galata kulesinin yanından Karaköy’e, oradan Eminönü’ne ve vapura bindik. Bu süre zarfında bana telefonla ulaşan (Recep, Tala, Mahmut, Ahmet ve Esma) teşekkür ediyorum 🙂 Vapurun arka tarafında dışarıya oturduk. O güne yakışır bir manzara vardı. Köprü elimin altındaydı ve sarı lacivertti. İşte gerçek renklere sonunda ulaşmıştım. Bir anda havai fişek gösterisi başladı. Zehra yok artık derken başka bir yerde daha havai fişekler patlamaya başladı. Zehra’ya tip tip bakmaya başladım. Suratındaki “Valla benle alakası yok” ifadesini görmeseydim orada düşüp bayılırdım. O anda gökyüzünde tanımlanamayan ışıklar gördüm. En başta martı sandım sonra uçak ama iki nokta arasında gidip gelmeye başlayınca tırstım. Zehra’ya gösterdim ama ben Zehra diyene kadar yok oldular. Zehra “halüsinasyon” görmememle dalga geçe dursun, en son askerde gece 02:00-04:00 nöbetinde gördüğüm uzay gemisinden sonra bunun bir işaret olma olasılığını değerlendirdim. Üsküdar’a vardık. Arabaya bindik ve eve doğru yol aldık. Yolda Zehra dondurma almayı teklif etti ama ben o kadar toktum ki istemedim.

Eve geldik ve yavaş yavaş eve yürümeye başladık. Kapıyı açtık. Alarm çalışmıyordu. Zehra’ya kızmaya başladım. “Neden alarmı kurmuyorsun” falan filan. Derken odaya bir girdik. “Böööööö Sürpriz”. Haydaaa. Bu nereden çıktı şimdi. Annem, Babam, Burak, Ablam, Eniştem ve Elif Rana (Uyuyor) 🙂 Benim ağzım kulaklarımda tabi ki. Sürpriz üstüne sürpriz. Gelsin bakim hediyeler dedim. Zehra bir ayakkabı almış, Annemle T-shirt, ablamlar da şal ve kemer almışlar. Hepinizi çok seviyorum. Sonra pasta geldi. Pastamızı kestik yedik güldük eğlendik. O sırada Elif Rana uyandı. Yeğenimle oynadım. Koca Yanak 🙂 Sonra onlar gittiler. Ertesi gün Marmaris ekibi bize misafirliğe geleceği için Zehra ile mutfağa girdik. Yemekleri hazırlamaya başladık. Ben 1 saat sonra pert oldum ve yatmaya gittim. Zehra’ya da tembihledim. “Erken kalkıp yaparız” diye.

Sabah erkenden uyandık. Misafirlerimiz, Marmaris ekibinden İbrahim, Kubilay, Damla ve Ayşe, Tema’dan Gülten (Nurten), Zehra’nın kardeşi Yasemin ve onun arkadaşı Zehra gelecekti. Zehra ile Yasemin 12 gibi damladı 😀 Sonra Gülten geldi ve en son muhteşem 4 lü geldi. Daha tanışalı 1 hafta olmasına rağmen sanki yıllardır tanışıyor gibiydik. İlk olarak Zehra’nın yaptığı muhteşem yemekleri yedik. Gerçekten muhteşemdi. O kadar şanslıyım ki, Zehra’m süper yemekler yapıyor 😛 Ama şu anda 80’e yaklaşmış olmak da işin kötü tarafı. Birden ışıklar kapandı. Aha elektrikler kesildi dedim içimden. Bir baktım Pasta geliyor. Galatasaray’a 6 gol attığımızda en son bu kadar sevinmiştim. 6. Pasta geliyordu ve bu benim için bir rekordu 😀 Ağzım yine kulaklarıma vardı. Hemen biraz şımarmaya başlayınca, Zehra “Şımarma şımarma” demeye başladı 😀 Pastamızı kestik ama yemedik 😀 Neden yemedik çünkü Zehra’nın yaptıklarından o kadar çok yemiştik ki yer kalmamıştı. Bu arada menüde neler vardı hemen söyliyeyim. Peynirli domatesli biberli börek, Havuç trator, Patatesli poğaça :), sürpriz Kek (ablamın icadı), bir şey daha vardı ama ben hatırlayamıyorum sanırım. Ardından ekibin getirdiği Cranium adlı oyunu oynadık. Oyun 2 takımdan oluştuğu için İbrahim ile adım alıştık. İbrahim yendi ve çok şaşırtıcı bir şekilde onlar dördü oldu biz dördümüz olduk. Oyun Tabu ya benziyor. Kukla yerine oyun hamuru var. Kelimeleri kullanmadan anlatmak yerine de soruları biliyorsunuz, sessiz sinema oynuyorsunuz, mırıldanıyorsunuz (ya da mırıldanamıyorsunuz bknz. Gülten). Bizim ekipte farklı bir sinerji vardı. Leb demeden leblebiyi anlıyorduk, çok iyiydik. Ve kazandık. Zehra’nın paparazzi kelimesini çok kısa sürede bilmesi şüphe çekiciydi ama biz kazandık sonuçta. Hem de son anda yendik 😀 İbrahim bana doğum günü hediyesi verdi. Fenerbahçe’mizin şampiyonluğu için yaptırılan o muhteşem t-shirtlerden di. Aldığım en anlamlı hediyelerden bir tanesiydi. Çünkü 3 Gece 4 Gün Marmaris gezisinden dolayı ağız tadıyla şampiyonluk bile kutlayamamıştım. Ardından muhabbet nereden geldi bilmiyorum, benim zamanında saçlarımın uzun olduğunu konuşmaya başladık. “Yok artık daha neler” “Seni hayal bile edemiyorum” gibi lafların ardından bilgisayarı açtım ve o muhteşem fotoğrafları gösterdim. Önce kıkırdamaların ardından, cesaret edipte “Huhauha” “Hahahah” diye gülmeye başladılar. Tamam tamam kabul ediyorum. Çok süper değildi ama kötü değildi. Güzeldi ya. Ütü masasına Fotoğraf makinesini koyup kendi fotoğrafımı çekmiş olmamı saymazsak, Karadeniz turundaki fotoğraflar harikaydı. Siz ne anlarsınız.

Akşam olunca, Marmaris ekibiyle vedalaştık. Çok eğlenmiştik, çok gülmüştük. Harika bir gün geçirmiştim. Onları tanıdığıma gerçekten çok mutluydum. Sonra Burak (kardeşim) bize geldi. Napalım napalım derken “Hadi gidelim Maltepe sahile”. Çıktık Maltepe sahile gittik. Zehra’nın yolda acıkırız diyip, yanına poğaça kabını alması ve onu koltuğun altında taşımasına 10 dakika güldük. Hala düşününce gülüyorum 😀 Maltepe’de Şato’ya gidecektik, fakat çok kalabalık olduğu için Viya’ya gittik. Nargilemizi içtik. (Barcelona, Manchester’ı yendi ve kupayı aldı.) Nargile bizi çarptı sanırım. Çünkü arabayla dönerken hiç kimse normal hareket etmiyordu. Yüksek sesle müzik dinlerken, yüksek sesle eşlik ederek tüm Bağdat Caddesinin dikkatini üzerimize çektik 😀

Bir gün daha bitiyordu. Bu yazı da burada son buluyor. Muhteşem iki gün geçirdim. 6 pasta 5 kutlama oldu. Tüm sevdiklerim yanımdaydı. İyi ki doğmuşum ve sizleri tanımışım. Hepinize teşekkür ediyorum. Canlarım 🙂

Unutulup sonradan kafama vurulup hatırlatılan isimler : Melih 🙂

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Sektörde Matematik 2011 Ardından

İçim hala kıpır kıpırken bu yazıyı yazmalıyım. Anlatmalıyım her şeyi 🙂 Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi Sektörde Matematik 2011 (2010+1) adlı etkinliğe konuşmacı olarak davet edilmiştim. Bu beni onore eden daveti geri çevirmeyerek, 14 Mayıs 2011 Cumartesi günü Eskişehir yollarına düştüm. Tren kullanmadım. Çünkü Tren garına gitmeye üşendim. Halbuki herkes bana neden trenle gelmediğimi sordu. Tabi benimki biraz acemilik sanırım. Ama Askerden kalan bir tren fobim olduğunu düşünüyorum. 3 saatlik yolu Tren ile 8 saatte gitmiştim. Hep öyle olacak sanıyorum 🙂 Kamil Koç rahat hattan aldım biletimi ve sabah 07:00’da yolculuğum başladı. Tek mola ile 4 buçuk saatte Eskişehir’deydim. Otobüs garında (ek alınca çok garip bir kelime oluyormuş gar) indikten sonra Esma Hanım’ı aradım ve 5 dakika geçmeden Recep Bey ile geldiler. İkisi de o kadar nazik ve iyi niyetliydiler ki, kendimi çok özel ve önemli hissetmemi sağladılar.

Bana nereye gitmek ve ne yapmak istediğimi sordular. Ben de “ben misafirim, siz nereye götürürseniz oraya giderim” dedim. Onlar da beni Eskişehir Çağdaş Cam Sanatları Müzesine götürdüler. Sanat Eserleri çok güzeldi ama benim sanat anlayışımda bir sıkıntı vardı. Sanırım 3ümüzde de aynı problem vardı. Ve bir şeyler kırmadan oradan ayrılmaya karar verdik.

Sonra Eskişehir Şelale Park’a gitmeyi teklif ettiler. Tabi ki kabul ettim. Çay içtik konuştuk. Daha doğrusu ben konuştum. Çenemin çok düşük olduğunu en baştan söylemiştim. Çay içtik. Manzarayı izledik. Benim gözlerim deniz aradı. Deniz yoktu. Ama Eskişehir’in farklı bir büyüsü vardı. Tam bir öğrenci şehri. Eskişehir’de öğrenci olmanın güzel olabileceğini düşündüm. Ya da şimdi düşünüyorum. Ve sizi kandırıyorum 🙂 Şelale Park’tan bir resim.

Artık yemek tekliflerini geri çeviremiyordum ve açıkçası karnımda acıkmaya başlamıştı. Tamam, stresliyken çok acıkmazdım ama ÇiBörek’e hayır diyemezdim. (Çiğ börek mi ÇiBörek Mi) Ben 3 tane yerim dedim, Esma 2 tane dedi, Recep’te 3 dedi. Garson madem 8, gelin şunu 10 yapalım dedi ve 10 çibörekimiz geldi. Zaten çok severim, bi de güzel yapmışlardı ki çok beğendim. (O son çiböreği de yemeliydim. Aklım kaldı o son çibörekte 🙂 )

Sonraki durak Anadolu Üniversitesiydi. Yolda Bartu Bey ile Esra Hanım’la tanıştık. Aslında Anadolu Üniversitesi’ne gitme planımız yoktu. Ama geçerken uğradık işte. Tamam güzel üniversite, tamam yeşil (en azından yeşil diyolar, biliyorum renk körüyüm, ağacın gövdesi kahve rengi, çimenler ve yapraklar yeşil. Gelmeyin üstüme) ama üniversiteyi yaşanabilir ve okunabilir kılan, arkadaşlıklar ve eğitim kalitesidir. Ben üniversite yıllarımda bunu gördüm.

Artık gezecek bir yer kalmadı. Programım yaklaştığı için Osman Gazi Üniversitesi’ne doğru yol almaya başladık. Yolun sağında Alis’in Harikalar Diyarı vardı. Bir an beyaz bir tavşanın geleceğini ve benim onun peşine takılacağımı hayal ettim. Ama ben Alis gibi sıkılmıyordum ki, tam tersine çok mutluydum. (bknz. Alice Harikalar Diyarı) Üniversiteye girdik ve Konferans salonun önünde durduk. İçeri girmenin vakti gelmişti. (Bizi oradan oraya hiç sıkılmadan götüren, ismini hatırlayamadığım abiye de teşekkür ediyorum.)

Okula yeni bir kongre merkezi yapılmış. Modern bir bina. Ve içerisi de gayet güzel. (Söyleyecek bir şey bulamadım) Girişte bazı arkadaşlarla tanıştık. (İsimlerini hatırlayamadığım arkadaşlardan özür diliyorum) Sonra Sanatçı Odasına girdik. Burada sanatçı ben oluyorum sanırım. 🙂 Odaya gelen arkadaşlarla sohbet ettik. Recep ve Esma ile okuduğumuz kitaplardan konuştuk. Esma, Şems ve Mevlana hakkında konuştu. Ben Puslu Kıtalar Atlası’nı tavsiye ettim. Recep Açlık Oyunları’nın son kitabını, benim gibi henüz okumadığını söyledi. Kitaplar konusunda ortak noktalarımızı fark ettik 🙂 Şebnem Hanım geldi. Onunla tanıştık. Kendisi 4. sınıf bu sene mezun oluyor. İş ilanları ve mezuniyet sonrası hakkında konuştuk. Konferans sonrasında da muhabbetimize devam ettik. Kendisine de teşekkür ederim hoş sohbeti için.

Ardından saat 16:50’da gonk sesini duydum ve Konferans salonuna girdim. Yaka mikrofonu takıldı, Sunumumu açtım, ismim anons edildi ve sahneye çıktım. İtiraf ediyorum, İlk 5 dakika iletişim kurmakta zorlandım. Kendimi ifade edemedim, heyecandan konuşamadım. Ve bunu da söyledim:) Sonra konuşmaya devam edince sonra açıldım ve bence çok keyifli bir konuşma oldu. Tamam, biraz pot kırdım (Biraz mı? 🙂 ) Fakat ona rağmen, öğrencilerin ufuklarını biraz olsun açabildiğimi düşünüyorum.

Sunumum başlığı, Bilgisayar ve Matematik : Sistem Analizi idi.

Sunumda kısaca şunlardan bahsettim.

  • Ben Kimim
  • Sistem Analisti
  • İş Analitiği
  • Veri Madenciliği
  • Tavsiyeler
  • Sorular (Sorular kısmına vakit kalmadı)

Özellikle tavsiyeler kısmını burada yazmak istiyorum.

  • Üniversite Yıllarının Değerini Bilin
  • Part Time İş Bulmaya Çalışın
  • Ödevlerinize özen gösterin
  • Sunum Kabiliyetinizi Geliştirin
  • Organizasyonlara Katılın
  • Zorunlu değilse bile staj yapın
  • Öğretim Üyelerinizle aranızı iyi tutun
  • Kendinize hedef koyun (Kısa ve Uzun Vadeli)
  • Notlarınızı yüksek tutun
  • Kitaplarınızı asla atmayın
  • Bol Bol Makale Okuyun
  • İşinize yaramayacak şeylerde uzmanlaşmaya çalışmayın
  • Yeni teknolojileri takip edin
  • Eski teknolojileride ısrar etmeyin
  • MS Office konusunda uzmanlaşın
  • Blogları takip edin
  • Sosyal Medyadan kopmayın (Sadece video paylaşmayın)
  • Organizasyonları takip edin
  • İş İlanlarına bakarak kendinizi şekillendirin
  • Öğrenciliğin tadına varın

 
Soru cevap kısmına zaman kalmamış olmasına üzüldüm. Çünkü öğrencilerin sorularının olduğunu düşünüyordum. O sebeple konuşmanın ardından bir süre soru soran arkadaşlarla muhabbet ettik. Arkadaşlar bana Plaket takdim ettiler. Bu plaket benim için çok değerli. Kütüphanemin en güzel köşesine koydum plaketimi 🙂

Recep Bey ve Esma Hanım beni Otobüs Garına bıraktılar. Yola gideceğim için bana tekrar yemek ısmarladılar. Afiyetle tostlarımızı yedik, çayımızı içtik. (2 Çay alabilir miyiz, Çay 3 oldu, Çaylardan biri açık 🙂 ). Otobüs hareket etti ve Eve dönüş yolculuğu başladı.

Benim için mükemmel bir deneyimdi. Yeni yerler gördüm ve çok eğlendim. Ama hepsinden önemlisi, öğrencilerle bir araya geldim. Onlara bir şeyler anlatma fırsatı buldum. Dilim döndüğünce, bir fark yaratmalarını tavsiye ettim. Öğrencilik yıllarında, yapacakları projelerin onlar için referans olacağını anlattım.

Araştırma Görevlisi Zuhal Kurt Hocamıza, Kulüp başkanı Ahmet Gökhan Bingöl’e Esma Taydurdu ve Recep Özbek’e , takım lideri Şebnem Kaya’ya, ilgilerinden dolayı tüm Osman Gazi Üniversitesi Matematik ve Bilgisayar Kulübü üyelerine ve konuşmamı dinleyen tüm katılımcılara teşekkür etmek istiyorum.