tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Değişim – Öncesi Ve Sonrası

Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Herşey değişiyor. Değişmeyen bir tek şey bile yok etrafımda. Ben bile değişiyorum. Bir günümün bir günüme uymaması benim için bir değişimdir. Daha dün sistem analisti olarak Assesmentlara girerken, bugün çok farklı bir göreve getirildim. Sanki yeniden işe başlamak gibi bir duygu bendeki. Ama kaygı ile karışık.

Önceki yazımda soruduğum gibi, Bundan 5 sene sonra nerde olmak istiyorum. Sanırım bu sorunun cevabını artık biraz olsun tahmin edebiliyorum.

5 sene sonra, Merchandising’in tüm ayrıntılarını bilen bir analist olmak istiyorum.

Bunu gerçekten istiyor muyum? Evet istiyorum ve bunu yapabilmek için eksi yönlerimi düzeltmek için gerekenleri yapacağım.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Motivasyon

Sıkıntılı günler geçiriyorum. Özellikle iş yaşantımda biraz gelecek kaygısı oluşmaya başladı bugünlerde. Bundan 10 sene sonra nerede olmak istediğim konusunda tereddütler yaşıyorum. Şu anki işimi seviyorum fakat yine de bazı sorunlar aklımı kurcalıyor. Kendimi görev adamı olarak tanımlasamda, motivasyon bozukluğu yüzünden verimli çalışamıyorum. Motivasyon… GMY’nin dediği gibi Motivasyon herşeyden önemli. Motive olmuş bir kişi bilgili fakat motivasyonu olmayan on kişiden daha verimli olabilir. Peki beni motive eden ne?

Para, Başarı, İltifat, Mevk, İletişim, Performans, Teknoloji, Tatmin, Yoğunluk, Stres…

Para

Hiç biri demek sanırım ya şükürsüzlük olur yada pilin bittiği andır. Tabiki hiçbiri değil. Hatta belkide hepsi diyebiliriz.  Zamansal değişimler motivasyon tanımınıda değiştiriyor. Mesela Para herzaman herkes için bir motivasyon kaynağıdır. Ama ince bir nokta, para almak için mi çalışılır yoksa çalıştığın için mi paranı alırsın. Aynı anlamımı taşıyor bu ikisi? O zaman ayrıntıya inelim. Paranı alıyorsun fakat yaptığın iş seni tatmin etmediğin zaman o para senin için değerini kaybediyor. Yani para almak için çalışıyorsun. Çalıştığın için paranı alırsan, işte ozaman haketmişsindir ki karşılığını beklersin…

Motivasyonumu kaybettim. Her yere baktım ama bulamadım. Bulan olursa haber versin. Yada beni motive edecek şeyi tespit etsin ben sölemeden. Seçenekler açık, ben işe açım. Benim üretmem beklenirken, yetersizliğimin farkına varır oldum. Yetkinliğimi kazanmak beni motive eder. Yetkin olduğum zaman zaten motivasyon kendiliğinden gelir…

tarihinde yayınlandı 2 Yorum

Yanında İşaret Fişeği Taşımak – Bölüm 1

Geçtiğimiz Cumartesi başımıza gelen oaly komik olduğu kadar ürkütücü ve bir okadar da ders verici nitelikteydi. O anda o kadar korkutucu olmasada başka zaman ve başka şartlar altınca insanın başına geldiğinde gerçekten tehlikeli sonuçlara neden olabilirdi. Gelelim Hikayemize.

Ömer Erman adındaki çok sevgili üniversiteden arkadaşım haftasonunu geçirmek üzere bize gelmişti. Bende ona, “Gel birlikte Babamların yanına gidelim. Hem havuza falan gireriz hemde balığa falan çıkıp eğleniriz” dedim. O da zaten dünden razı bir modda kabul etti ve beraber Tuzla’ya gittik. Herşey balığa çıkana kadar normaldi. Havuza gitmiş, bol bol yüzmüştük. Hatta Ömer gözlükleri çıkarınca beni algılayamdığı için, deniz canavarı sanırp saldırmış ve havuzun içinde boğma girişimlerinde bulunmuştu. Sonunda havuz sefası bitmiş ve balık çantamızı, benzin depomuzu (!) , su termosumuzu alarak teknenin olduğu yere gittik. Balık tutmak için herşeyimiz bulunuyordu. Yeni aldığım portatif oltayı denemek için mükemmel bir fırsattı.

Babam tekneyi çalıştırdı ve yelkenler fora diyerek yavaş yavaş yola çıktık. Motor pır pır diye yol alırken, bizde üzerimize esen hafif rüzgarla kendimizden geçmeye çalışıyorduk. Yola çıktığıız yer, Tuzla Kum İskelesinin arka tarafıydı ve gitmek istediğimiz yer ise Koç Adası civarlarıydı. Daha önceki deneyimlerimizde güzel istavrit olduğu aşikardı. Tekne ile karadan uzaklaşmaya başlamıştık. Birden aklıma, “Baba, şimdi benzin bitse ve biz burda denizin ortasında kalsak ne olurdu” diye sordum. Bir anda motor istop etti. Ben babam şaka olsun diye yaptı sanıyordum ve gülüyordum. Fakat, benzin bitmişti yada motor bozulmuştu. Motoru çalıştırma girişimlerinde anladımki, gerçekten denizin ortasında kalmıştık. Ömer ile Babamın suçlayıcı bakışları altında daha da açığa sürüklenmemek için çapayı denize attım. Ömer ile Babam, tekneyi çalıştırmaya çalışıyorlar fakat tekne bujileri bozulmuş araba gibi ateşlenmiyordu. Denizin ortasında kalmıştık. Ne adaya yakındık ne karaya. İlginçtir, teknelerin hiç biri yakınımızdan geçmiyor, hepsi uzağımızdan geçiyorlardı. Bu sebeple yardımda çağıramıyroduk.

Babam, teknenin çalışacağına inanıyordu ve ısrarla düğmeye basıyordu, Fakat akünün bitmesi ile artık bunu başaramayacağını anladı. Ben ise can yeleğinin kenarındaki düdüğü çıkarmış yardım düdüğü çalıyor SOS sinyali gönderiyordum. Aklımıza neden Kürekleri almadığımız ve kürekler olsaydı Ömerin bizi 25 beygir gücü ile heryer götürebileceği geldi. Fakat bunu düşünmek için artık çok geç idi.

Gökyüzüne baktığımda bulutların renk değiştirmekte olduğunu farkettim. Hatta havanın hafif rüzgarlanması bu düşüncemi destekliyordu. Fırtına yaklaşıyordu ve etrafımızdan herhangi bir tekne geçmiyordu. Ben, çapayı çekersek karaya doğru sürükleneceğimiz tezini ortaya attım ve bunu hemen gerçekleştirdim. Ömer ise GPRS ile googla bağlanmış ve “Tuzla denizde kaldım” kelimelerini yazarak herhangi bir yardım bulacağını umuyordu. Bu girşimi umutlandırsa da bi işe yaramadı. Ben sahil güvenliği aramamız gerektiğini söylüyordum ama bu babam tarafındna kabul edilmiyordu. Çünkü bir ton safsata yapılacağındna, ehliyet ruhsat gibi denizle ilgili belgelerin isteneceğini anlatıyordu bize. O zaman beklemekten ve kaderimizle yüzleşmekten başka çaremiz kalmamıştı…

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Kakti Kula

Bahsi geçen olay Serkan Abi* ile birlikte Libadiye kavşağından Namazgah’a doğru yürürken gerçekleşmiştir.

Yorucu bir çalışma gününün ardından, Güneşli – Libadiye arası servis yolculuğumuz son bulmuştu. Yolumuz uzun olduğu için ister istemez serviste insanın göz kapakları kapanıyordu. Hatta bazen kükreyerek uyananlar oluyordu. (Ben mi? Ne münasebet) Yere ayak bastığımızda yürünecek 1 km yol yine gözümde büyümüştü. Serkan Abi’yle aynı tarafa yürüyorduk ve yorgun olduğumuz için ikimizde konuşmuyorduk. Yol ayrımı yaklaşmıştı. Ben tünelden geçerek Namazgah’a gidecek, Motoruma binecek ordan 3 km uzaklıktaki evime ulaşacaktım. Serkan Abi ise Yanyoldan devam edecek ve evine ulaşacaktı. Aramızdaki konuşma aşağıdaki gibi gerçekleşti.

Serkan Abi (SA) : Motorla mı gideceksin?
Sabri (S) : Evet abi.

İşte olay burda koptu. Sonradan tam olarak ne dediğini anladığım o cümleyi söyledi Serkan Abi. “Dikkatli Kullan” . Fakat ben nasıl olduysa bunu “Kakti Kula” olarak algılamış ve yetmezmiş gibi “Rusça’da Güle Güle” demek herhalde diyerek “Kakti Kula” diyerek cevap verdim. Serkan Abi normal olarak benim ne demek istediğimi anlamadı ve tekrar etti. “Dikkatli Kullan”. İşte o anda kendime inanamadım. Ve yol boyunca kendime güldüm.

Hadi Kakti Kula Herkese.

* Serkan Abi, aynı şirkette çalıştığımız başarılı bir Proje Yöneticisi.

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Lütfen Okuyun ve Listenizdeki Herkese Yollayın. (Çok Önemli)

Yazımız “Bu yazıyı listenizdeki Herkese yollarsanız 1 hayat kurtaracaksınız” gibi mailler hakkında olacaktır. Olayı bugüne kadar hep farklı açılardan incelemiştim. Fakat bugün anladımki, bu tür mailler göründüğü kadar basit sorunlara yol açmıyor. Problem toplumsal boyutta ne yazıkki…

Konumuza muhattap olan mailleri öncelikle sizlere sunmak istiyorum. Bilmeyenler için ön bir bilgi olmuş olur.

Birinci Hikaye

Bir genç cumartesi gecesi bir partiye gidiyor.Çok egleniyor, birkaç bira içiyor. Partiden tanistigi bir kiz ondan çok etkilenmis görünüyor ve onu baska bir partiye davet ediyor. Hemen kabul Ediyor ve diger partinin gerçeklestigi yerde birkaç bira daha içiyor ve daha sonra anlasildigı üzere birileri buna uyusturucu veriyor hangi uyusturucu oldugu bilinmiyor). Daha sonra bu genç uyandiginda içi buzla doldurulmus bir küvette çirilçiplak oldugunu anliyor.Hala içkinin ve uyusturucunun etkisinde oldugunu hissediyor ve etrafina baktiginda yalniz oldugunu anliyor,etrafina bakiyor gögsünde rujla yazilmis bir kagit oldugunu fark ediyor.Kagitta söyle yaziyor: ‘112’yi ara yoksa öleceksin!’.Küvetin yakininda birtelefon görüyor ve hemen 112’yi ariyor ama nerede
oldugunu, ne içtigini, kimlerle oldugunu bilmedigini söylüyor.Operatör hemen ona küvetten çikmasini ve bir aynanin karsisina geçmesini söylüyor.Genç,gögsünde hiçbir anormallik görmüyor ama operatör sirtina bakmasini söyleyince,sirtinda 2 tane büyük yarik oldugunu fark ediyor. Bunun üzerine operatör, onun tekrar buz dolu küvete dönmesini ve orada ambulansi beklemesini söylüyor.Hastanede yapilan incelemeden sonra,onun 2 böbreginincalinmis oldugu anlasiliyor. Her bir böbrek karaborsada 10.000 Dolar ediyor (gencin bundan haberi yok tabii).Daha sonar anlasildigina göre: 2. parti tamamen sahte, bu ise karisan insanlarin çok iyi tibbi bilgileri var ve verilen uyusturucu eglence amacini içermiyor. Su anda bu genç hastanede, onu yasamda tutan bir alete baglanmis durumda ve hala dokularina uygun bir böbrek bekliyor.

İkinci Hikaye

Hukuk Fakültesinde okuyan bir arkadaşımdan dün bir çay muhabbeti esnasinda bunu dinledim: Arkadasi Sultanahmet civarinda bir cay bahçesinde oturuyormus.Bir cay söylemis.Yan masaya iki adam oturmus ve onlarda cay söylemisler Çaylar gelmis, çayi 2 adama uzatan garsona, adamlar ‘yok’demisler,’delikanliya ver, daha önce geldi kendisi’. Delikanliyla’yok, siz için’vs. gibisinden ufak sakalasmalar olmus. Çaylar yudumlanirken 2 adam yemekte olduklari bisküvilerden delikanliya uzatip buyurun,alin’ demisler.Delikanli da kiramamis ve birkaç tane alip yemis. Daha sonra otobüsüne binmek için oradan kalkmis. Otobüsebinecegi sirada uykusu gelmeye baslamis, etrafina baktiginda cay bahçesindeki adamlarin Kendisini izlediginifarketmis ve telasa kapilmis. Çogu kimsenin bildigiHukuk Fakültesi ögretim üyelerinden birinin de anlattigi bir 911 vakasi Aklina gelmis:Böbrekleri çalinan birisi.. Her neyse… Hemen kendisini almasi için arkadasina telefon etmis. Arkadasi gelmis ve hastaneyegitmisler.Doktorun sözleri: ‘Eger eve gitmis olsaydin bir daha uyanamazdin. Cünkü sana verilen uyku ilaci dozaji ÖLDÜRÜCÜ düzeyde!’

Bu güne kadar bu yazıların, sadece mail chain (mail zinciri) oluşturularak, kullanıcıların maillerine ulaşmak için yapıldığını sanırdım. Bilgisiz internet kullanıcısı, maili atarken, BCC gibi bir nimetten faydalanmaz, sizin de mailinizi TO kısmına yazar ve bu mail dönüp dolaşıp bu maili başlatan şahsa da ulaşır ve bu mail ziniciri amacına ulaşmış olur. Fakat bu sadece buz dağının görünen kısmı.

Bugün sabah servis beklerken (saat 06:45 sularında) yanında bir çocuk bulunan bir bayan, bana Vivident sakızlardan ikram etti. Bu nazik teklifi kabul etmeden önce (neyazıkki) düşünmek zorunda kaldım. İyi niyetle teklif edilen bu durum karşısında, aklıma yukarıda yazılan tipte bir durum gelmesi ihtimali açıkçası beni utandırdı. Sakızı aldım, Çiğnediğim ve çiğnerken “Acaba?” dedim kendi kendime. Gözlerim zehirlenme anında güvenli bir yer bile aradı(!)

Bu maillerin yol açtığı bu toplumsal sorun yüzünden, insanlara güvenemez olduğumuzun farkında değiliz. Biz ki, Türk milleti olarak Misafiperver insanlarız ve ikram etmekten mutluluk duyarız. Bu hassas duygularımızın istismarı, bizi benliğimizden uzaklaştıracak, paylaşımdan uzak bir millet haline dönüştürecektir.

Ama işte insanoğlu… Acaba demeden duramıyor bu yazılanları okudukça…

Sabri SUYUNU

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Ömür

Neden hep iç bunaltıcı yazılar yazıyorum yada hep düşünceli olduğumda yazıyorum bilmiyorum ama sanırım mutluluğumu kendime saklıyorum. Herşey çok güzel gidiyor derken bir anda ortaya çıkan ve hayatı altüst eden olaylar. İnsanı bazen isyanakarlığa kadar sürükleyen, uçurumdan düşmenin an meselesi oladuğu olaylar.

Gelecekte bir gün…

Hıçkırıkların içerlerde bir yerde biriktiği,  göz yaşlarının göz pınarlarından ağır ağır yola çıktığı o an… Vedalaşmak için yeterince zamanımız bile olmadı aslında. Bugün yola çıkıyorsun.  Yolun uzun, aslında bende gelecektim seninle ama sen beni istemezsin diye gelmedim seninle. Bir gün nasıl olsa geleceğim yanına. Ama şimdi sen neden gidiyorsun. Bekleseydin biraz daha. Şimdi başlasak vedalaşmaya yetmezki zaman. Bir ömür biçilmiş sırtımıza ve sökülmeye başlamış doğduğumuz anda. Gün ve gün üzerimizden sıyrılmış kaftanımız. Ve an gelmiş, değişmiş üstümüzdeki örtü. Önce beyaz sonra yeşil bir örtü…

Şimdi sen yoksun. Çıkmışsın bile yola. Arkana baksanda son bir kez görsem seni. Kızarsın diye ağlayamıyorum bile. Dur gitme… Lütfen gitme. Bu kadar çabuk olmamalıydı…

Ölüm Ömürü bitirdi…

Ömür Ölümle bitti…

Ölüm yeni bir Ömürü getirdi…

Eski Ömür Ölümle anlamını yitirdi…

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Final Fantasy VIII

Biraz düşünelim bakalım, geçmişte beni etkileyen hangi oyunlar vardı. Hımmm.. Aslıda bu soruyu sorduğumda aklıma ilk olarak Final Fantasy 8 adlı oyun gelir. Şimdi de o geldi ama belki başka oyun gelir dedim ama gelmedi. Gerçi Shadow Dancer adlı mükemmel amiga oyunu da gelmedi değil. Dur gelmişken resmini ekliyim 🙂

Gelelim içinde fantezi geçen oyunumuza. Final Fantasty VIII…

Playstation (1)  oynadığım günlerdendi ve babam yeni işine geçmiş olsa da sık sık karşıya giderdi. Eminönüne gittiği bir gün elinde tam 5 clik bir oyunla çıkagelmişti. ilk defa 5 cdlik bir oyun gördüğüm için şaşırmış ve hemen gri makinaya koyup oynamak istemiştim. Olay kopmuştu. O yıllarda Final Fantasy deki gibi bir intro demosu görmemiştim. Ağzım açık kalmıştı ve işte oyun bu dedim. Ama oyun başladığında ilk defa bir Turn Base Battle (Sıra Tabanlı Savaş) Sistemli bir oyun oynamaktaydım. O zamanlar istediğiniz zaman interneti açıpta, “Ya bu neymiş bir incelemesini okuyayım” yada “Dur tam çözümü vardır, biraz okusam anlarım” gibisinden bir cümle kuramıyordunuz.

Biraz oynadıktan sonra oyun çok fazla sarmadı ve bir köşeye attım. Ta ki, evde yapacak birşey bulamayınca bu oyunu oynayana dek. Final Fantasy VIII’in, benim için bir oyundan öte birşey olduğunu, karakterlerini kişiselleştirerek mistik bir hayal dünyasına yolculuk edeceğimi sonradan anlayacaktım. Ayrca size ne kadar inandırıcı gelir bilmiyorum ama bu oyun sayesinde İngilizcem bir hayli gelişmişti.

İsminiz nedir?

Karakterleri kişiselleştirmemin birincil sebebi, ana karakter olan Squall’ın ismine oyun başlarken Sabri demiş olmamdan kaynaklanıyor.  Ve artık ben oyunun içindeydi.

EksiSozlukten:

ps versiyonu, sabahlara kadar deliler gibi oynatabilirliği olan bir oyundu. muhteviyatındaki kart oyunu* da apayrı bir güzellikti. bazen uzun diyaloglarını tam olarak anlayabilmek için ingilizce sözlüğe başvurur, evdekilere de ingilizcemi geliştiriyorum diye şekil yapardım.

Devamı Bir Başka Gün…

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Dön Bak Dünyaya

Yalnız kaldıysan, kalkıp pencerenden bir bak
Güneş açmış mı, yağmur düşmüş mü
Dön bak dünyaya

Herkes gitmişse, sakince arkana dön bir bak
Dostun kalmış mı, aşkın solmuş mu
Dön bak dünyaya, dön bak dünyaya

Bir sonbahar kadar yalnız, bir kış kadar savunmasız
Ya da ilkbaharsan, yolun başındaysan

Asla vazgeçme, kalkıp da pencerenden bir bak
Güneş açmış mı, yağmur düşmüş mü
Dön bak dünyaya

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Amiga 500 Plus

Amiga 500 Plus Nedir?

Çocukluğumda teknoloji fakiri sandığım ülkem Türkiye’de oyun oynama özgürlüğünü bana veren yegane bilgisayar diyebilrdik kendisine. Aslında bilgisayardan çok bir oyun konsolu niteliğindeydi çünkü bir bilgisayarda olması gereken özellikler yoktu kendine. Zaten Amiga 500’ün olduğu zamanlarda evlerde bulunan en iyi bilgisayar 386 yada 486 lardı. Ve bunlarda bilgisayara ilgisi olan insanlardaydı. İşletim sistemi MS Dos’du. Biz tekrar dönelim bizim Disket manyağı makinelerimiz olan Amiga’mıza.

Evet. Amiga 500+ ı olan herkes bu atraksiyonlu disket yerleştirin ekranını hatırlayacaklardır. Ozamanlar Amiga 500 de kickstart 1.3 kullanılıyordu diyodum ki, Amiga 500’ün açılış ekranını da size göstermekten ve aynı zamanda zamanda yolculuk yapmaktan mutluluk duyuyorum.

Biz seviniyorduk. Amiga 500+ mız var diye. Ama sonraları öğrendikki, kullandığı sistem eski oyunları beğenmediği için çalıştırmıyormuş. Sonraları çıktığını öğrendiğimiz emülatör disketleri ile, en başları artistik yaptığımız kickstart 1.3 verisyonuna dönüş yapmıştık.

Şimdi gelelim, 9 yaşındayken, yani bundan tam 15 sene önce sahip olduğum bu oyun makinesinin marifetlerine ve bana kattıklarına.

Yıl 1993. Bir koli getirdi babam. Hatta bir değil 2 koli getirdi babam. Getirdiği kolilerin üzerinde Amiga yazıyordu. yanında 500 ve birde artı “+” vardı. Hiç bir anlam çıkaramamıştım. Eve alınan bir beyaz eşya diye düşündüm. Ama bana ve ablama bakıp gülümsemelerinden bize alınan bir hediye olduğu belli oluyordu. Sanırım o gün hayatımda çok sevindiğim günlerden biriydi. Bundan 15 sene önce 1993 yılında ilk oyun makineme sahip olmuştum.

İlk oyunum Baby Jo idi. Disket bilgisaayrın yanında çıkmıştı.

Bu oyun hakkında ayrıntılı bilgileri ilerki zamanlarda veririm. Sonuçta ilk oyunum 🙂

Amiga çok güzel bir makineydi. Beyaz ve tertemizdi. Klavyesini bütün Amiga hayatım boyunca çok az kullanmış olsamda kendisi disketi yüklememize yarıyordu. Disketi klavyenin yan kısmından sokuyorduk. Amiga alışkanlık yaptıktan sonra, babamın şirketindeki PC’nin disketinin kasa denilen yerden sokulduğunu görünce gayet şaşırmıştım.

Çok güzel oyunlar oynadım bu makinede. Çok disket değiştirdim. Mortal Kombat 1 ilk olarka Amiga’da çıkmıştı desem yalan olmaz sanırım. Ve oyunda hiç yenilmeden bitirirseniz en az 1 saat 10 dakika sürüyordu. 3 disket olmasına rağmen, 1 adam geçtiğinizde 6 defa disket değiştiriyordunuz.

En sevdiğim oyunlara bakacak olursak

Yo! Joe!, Soccer Kid, Lemmings, Sensible Soccer, Kick Off, Lotus, Silk Worm, Super Frog, MAgic Pocket, Pang, PP Hamer, Project X

Şu anda hatırladıklarım bunlar…

Görüşmek Üzere.

Sabri SUYUNU

tarihinde yayınlandı Yorum yapın

Herkes Aynı Hayatta – Sınıf Dizi Müziği

Herkes Aynı Hayatta – Sınıf Dizi Müziği

herkes aynı hayatta kendini bişey sanma

ne kadar çok bilirsen o kadar bela başa

sen bilirsin aslında aklımdan geçenleri

zaman her şeyi çözer şu beklemek olmasa

 

gözlerimi açsam da sen çıksan karşıma

gel beni azad et kayboldum karanlıkta

ben bizi unutmam gitmek yakışmaz bana

yolcuyuz hayatta sen gel otur yanıma